Erdoğan vaktiyle, İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder diyordu. İstanbul’u kaybetmemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Seçim sonuçları AKP’nin ‘beklentisini karşılamaktan uzak’ olduğu için sürekli itirazlar yapılıyor. Özellikle İstanbul ve Ankara’nın AKP ve Erdoğan’ın geleceği açısından ne kadar önemli olduğu görülüyor. Ayrıca oy sayma işinin uzatılmasının arkasında bir bit yeniği var. Tüm sandıkların sayılması birkaç saat sürerken, geçersiz oyların sayımının günleri alması düşündürüyor insanı. Zaman kazanma taktiği, ama ne için?
İstanbul, önemli bir kent; çünkü İstanbul sadece Türkiye nüfusun beşte birinin yaşadığı bir yer değil, aynı zamanda ekonomik ve kültürel olanaklarıyla partilerin can damarı bir kent. AKP’nin kaybettiği yerlerde sürekli itirazlarının nedeni budur. Ankara’da Mansur Yavaş üzerinde kurulan baskı ve ona yönelen suçlamalar, ters tepki yaratmıştır. Erdoğan'ın eski danışman, Mansur Yavaş üzerinde kurulan baskı Erdoğan'a 1994 yılında yaşatılanlara benzediğini dile getiriyor.
Yerel Seçimlerin Genel Seçim havasına büründürülmesi, AKP’de hissedilen korku ve acizliğin bir belirtisiydi. AKP, bir yandan yalan ve iftiralarla, diğer yandan ‘teröristler’ jargonuyla seçmeni etkilemeye çalışmış; ama bu tutumunun bir faydası olmamıştır. Halkların ortak aklı ve kolektif zekâsı, yeni bir dönemin başlayacağının işaretini veriyor. Dünya basınında kimi birçok basın organı Erdoğan için ‘Sonun başlangıcı’ değerlendirmesini yapıyor; bu yargı hem aceleci, hem yüzeysel, hem de gerçekçi değil. AKP’nin yenilgisi ne abartılmalı ne de küçümsenmeli; oy kaybına karşın ne de olsa ilk parti. Millet ittifakı büyük kentlerde başarı sağlamış olsa bile, hala AKP’nin gerisinde bir seçmene sahip. Muhalefetin gerçek başarısından, ancak seçimlerde AKP’nin oy oranını aştığı zaman bahsedilebilir.
CHP’nin seçim başarısını, muhafazakâr sağın tabanından oy almak için izlediği politik söyleme ve tutuma, yani yalnızca ‘Kılıçdaroğlu Doktrini’ne bağlamak doğru değildir. İstanbul ve Ankara’daki seçim zaferinin yalnızca CHP-İYİ PARTİ ittifakına dayandıran köşe yazarlarının büyük bir çoğunluğu yazıları, siyasi miyopluklarını sergiliyorlar. HDP’nin akılcı ittifak politikasını, büyük kentlerde aday göstermeme stratejisini (“Batı'da kaybettirmek” “Doğu'da Kazanmak”) görmezden gelmek bilinçli politika değilse bile, aymazlık ve hatalı bir yaklaşımdır. Evet, HDP, büyük kentlerde tek başına başarılı olamazdı; ama çok akılcı bir ittifak politikası izleyen HDP, CHP’nin İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Antalya gibi kentlerde başarılı olmasını sağlamıştır. Bu politikasıyla HDP, bir yanda Türkiye’de CHP tabanındaki birçok insanın sempatisini kazanmakla kalmamış, tüm baskı ve engellemelere karşın önemli kentler ve ilçelerde belediye başkanlığını kazanmayı başarmıştır. Akılcı ittifak politikasının en önemli sonucu ise Erdoğan ve AKP’sine korku salmanın ötesinde, siyasetin önünü açmış, muhalefete umut ışığı yakmış, özgüven duygusunun yeşermesine neden olmuştur.
‘Kılıçdaroğlu Doktrini’, siyasal alanda güçlü olmak için, CHP’nin ideolojik açıdan muhafazakârlığa tavizler veren anlayışına dayanmaktadır. Bu anlayışın sonuçları, önümüzdeki süreçte daha belirgin bir hale gelecektir. İstanbul ve Ankara adaylarının, ideolojik kökenlerinin CHP’ye dayanmadığını unutmayalım.
Yerel seçimlerdeki başarıdan sonra Türkiye’de hemen bir değişiklik olacağı beklentisine kapılmak nasıl yersizse, halkta bir değişiklik isteminin sandığa yansıdığını görmezden gelmek de doğru olmaz. Eşitsiz koşullarda bir seçim mücadelesi vermesine karşın, HDP tarafından desteklenen CHP-İYİ Parti ittifakına dayanan millet ittifakı, bir umut yaratmış, muhalefetin kendine güvenmesini sağlamıştır. Erdoğan’ın beka mesajı tutmamış; “Osmanlı Tokatı” vurmak isteyen Erdoğan ve AKP’si “Milletin Tokatı”nı yemiştir.
31 Mart Seçimleri, Türkiye’de yeni bir dönemin başladığını değil ama başlayacağının ve AKP iktidarının toplumsal desteğinin zayıfladığı ve giderek zayıflayabileceğinin bir işaretidir; ama daha fazla değil. İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana, Mersin gibi büyük kentlerin ekonomik olanaklarından AKP’nin yoksun kalması ve AKP yandaşı şirketlerin musluğunun kesilmesi önemlidir; ama ekonomik olanağı gereğinden fazla da abartmamak gerekir. Ne de olsa, millet ittifakı AKP ile kıyaslandığında ekonomik olanaklarının azlığına karşın seçimlerde başarı göstermiştir. Bundan sonraki süreçte belirleyici olacak olan, cumhur ve millet ittifakının izleyecekleri politik stratejilere bağlıdır. Bu politik stratejilere geçmeden önce göze çarpan bazı olgulara ve AKP’nin kaybetmesinin nedenlerine değinmekte yarar var.
Yeni Olgular ve Millet İttifakının Kazanmasının Nedenleri
Geçen seçimlere nazaran bu seçimde göze çarpan yeni olgular var. İlk olgu, millet ittifakının büyük kentlerde ve sahil kıyılarında kazanması, AKP’nin ise buralarda kaybetmesi; İç-Anadolu’da gücünü korumasıdır. Bu olgunun, bir yandan Ekonomi-Politik-Kültür/İdeoloji üçgenine dayanarak, diğer yandan partinin içinde seçimlerde aday gösterme sorunlarına değinerek açıklanması gerekir.
Ekonomik alandaki sorunlardan (ekonomideki gerileme, işsizlik, fiyat artışları, enflasyon, T.L’nin değer kaybetmesi vb.) en çok etkilenen sermayenin yoğunlaştığı büyük kentlerdir. T.C Merkez Bankası 2019 Mart ayı fiyat gelişmeleri taze meyve-sebze grubunda yıllık enflasyon yüzde 70,69’a ulaştığını açıklamıştı. Ekonomik sorunların, bu seçimlerde de halkın tutumunu etkilediği görülmektedir. Geçmiş dönemler de halkın AKP’yi desteklemesi ekonomideki büyümeden (ki bu büyüme esas olarak inşaat ve yol yapımı gibi alanlarda olsa bile) kaynaklanıyordu. Hem pahalılık hem de işsizlik, daha önce AKP’ye oy veren seçmenin yönünü değiştirmesine neden oldu. Sadece dar gelirli işçiler, emekliler vb. değil, orta sınıfın bir kısmının da ekonomik nedenlerle AKP’ye uzak durduğu anlaşılıyor. Tanzim kuyrukları, sadece yoksulluğun bir belirtisi değil, aynı zamanda orta sınıfın psikolojisini etkileyen gelecek korkusunu artırıyor. Ayrıca Dolar ve Euro’nun yükselmesi, Türk lirasının değer kaybetmesi, Dolar ve Euro ile iş yapan ve dövize ihtiyaç duyan orta sınıfın ekonomik durumunu sarsmaktadır. Sonuç olarak ekonomik ve çevresel sorunların, özellikle İstanbul’da AKP’ye oy kaybettirdiği söylenebilir. Para ve kültür olanaklarıyla İstanbul, millet ittifakının önüne yeni olanaklar açmıştır.
Politik açıdan büyük kentler, hem dünyada olup biteni izlemek, hem de yaşadığı toplumsal-politik sorunlar nedeniyle, değişime ihtiyaç duyarlar. AKP, hem 12 Eylül ortamının yarattığı politik ortamdan, hem de Sovyetler Birliğinin dağılması sonucu dünyada ortaya çıkan politik atmosferin yarattığı dalgaya yaslanmıştı. Bugünkü politik ortam farklıdır. Kapitalizmin küreselleşmesinin politik etkileri en çok büyük kentlere yansır; insanları yeni düşüncelere duyarlı hal getirirken, değişim istemini güçlendirmektedir.
Seçim sonuçları büyük kentlerin kültürel/ideolojik açıdan da belirli bir değişim geçirdiğini, eskiden AKP’yi destekleyen orta kesimin değiştiğini gösteriyor. AKP döneminde ulaşmış oldukları ekonomik olanakları sayesinde, AKP’yi daha önceleri destekleyen orta sınıfın, varlıkları sayesinde belirli bir kültürel düzeye ulaştıkça, laik ve liberal değerlere ve ideolojilere yaklaşmaları söz konusudur. Dünya çapında, dinin ve milliyetçiliğin yükselmesine rağmen, köhnemiş kültür ve ideolojilerin bir gelecek sunmadığı ve sunamayacağı giderek anlaşılmaktadır.
Savaş değil, sadece muharebe kazanılmıştır.
Askeri bir deyim kullanmak gerekirse, muhalefet savaşı değil, ama önemli bir muharebeyi kazanmıştır; ama savaşı kazanıp kazanmayacağı henüz belli değildir. Seçim, özellikle CHP için önemli mesajlar içermektedir. İlk mesaj –ekonomik alanda verilen mesajadır; Yeni Liberal Ekonomik Politikaları izleyen partiler, uzun dönemde halkın desteğini kaybediyor; üstü örtülü olan ikinci mesaj ise, Kürt sorununda izleyeceği stratejidir. Her iki mesaj, CHP’yi önümüzdeki süreçte zor sınavlardan geçirecektir. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte muhaliflerin izleyeceği politik strateji ve taktikler önemli rol oynayacaktır. CHP’nin 20 yıldır aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemesi işe yaramayacaktır. Kürt sorununa kalıcı çözüm bulamayan partilerin, milliyetçiliğe ve dine uzak duran demokratik Türkiye, bir başka deyişle ‘Demokratik Ulus’ kurma şansları yok. ‘Demokratik Ulus’ projesi, dinsel inancı ve de milli kimliği siyasetin aracı olmaktan çıkarmak demektir.
Erdoğan ve AKP’si, seçimlerdeki yenilgisini unutturmak ve millet ittifakının siyasal ve kültürel etkisinin güçlenmesini engellemek için çeşitli stratejiler geliştirecektir. Bu stratejilerden biri, muhtemelen Ortadoğu’ya yeniden müdahale etmeye kalkışması, özellikle Kürt bölgelerine karşı savaşa yürütmesidir. İsrail’e karşı diklenmesi gibi aksiyonların yenilenmesi de gündeme gelebilir
İtalyan sosyolog, ekonomist, elitizmin teorisyeni olan ve burjuvaziye akıl hocalığı yapan Vilfredo Pareto (1848-1923), “burjuva sınıfının Marx’ı” olarak görülüyordu. Pareto açısından, o dönem güçlü olan sosyalizmi çökertmenin en etkin yolu, milliyetçi duyguları sosyalistler arasında yaymaktır; sosyalistlere milli duyguları bulaştırmanın en iyi yöntemi ise ülkeyi diğer uluslara karşı savaşa sokmaktır. Çünkü savaş, milli duyguları canlandıran en etkili araçtır. Pareto’ya göre akıllı burjuvazi, sosyalistleri kullanmayı bilen, özellikle sosyalistlerin savaştan yana tavır almalarını sağlamayı başaran burjuvazidir. Pareton’un yaklaşık yüz yıl önce söylediği ve bugünkü sosyal demokratlar için de geçerli.
CHP’nin ve devletçi sosyal demokrasi entelijansiyasının Kürt sorunu karşısındaki sicilinin iyi olmadığı biliniyor. Dolayısıyla Kürtlere karşı savaş durumunda CHP’nin izleyeceği politika önemlidir. Eğer CHP, bu savaşa karşı durmazsa, AKP’ye karşı ilan edilmemiş olan ve pratikte uygulanan CHP-HDP ittifakı bozulacaktır. CHP-HDP seçim ittifakını bozmak için AKP, provokasyon dahil, çeşitli yöntemlere başvuracaktır. AKP’nin izleyeceği politikaları etkisiz hale getirmenin bir yolunu bulabilecek mi CHP? Göreceğiz. CHP CHP’nin 20 yıldır aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemesi işe yaramayacaktır.
AKP’nin izleyeceği ikinci strateji ise ekonomik kriz nedeniyle gelişecek tepkilerin önüne geçmek için baskının daha da artırılmasıdır. İktidara can simidi gibi tutunma mantığı, böylesi stratejileri gerektirecektir. Eski gücüne varmak için izleyeceği diğer popülist stratejilerin etkisi olup olmayacağı süreç içinde ortaya çıkacaktır.
AKP’nin gücünü kırmak için ilkin AKP’nin toplumsal desteğinin ve gücünün nereden geldiğini saptamak gerekir. Bu ayrı bir yazı konusudur, ancak bir noktaya dikkat çekmeği gerekli görüyorum. Burada ekonomik nedenlerden ziyade, kültürel ve ideolojik nedene değinmekle yetineceğim. Türkiye’de gerçek bir burjuva devrimi yaşanmadığı ve devrim kırlara götürülemediği için, kırsal kesimlerde muhafazakârlığın kültürel ve ideolojik gücü kendini korumuştur. Kapitalizmin aşırı hızlı gelişimi ve kırdan şehirlere göç, kültürel ve ideolojik muhafazakârlığı şehirlere taşımıştır. Refah partisi ile başlayan ve AKP ile devam eden süreç, kültürel ve ideolojik muhafazakârlığın siyasallaşmasıdır.
Erdoğan ve AKP’sinin izleyeceği diğer bir taktik ise, yırtıcı ve saldırgan siyaset yerine, küçük bir olasılık da olsa, daha yumuşak ve birleştirici popülist bir dil kullanılmasının gündeme gelmesidir. Ekonomin başına Kemal Derviş gibi birine getirme politikası da izlenebilir.
Strateji, Taktik ve Güncel Sorunlar
AKP’nin gücünün kırılması, iyi düşünülmüş stratejileri gerektiriyor. Günümüzün toplumsal koşulları ve sınıfsal güç dengeleri dikkate alarak, üç (stratejik, taktik ve güncel) alanda geliştirilecek hedeflerle AKP rejimine son vermek mümkündür. Stratejik hedef, uzun vadede AKP’nin toplumsal desteğini elinden almak, siyasal, kültürel ve ideolojik gücünü kırmaktır. Stratejik plan, hedefe ulaşmak, mevcut güçleri ve kaynakları esas olarak bu hedefe göre ayarlanması demektir. Özellikle sol hareketlerin yeni hamleler yapması gerekiyor.
Taktik hedef, önümüzdeki dönemde AKP’nin saldırılarına karşı duracak, muhalefet güçlerinin bir arada tutmayı başaracak planları gerektirir. Güncel hedefler ise, halkın günlük sorunlarına çözüm bulan tedbirlerdir. Yoksulluk, İşsizlik gibi sorunlar yaşayanlara, ideoloji ve kültürü veremezsiniz.
Son olarak şunu da belirtmek gerekir. ABD, Rusya ve Avrupa Birliği, AKP ve Erdoğan’a alternatif gördüğü an, onu bırakacaktır. İmamoğlu alternatif olabilir mi? Bunu zaman gösterecektir.