“Geçmişte ne zaman siyasal güç, iktisadi gelişme ile çatıştıysa,
çatışma her zaman siyasal gücün devrilmesiyle sonuçlanmıştır:
iktisadi gelişme, amansız ve istisnasız bir biçimde ezip geçmiştir.”
(Engels)
Mevcut iktidarın yıprandığı tartışma götürmez bir gerçek. Ancak, iktidarın asla kopmak istemediği koltuğundan seçimle uzaklaşıp uzaklaşmayacağı tartışma konusu. İktidarını devretmeye hiç niyeti olmayan iktidar ile muhalefetin neler yapacağı tartışılacak.
Ülkemizde önümüzdeki dönem seçimler yapılır mı, yoksa seçimleri engelleyecek iç savaş yöntemlerine mi başvurulur? Diğer yandan, seçim yapılsa bile, seçimi kazanacak olanların ülkeyi temize çıkaramayacağını biliyoruz. Al takke ver külah misali, yeni gelecek olanlar daha kibar yöntemlerle mevcut sistemin çarklarını, nüans farkıyla aynı şekilde devam ettirecekler.
Üzerinde tartışmamız gereken önemli bir nokta var: Toplumsal başkaldırıya ulaşmanın formülü var mıdır?
Sınıf mücadelesinin yükseliş eğrisini hesaplayan bir formülasyon maalesef yok.
Yüzyıllar boyunca isyanlar birbirini izledi; Babek, Zenc Hareketi, Karmatiler, Hallac-ı Mansur, Hasan Sabbah, Ermeni Pavlikyan, Karbais, Zealotlar, Bogomiller, Mazdek, Ahi Evren, Babailer, Şeyh Bedreddin, Şah Kulu, Şah Veli, Baba Zünnun, Kalender Şah... gibi başkaldırılar, toplumsal çelişkilerin derinleştiği dönemlerde ortaya çıkan sınıf çatışmalarıdır. Ortaya çıktığı koşullar yakından incelendiğinde, bunlar dinsel çatışmalar gibi görünseler de, gerçek anlamıyla “Dinin Arka Planındaki Sınıf Mücadeleleri”dir(*).
İlk sosyalist hükümet olma ünvanına sahip Paris Komünü(1871), Paris'teki tüm devrimci akımların ortaklaşa yaratısıdır. İktidarını kaybetme korkusu yaşayan Avrupa burjuvazisinin ortak saldırısıyla yok edilebildi. Paris Komünü yenilmiş olsa da, insanlık tarihine onurlu bir bölüm ekledi.
1968 Mayıs'ında Fransa'da başlayan öğrenci hareketi de döneme damgasını vurdu. Öğrenci gençlik hareketi giderek büyüdü, işçi sınıfının desteğini aldı, ayaklanmaların, fabrika işgallerinin, genel grevin yaşanmasına yol açtı.
68 Süreci ülkemizde çok daha ciddi bir boyut kazandı. İşçilerin, köylülerin, emekçilerin, öğrencilerin karşılaştıkları sorunları çözüme kavuşturma mücadelesiyle başladı. Fabrika ve toprak işgalleri, grevler, yürüyüşler, boykotlar, direnişler ile tarihsel örnek yarattı. 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi, bu hareketi başlatan DİSK'in bile beklemediği noktaya ulaştı. İki gün boyunca sadece İstanbul’u değil, ülkeyi ayağa kaldırdı. İşçi sınıfı mücadele tarihimize altın harflerle kazındı. Süreç içerisinde devrim mücadelesine dönüştü. Bu durum emperyalistleri ve egemen sınıfları o kadar kaygılandırdı ki, 12 Mart faşist cuntasından medet umdular.
Zonguldak'ta 30 Kasım 1990 - 8 Ocak 1991 tarihleri arasında kırk gün süren Zonguldak Maden Grevi ve Yürüyüşü hiç kimsenin aklına gelmeyecek büyüklükte bir direnişe dönüştü. Direniş o boyuta ulaştı ki, grevi başlatan Genel Maden-İş Sendikası'nın çapını aştı, sendikayı yönlendirdi. Yürüyüş sırasında madenciler, aileleri ile birlikte adeta bir nehir gibi kendi mecrasında akarak Ankara'ya yöneldi. Sendika egemenlerin tehditleri ile madencileri satsa da, işçi sınıfının özgücüne güvenini artırdı.
2011’de Obama döneminde uygulanan kemer sıkma politikaları ABD'de kitlesel başkaldırılara yol açtı. Sadece New York’tan başlayarak ABD eyaletlerinde değil, Avrupa kentlerinde de meydan işgalleri yapıldı. “Occupy” (İşgal Et) hareketi, ekonomik krizin gerçek mağdurları yerine bankaların kurtarılmasına yönelik başlatılmış, demokrasi ve özgürlük talepli bir tepkiydi.
“Arap Baharı” olarak nitelenen toplumsal hareket, mühendislik mezunu olduğu halde iş bulamadığı için işportacılık yapan Muhammed Buazizi'nin Tunus'ta protesto için kendisini yakması ile başladı. Tunus'ta başlayıp tüm Arap dünyasını etkisi altına alan mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları, silahlı çatışmalara dönüştü.
Gezi Direnişi, 27 Mayıs 2013 tarihinde iş makinelerinin Taksim Gezi Parkı'na girmesi ile başladı. Çevreci aktivistlerin parka gidip çalışmaları durdurmaya çalışmasına polis orantısız müdahalede bulununca, başlatılan protestolar hükûmet karşıtı gösterilere dönüştü. “Mesele 3-5 ağaç değil” mesajını ileten Gezi Direnişi, ülke çapında onmilyonların katılıp destek verdiği ciddi bir muhalefete dönüştü.
Fransa'daki 'Sarı Yelekliler Hareketi', küresel ekonomik krizler ile neoliberal politikaların eleştirisine yönelik başlatıldı ve halen sürdürülmekte. Fransa'da daha önce gelişen 'Geceleri Ayakta' ile İspanya'daki 'Öfkeliler' hareketleriyle benzerlikler taşımaktadır.
Buraya sayısız örnekler eklemeye gerek yok. Anlaşıldığı gibi, toplumsal hareketlerin ne zaman, nerede, hangi sebeple ortaya çıkacağı bilinemiyor. Fakat, bu hareketlerin ortaya çıkabilmesi için ekonomik, sosyal, siyasal gelişmelerin buna uygun hale gelmesi gerekir. Gerekli koşullar güçlenmeden toplumsal hareketlenmelerin ortaya çıkması beklenemez. İşte bu koşullar ortaya çıktığında Marx'ın dediği gibi, “İnsan kalmanın tek yolu, insanlık dışı bu sisteme karşı savaşmaktır.”
İnsan kalmak istiyorsak, insanlık dışı sisteme karşı savaşmak zorunda olduğumuzun farkındayız. Fakat mevcut koşullarda örgütlülük buna hazır değil, çok zayıf. Bu durum, genel olarak hepimiz üzerinde moral bozucu bir etki yaratsa da, sınıf mücadelesinde yola çıkanlar, sürecin başlangıcında sayıca çok azdırlar.
Fidel Castro, Granma yatına 82 yoldaşını alarak Küba'ya çıkmıştır. O sırada saldırıya uğrayınca, geriye kalanlar sadece yirmi kişidir. 68 Sürecinde ülkemizde devrim yürüyüşüne çıkan Mahirler, Denizler, İboların siyasal cesareti Castro'dan, Che'den farksızdır.
İşte bu noktada Lenin, “Çok az olmamız felaket değil, milyonlar bizimle olacak,” diyerek, tartışılmaz bir gerçeğe parmak basmıştır.
Lenin'in bizimle olacaklar dediği milyonların yer alacağı toplumsal hareketlerin ortaya çıkışını çözümleyen formüle gerek yoktur. Mücadeleye girme cesareti ile örgütlenme çabaları hedefe doğru götürür. Buradan hareketle, kendiliğindencilikten ve spontane patlamalardan medet umduğum sonucu çıkarılmasın. Örgütlülük olmazsa olmaz koşuldur.
Ezilen halkların egemenlerle arasındaki derin çatışma, onların içlerinde biriken tepkilerini dışa vuracakları ortamı yaratır. Öyle dönemler yaşanır ki, toplumun derin sessizliğine, suskunluğuna anlam veremediğimiz olur. Bu kadar kötü şeyler yaşanırken, nasıl olur da tepkisiz kalınabilir, yorumları yapabiliriz. Ancak, sessizliğe gömülü o iç tepkiler uygun bir anda dev bir patlamaya dönüşür. Önemli olan bu patlamaların ortaya çıkacağı dönemi organize edip yönlendirebilecek sınıf örgütlenmesinin yaratılmasıdır. Bu örgütlülük yaratılmazsa, tıpkı Gezi'de olduğu gibi, o potansiyel devrim kanalına akmaz, sönümlenmek zorunda kalır.
Var olan koşullar ne kadar aleyhimizde gözükürse gözüksün, egemenler ile ezilen halklarımız arasındaki uzlaşmaz çelişkiler derinleşmektedir. Bu çelişkilerin vardığı boyut, henüz ortaya çıkmamış yeni patlamaların kıvılcımlarıdır.
(*) “Dinin Arka Planındaki Sınıf Mücadeleleri” (Rasim Öztaş, 40 Kitap Yay.,1.basım, 2021)