İşbaşındaki iktidar yasama-yürütme-yargının birbirinden bağımsızlığı ilkesini reddederek çöpe attı. İç savaş örgütlenmelerini gizlemeye saklamaya gerek duymadan tamamlıyor. Kısacası, sol kesimin cenazesini kaldırmaya niyetli.
Bizler ise, acilen Devrim Cephesi örgütlülüğünü tartışmalıyız. Aslında bu, aklımıza yeni gelen bir konu değil. Ötelerden beri, üzerinde çokça yazılma gereği duyulan öneme sahip bir konu.
Bilindiği gibi, sosyalizmin dünya genelindeki bunalımı, sol kesimde büyük bir kriz yarattı. Dünya genelinde yaşanan derin kriz, 12 Eylül döneminde yenilen sol yapıları sarstı. Toparlanma dönemini tamamlayıp atılım sürecine geçen sol örgütler de, bu vartayı atlatamadıklarından, mücadelelerini bir üst noktaya sıçratamadılar.
Uzun söze gerek yok, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardında, sol yapılanmalar dünya genelinde gerileme sürecine girdiler.
Bugüne dönecek olursak, ülkenin gündemine müdahale edebilecek güçten yoksun sol hareketlerin acil bir görevleri var. Faşizme karşı mücadele birlikteliğini yaratmak.
1960'lı ve 70'li yıllarda örgütsel ayrılıkları yaratan pek çok ciddi tartışma konusu vardı. Halk savaşı mı, ayaklanma mı? Kırlar mı temel, kentler mi? Sosyalist devrim mi, demokratik halk devrimi mi? v.b... Günümüze geldiğimizde ise, mevcut sol yapılanmaların tamamına yakınının yaptıkları neredeyse birbirinin aynı. Ancak, "solun birlik toplantıları ayrılıkla sonuçlanır," deyişine o kadar alıştırıldık ki, stratejik olmayan konuları temel ayrılık noktaları haline getirip tartışırken bitap düşüyoruz. Birleşmeyi tartışmak ise, hiç aklımıza gelmiyor. Peki, her an karşı karşıya kalacağımız iç savaş ortamında ne yapılacağını şimdi tartışmazsak, ne zaman tartışacağız?
Bu soru şu açıdan önemli; 12 Eylül tartışmaları sırasında, sol örgütlenmeler arasında mücadele birlikteliği tartışmalarının güdüklüğü ve cephenin yaratılamaması eksikliği dile getirildi. Bir eksikliği dile getirmek elbette olgunluktur. Fakat, 12 Mart ve 12 Eylül sürecinde yaşanan bu eksiklik, üstünden yarım asır geçmesine karşın, hâlâ giderilmiş değil.
Biliyoruz ki, örgütsüz toplum, köle toplumdur. Eğer yaşanılan örgütsüzlüğe son verilmezse, ülkenin geriye gidişini durdurmak olanaksız.
'Sol Cemaatleşme' türü küçük siyasal hareketler hiçbir devrimci hedefe ulaşamaz. Dolayısıyla, içinde çırpındığımız bu labirentten kurtulmalıyız.
Bertolt Brecht, "Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar!" der.
12 Mart ve 12 Eylül'de zindanlarda buluştuk. Eğer faşizmin zindanlarında yine buluşmak istenmiyorsa birliktek, cepheleşme tartışılmak zorunda. Çünkü, sürecin çok ama çok gerisindeyiz. Cephesel birliktelik olmazsa olmaz bir kuraldır.
Çıkarları devrimden yana olan sol kesimlerin oluşturacağı birlikteliklerde, dönüm noktalarına gelindiğinde, birileri tökezleyebilir veya rotasını değiştirebilir. Hatta kol kola yürüdüğümüz birileri, dönüm noktalarında bizi sırtımızdan bıçaklayabilir. Birlikteliklerde de pek çok risk söz konusudur. Kendi içinde taşıyabileceği bir çok olumsuzluk olsa da, ortak masada buluşulmalıdır. Üstelik, hemen her konuda anlayış birlikteliği içinde olunması da gerekmez. İki elin parmakları kadar ana maddede birliktelik sağlanmakla bile devrim yürüyüşü başlatılabilir.
Kısacası, “örgütlü halk yenilmez” sloganını pratiğe uygulamalıyız. Ülkemiz topraklarında yaşayan ezilen halkları devrime ikna ettiğimiz oranda, karşı-devrimin silahları etkisizleşecektir.
Devrimin 'öznel şartı' olan örgütlülüğü sağladığımız oranda, 'Venceremos! / Kazanacağız!' sloganını haykırabiliriz.