Değişimden yana gözüken Sol'da da değişmeyen çok şey var. Sol'un da değişmeyen kalıpları ve dogmaları var. Hep aynı kalan sloganlar, idoller ve zihniyetler Solda ki tıkanmanın asıl nedeni. Oysa, değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir. Marksizm de diyalektik yasalar da bu açıklanır. Hem doğada hem toplumsal yaşam da yaşanan sürekli bir hareket, sürekli bir durmayan değişim söz konusudur. Bunu adım adım izleyemeyen ve doğru gözlemleyemeyen her alanda cevapsız kalır. Yani yolda kalır, akan sürecin arkasına düşer.
Bugün, bilişim çağında yaşıyoruz. Kendi yaşımı baz alırsam, son 60 yılda günlük yaşamımıza giren o kadar çok değişiklikler, yenilikler oldu ki, saymakla bitmez. En kaba örneği, 60 yıl önce saat de 100 km hız yapan arabalara gıpta ile bakılırdı. Bugün 200 km hız neredeyse standart. 60 yıl önce herkesin elinde kamera yoktu. Olanlar ya zengindi ya da TV kanalları idi. Fotoğraf veya video çekimi için fotoğrafçı dükkanlarına veya film stüdyolarına gitmeden olmuyordu. O da parası olanlar için geçerli idi. Kitap, dergi, gazete okumak da herkesin harcı değildi. Ancak, bunun için biraz parası olanların sahip olabileceği olanaklar arasındaydı. Telefonlaşmak genelde zenginlerin veya devlet kurumlarının odalarında ki bir ayrıcalıktı. İstanbul'a gitmek veya gidebilmek Anadolu halkı için sanki Avrupa ya gitmiş gibi bir şeydi. Denizi, plajları, uçak ve trenleri sadece sinemalar da gören milyonlar vardı. Daha buna benzer bir sürü şey, herkesin ulaşamayacağı kadar uzaktaydı.
Ya şimdi? Şimdi, 60 yıl uzakta olan her şey yakınımızda. Hatta cebimiz de. 60 yıl önce Anadolu dan İstanbul'a gidecek bilet parası olmayan, çok sayıda insan, bugün Avrupa'ya, hatta Dünya ya açılabiliyor. Haberleşme de mektup yazma yerine, cep telefonu ile anlık ve görüntülü iletişim kurula biliniyor. Bilgi ve haberleşme trafiği hem çok hızlı oldu hem de Dünya'nın en ücra köşesine ulaşan bir ağ kurdu. Tüm bunlar, kuşkusuz günlük yaşamımızda bir sürü değişikliği de beraberinde getirdi. Adı geçen bilimsel ve teknolojik gelişmelerin bize yansıyan değişikliklerini tek tek sıralamak istemiyorum. Bu uzun bir şey olur. Hem sabır gerektiren bir şey. O da ben de yok.
Benim, asıl değinmek istediğim şey, daha çok Sol'un toplumsal süreçte ki değişimlerden ne kadar nasip aldığı olacaktı. Bu konu da aslında uzun bir inceleme konusu. Ama ben sadece birkaç örnek üzerinden kestirmeden gitmek istiyorum. İlk önce, 1960'larda, 70'lerde, kısmen 80'lerde büyük şehirlerde güçlü ve dinamik olan Sol, neden bugün güçsüz ve çaresiz.? Hatta büyük şehirlerin dışında ki diğer şehir ve kasabalarda 1970- 80 arasındaki yükselen devrimci, sol dalgayı da buna ekleyerek, neden bunun bugün dibe vurduğunu sorabiliriz.? Bu sorunun cevabında ki ideolojik ve örgütsel yetersizlikler'in detayları üzerinde duracak değilim. Ama genel de tüm Sol'un ezilen kitleler nezdinde içine düştükleri ortak bir hatadan bahsetmek istiyorum. O da hem yakın devrim hayalleri hem de devrimi ahirete erteleyen yetmezlikleri ile ilgili.
1968- 78 kuşağına baktığımızda ölümüne muazzam bir fedakârlık var. Ve muazzam bir halk desteği var. 1980 öncesi Devrim için gerekli ön koşullara sahip olan Türkiye de tek eksik, bu muazzam fedakârlık ve halk desteğini doğru yönetememe ve onu çarçur eden bölünmüşlükler oldu. Bu yüzden 12 Eylül 1980 askeri faşist cunta karşısında ağır ve kanlı bir yenilgi yaşandı. Ve ondan sonra da Sol, bir daha belini doğrultamadı. 2013 de ortaya çıkan büyük Gezi direnişinin potansiyeli ağırlıklı olarak Solcu idi. Ama onu yöneten ve yönlendiren hiçbir Sol örgüt yoktu. Başsız bir isyan olduğu için de söndü gitti. Oysa tarihsel olarak devrim için bulunmaz bir moment idi. Orta da sokaklara akan milyonlarca halk var iken, onlarca " Sol " örgüte akacak ve bu örgütlere güvenecek milyonlar olmadı. Gerçi bunu kendine mal etmeye çalışanlar oldu. Ama gerçek de bu sadece avuntu olarak kaldı.
Peki halk, 1970- 80 arası olduğu gibi devrimci örgütlere neden artık güvenmedi? Bu sorunun kısa cevabı, çünkü halk, o zamana kadar, yani 2013 Gezi direnişine kadar Sol örgütlerin istediği her desteği fazlası ile vermesine rağmen istediğini geri alamadı. Bağış istediler, verdi. Evini aç dediler, açtı. Gençlerini, afişe, yazılmaya, korsan gösterilere, çatışmalara gönder dediler, gönderdi. Ucunda ölüm var, dediler öldü. Ağır işkenceler var dediler, katlandı. Uzun hapislik var dediler, onda da varım dedi. İşini kaybetti, aç kaldı. Çocuklarını işkenceler de çatışmalarda kaybetti. Olmadık acılarla ve felaketlerle baş başa kaldı. Yetmedi cezaevlerinde çocuklarının ölüm oruçlarında telef olmalarını çaresizce seyretti.
Avukat parası, ev kirası, mutfakta ekmek, aş parası bulamadı. Tüm bu zorlukların bedelini ödeyen halka Sol örgütler ne verdi? Sadece acı ve yıkım. Ve ahirete ötelenmiş kurtuluş vaadi ve devrim. Yani karın doyurmayan, yarasına ilaç olmayan kuru sloganlar. İşte bu yüzden halk da artık bunlara inanmıyor, güvenmiyor, yaldızlı laflara kulak asmıyor. Dükkân açar gibi fraksiyonlaşan örgütlerin tarikatvari yapılanmalarına sıcak bakmıyor. Halk, içi boş vaatlere değil, bizzat yanında ve önünde olan örgütlenmelere ihtiyaç duyuyor. Solculuğu ve devrimciliği geçim aracı haline getirenler den yaka silkiyor. Aç kaldığında ona aş getirecek, sokakta kaldığında, ona bir barınak sunacak, hasta olduğun da ona ilaç bulacak, içeri düştüğünde, onu savunacak bir avukat ve ailesine destek verecek, işsiz kaldığın da ona iş arayacak, ya da yaratacak örgütlenmeleri ve kurumları olmayan hiçbir örgütün bu anlamda halkın desteğini arkasına alması mümkün değil.
AKP ve Tarikatlar bu boşluğu sahtekârlık amaçlı olsa da doldurdukları içindir ki kitleleri peşinden sürükleme başarısını elde etmişlerdir. Aynı şey Filistin'deki Solcular için de geçerli. Filistin ve Mısır'daki İslamcı örgütlerin geniş kitle tabanı yaratmalarında ki sır, yoksul insanların sosyal sorunlarına el atmalarıdır. İnsanlar artık sorunlarına lafla değil, pratik de el atanlara bakıyor. Karın doyurmayan, ilaç olmayan içi boş propagandalara inanmıyor. Bu gerçeği ve değişimi gören Ovacık ve Tunceli belediyelerin'deki F. Maçoğlu örneği, toplumun tüm kesimlerin den onay ve destek alıyor. Dürüstlüğe ve üretkenliğe susamış kitleler, mevcut zor koşullarını iyileştiren dürüst ve namuslu bir Solcunun sosyalist üretim ve örgütlenme tarzına büyük sempati ve saygı duyuyor.
Sonuçta devrimi ahirete ertelemeyen, ölümleri güzellemeyen, acılardan beslenmeyen, aksine yaşamı önceleyen, onu daha iyi noktalara taşıyan bir perspektifi olan bir Sol' a ihtiyaç olduğunun altını çizmeliyim.