“Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana da sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görüyorsam oyum:
Ya sen? Ne görüyorsan o musun?”
(Ömer Hayyam)
İran'da Mahsa Amini'nin saçları görünüyor gerekçesiyle dövülerek gözaltına alınıp öldürülmesi sonrasında başlayan direniş dünya genelinde destek buldu.
1978'de Şah Pehlevi'nin İran'dan kaşışı öncesinde sol siyasal güçler, liberaller ve sağcılar ile birlikte mücadele ettiler. Kitlesel direnişler gerçekleştiren muhalefete direnemeyen Şah Mısır'a kaçması büyük etki yarattı. Sonuçta iktidarı Humeynici mollalar devralsalar bile, aslında İran solu mollalardan daha güçlüydü. TUDEH, Halkın Fedaileri, Halkın Mücahitleri, Peyker gibi sol tandanslı yapılar kitlelerin harekete geçirilmesinde büyük rol oynadılar. Ancak, “her devrim önce evlatlarını yer” sözünü haklı çıkarırcasına, Şahın ordusunu arkasına alan Humeyni, zaman yitirmeksizin sol güçlere saldırdı. Bu saldırıları boşa çıkaramayan sol güçler yenildiler. Mollalar inançları gereği şeriat sistemini uyguladılar. Baskılar her geçen gün artırılarak dinci/faşist diktatörlük oluşturuldu. Şeriat sisteminin kurallarını tam anlamıyla uygulayabilmek doğrultusunda Devrim Muhafızları ile ahlak polislerinin (İrşad Devriyeleri) önü açıldı.
Ahlak polisi, saçı gözüküyor gerekçesiyle Mahsa Amini'yi 13 Eylül'de gözaltına aldı. Yapılan işkence sonucu Amini 16 Eylül'de öldürülünce İranlı kadınlar direniş başlattılar. Başörtülerini çıkarıp ateşe atarak dans ettiler. Gösteriler giderek Mollacılığa karşı isyan hareketine dönüştü.
Kimi tekil olaylar toplumsal başkaldırıyı tetikler.
18 Aralık 2010'da Tunus'ta işportacı Muhammed Buazizi'nin kendini yakması sonrasında da “Arap Baharı” olarak nitelenen ayaklanmalar, silahlı isyanlar başlamıştı. Ülkemizde de 27 Mayıs 2013'te iş makinelerinin Gezi Parkı'na girip ağaçları kesmeye başlaması Gezi Direnişi'ni başlatmıştı.
İran'da 16 Eylül sonrasında yaşananlar Gezi'ye benzemektedir. Dinci/faşist diktatörlükler toplumu terörize ederek her şeye yön vermek isterler. İnsanların nasıl giyineceklerinden kaç çocuk doğuracaklarına kadar herşeylerine müdahale ederler. Ne var ki, bu yanlar toplumda içten içe tepkiler oluşmasına yol açar. Gezi Direnişi de, Taksim'e Topçu Kışlası yapmak niyetindeki iktidarın ağaçları kesmesine karşıt olarak başladı. Fakat “asıl mesele üç ağaç değil”di. Çevre korumacılığı şeklinde başlayan direniş, faşist iktidarın toplumun yaşam biçimine müdahalesine itiraz etti, Taksim-Lice kardeşliği noktasına ulaştı. 79 ilde on milyonlarca insan direnişe bir biçimiyle katıldı, destek verdi. Gezi'nin AKP iktidarının yüreğine bitmek bilmeyen korkuyu salmasının gerçek sebebi budur.
İran'daki molla karşıtı isyan iktidarın yüreğine korku saldı. İran'daki gelişmeler hakkında tek kelime etmekten kaçınmalarının arka planında işte bu korku yatmaktadır. İran'daki direnişin ülkemize yansıyacağından korkuyorlar. “Yeni Gezi” korkusu o kadar büyük ki, protesto eylemlerine orantısız şiddetle karşılık vererek sindirmek istiyorlar. İran'daki Mahsa Amini isyanının ülkemize yansıyacağı kaygısı içindeler. Gezi Direnişi istenilen sonuca ulaşamasa bile, mücadeleler tarihine öyle kazındı ki, silmeleri mümkün değil. Gezi türü direnişler yenilgi ile bitmiş olsa bile, kazanımları yok edilemez.
İran halkının pek çok şehirdeki direnişi kendiliğindencilikten kurtarılıp örgütlü bir hale dönüştürülmek zorundadır. Bu isyan örgütlü bir şekle kavuşup, ortak hedefler belirlenirse Mollalar sistemini çökertme veya en azından ağır yaralar alması sonucunu yaratabilir. Kalıcı sonuçlar alma yönünde örgütlülük yaratılıp mücadele yürütülmezse, Gezi Direnişi'nde olduğu gibi başarısızlıkla sonuçlanabilir. Bunlar yapılmazsa, Mollalar bu isyanı bastırarak işi tersine döndürüp diktatörlüklerini güçlendirme becerisini gösterebilirler. 1978'den bu yana pek çok direniş gerçekleştiren İran halkının son direnişi de bunlardan biridir. Bu direniş olumsuz sonuçlansa bile, Molla rejimi yıpranacak, eski gücünü yitirecektir.
İran'da yaşananlardan dersler çıkarmalıyız. Çünkü, AKP iktidarı İran'ı örnek almaktadır. İstanbul Sözleşmesi'ndeki imzalarını geri alanlar, kadına şiddetin ve katillerin önünü açtılar. Hemen her gün en az bir kadın erkekler tarafından öldürülmektedir. Saldırılar kadınlarla sınırlı değil. Kürt ulusu ile tüm azınlıklar ve aleviler düşmanlaştırılıp “ötekileştirilmiştir”. Hastaların doktorlara şiddet uyguladığı bir ülke haline getirildik. Dinciliği sapkınlıklarına perde yapmaya çalışanların çocuklara yönelik taciz ve tecavüzleri ise derin yaralarımızdan biridir. Müzisyen Onur Şener, faşist çevrelerin marşı haline getirilen “Ölürüm Türkiyem” parçasının sözlerini bilmediğini söylediği için iki müsteşar ve bir mühendis tarafından öldürülmüştür. Gerçek suçlular bu suçları işleyenler değil, onları bu suçları işlemeye azmettirip yönlendirenlerdir.
Yirmi yıllık iktidarları ile şeriatı getirmeye çalışanların milat kabul ettiği 2023 seçimleri sonrasında varmak istedikleri nokta, dinci/faşist mollalıktır. Seçim sonrasında, ülkemizin mollaları da kadınlarımıza Mahsa Amini gibi davranacak. Saçlarının ucunu bile göstermemeleri istenecek. Aykırı davranışlar en ağır şekilde cezalandırılacak.
İranlı kadınlara verilmesi gereken destek, sadece kadınların değil hepimizin görevi. Mahsa Amini'ye destek için kesilen saçlar, faşizmin alaşağı edilmesi mücadelesinde devrimci alevleri körüklemektedir.
Sözlerimizi Ömer Hayyam'ın “hacı hoca takımı”na yönelik dörtlüğü ile bitirelim.
“Adil davranmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun kaç para
Hırka, tesbih, post, seccade güzel ama
Tanrı kanar mı bunlara"