Son günlerde Türkiye medyasında PKK’yi »silahsızlandırma« konusunda epeyce yaygara koparıldığından, gene üstüme vazife olmadan bir kaç laf etmeden geçemeyeceğim.
Türkiye karar vericileri ne zaman Kürt hareketini kontrpiyede bırakmayı amaçlayan hamlelere kalkışsalar, »sol« liberal tribünler »demokrasi geliyooor« nidalarıyla ayağa kalkıp, tezahürata başlıyorlar. Sanırsın ki Kasımpaşa santraforü orta sahadan gol attı. Hoş, karşı takımı silah zoruyla sahadan çıkartıp boş kalan kaleye ben bile gol atarım, ama taraftar bu, görevi tezahuratta bulunmak.
İyi hoş da, bizim tribünde, yani emekçilerin, yoksulların ve ezilenlerin tarafındaki sessiz bekleyiş de pek hayra alâmet değil. Herkes pür dikkat kesilmiş, Kasımpaşalının hamlesini bekliyor – sanki devlet hiç faul yapmayan dünyanın en »centilmen« takımı.
Neyse, metaforu iyice yüzüme gözüme bulaştırmadan burada bırakayım ve ne demek istediğimi anlatayım. AKP hükümetinin Kürt Sorunu’nu çözme niyeti yok. Çözmek istese başta anayasa değişikliğini beklemeden demokratikleşmenin yolunu açar, seçim barajını kaldırır, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesini sağlar, kuvvetler ayrılığına saygı duyar, parlamenter demokrasiyi işletir, rehin aldığı binlerce insanı serbest bırakır, basın ve ifade özgürlüğünü güvence altına alır, Roboski Katliamı’nın faîllerini yargıya teslim eder, Abdullah Öcalan üzerindeki tecriti kaldırır ve sürdürüldüğü artık gizlenemeyen müzakereleri kamuoyuna açık yapar. Yani kısacası, burjuva demokrasilerinin olmazsa olmaz kriterlerine uymaya çalışır; polisini, ordusunu dizginler.
AKP tüm bunları ancak güçlü bir toplumsal direnişle karşı karşıya kalırsa yapar, daha doğrusu yapmak zorunda kalır. Direniş yoksa, siyaset değişikliği de olmaz.
AKP kötü niyetli olduğu için veya »devletin bölünme fobisi« nedeniyle değil, temsil ettiği / desteğini aldığı sermaye fraksiyonlarının çıkarlarını korumak için böyle davranır. Boşuna değildir uçak gemisi sevdası, polisin paramiliterleştirilmesi, ordunun müdahale savaşlarına hazır hâle getirilmesi. Kapitalist sermaye birikiminin gereğidir, sömürü düzenine direnenleri bastırmak, emek hareketini güçsüzleştirmek, Kürt hareketini tasfiye etmek ve ülke dışındaki yatırımları, pazarları, hammadde kaynaklarını askerî araçlarla güvence altına almak.
»Osmanlı sevdası« AKP’nin gericiliğinin değil, bölgesel-emperyalist heveslerin ifadesidir. Devlet ve siyaset üzerinde belirleyici olan İslam’ın değil, Dolar’ın yeşili, burjuvazinin gericiliğidir. Onun için sermayenin desteklediği hangi hükümet olsa, aynı şekilde davranır.
Nasıl »irtica ve bölünme tehditi« geçmişte kemalist elitler için bir egemenlik aracı olduysa, İslam ve Kürt Sorunu da AKP için birer egemenlik aracıdırlar. AKP, bu egemenlik araçlarını bugün en iyi kullanan siyasî formasyondur. Türkiye sermayesinin ve Batı’nın desteği bu yüzdendir.
Hiç bir iktidar elindeki egemenlik araçlarından gönüllü olarak feragat etmez. Nasıl bir anaconda yılanı, avını daha sıkı boğmak için sarılışını gevşetirse, AKP iktidarının da, şimdilik yumuşama gibi görünen siyaseti, baskıyı daha da artırma hamlesidir. Gerçek yumuşama, ancak karşı koyma sonucu elde edilir. Eğer bugün BDP heyeti Abdullah Öcalan ile görüşebildiyse, bu açlık grevlerinin ve Kürt hareketinin direnişinin sonucudur.
Evet, bu görüşmelerin sonuçlarını zaman gösterecek. Görüşmeler, kan dökülmesini durdurabilirse, gelecek için önemli bir iş yapılmış olacak. Ancak bu kadar iyimser olabilmek için fazla neden yok. Silahlı mücadaleye yol açan nedenler ortadan kaldırılmadığı, gerçek bir demokratikleşme süreci başlatılmadığı ve bölgede emperyalist emellerden vazgeçilmediği sürece, değişen bir şey olmayacak.
Kendi hesabıma egemenlere hiç güvenmedim. Kürt siyasetinin »antrenörlerine» naçizane tavsiyem, »baldırı çıplaklara« olan güvenlerini kaybetmemeleridir. »Baldırı çıplakların« perspektifinden geliştirilecek her siyaset »dik« durulabilmesine yardımcı olacak, radikal demokratik adımların atılmasını zorlayabilecektir.
5 Ocak 2013