“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam evradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!”
Bu dizeler Can Yücel’in Deniz Gezmiş’in anısına yazdığı “MARE NOSTRUM / Uzun Koşu” adlı şiirinden alıntıdır.
Her altı Mayıs günü Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı bu şiiri okuyarak anmak elbette çok güzeldir. Onların şahsında her milliyetten 80 milyona yaklaşan Türkiye halkının şehitlerini anmak, anılarının ışığında dünyaya bakışımızı değerlendirerek Türkiye’nin genç nesillerini devrimci bir bilimle donatmak çok güzel bir davranıştır. Bir olaydır. Ama gerçekten bugün onları anmak için mezarı başında toparlananlar, bilimin devrimci ruha ışık tutması için çalışıyor mu?
Bizim 1968 kuşağının önderleri olan Sinan Cemgil, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş'in doğrudan başını çektiği veya içinde yer aldığı guruplar sanırım bugün kendisine devrimci ve demokrat diyen guruplardan bilgiye, topluma, siyasetçiye, Sendikacıya, okul yönetimine öğretmene ve öğretim görevlilerine yaklaşımı çok farklıydı.
Onlar sürekli öğrenmeyi yeğlerlerdi, yöneticilerle, konuşmacılarla kavga yapmak ve onları konuşturmamak için bir düşünceyi akıllarından bile geçirmezlerdi. Olumsuz bir davranışta bulunanları şiddetle kınarlardı.
Örneğin bir Milletvekili, Bakan veya bir işveren, bir Sendikacı ekonomi alanında konuşacağı bir toplantının tarihi belli olur olmaz günlerce o konu üzerinde çalışılırdı. Türkiye'deki ekonomi ile gelişmiş ülkelerdeki ekonomi karşılaştırılırdı. Ona göre sorular hazırlanırdı. Bu konuda uzmanlaşmış anlatılanları kavrayarak yapılan çalışmaya anlaşılır bir dille anlatabilecek iki, üç kişi sözcü olarak seçilirdi. Onlar soruları sorar konuşmacının bu alanda sadece yetersizliğini ortaya koymakla kalmazlardı. Asıl hedef politik yanlışlığı ve yanlış politikanın bu alanda ülkeye getirdikleri zararları sorulan sorularla o toplantıda bulunanları düşündürmeye, bu alanda konuşmacının temsil ettiği politik anlayışın olumsuzluğunu kanıtlamaktı. Ama bu soruları sorarken karşısındakine, kişiliğine hakaret etmez, ona saygılı davranır ve saygı çerçevesi içinde sorulması gereken ve halkın bilmesi gerekeni bu yolla halka ulaştırmayı amaçlardı. Bununla bilgili, konuya hâkim öğretim görevlilerini, yani ekonomistleri, sendikacıları, hatta işverenleri etkilerlerdi. Bunu yaşamın her alanında (sağlık, çalışma, tarım, savunma, iç işler-güvenlik, eğitim vs.) yaparlardı.
Böylece halkın ve o toplantılara katılanların devrimci gençliğe sempatiyle yaklaşmasını hatta sahip çıkmasını sağlamış olurlardı. Bir biçimiyle mevcut devlete, işverenlere, işçi ve memur kuruluşlarına bağlı kurumlarının düzenlediği her eylemi devrimci düşüncenin anlatıldığı platformlar haline getirmeyi amaç edinirdi. Bunu bilgi ve sabırla sürdürürlerdi. Bunun için toprak işgallerine, işçi grevlerine ve toplumsal platformlara hazırlıklı giderlerdi. Gittikleri her yerde bilgi ve saygınlıkları nedeniyle sevgi ve saygı görürlerdi.
Dışarıda izlediğim kadarıyla bugün ki yüksek okul gençliği kendisini bilimle donatarak bu platformları kullanmak yerine konuşmacıya taş atmak, yumurta atmakla hem kendi geleceklerini karartıyorlar, hem de devrimci, demokrat gençliği halktan uzaklaştırmış oluyorlar. Çünkü halk sorunlarını yöneticilerden daha bilgili daha açıkça ortaya koyan, onlardan daha olgun davranan insan ister, sever saygı duyar.
Ayrıca bilgiyle donanmış birey bilir ki bir oturumda, sohbette dinlemesini bilmeyen, konuşmasını bilmeyen, bağıran - çığıran, olay yaratan, yumurta, domates atanların yaptıkları her şeyden önce devrimciye, demokrata yakışmayan bir tavırdır. Bunu yapanın kendisine olan güvensizliği ve saygısızlığın belirtisi olarak algılanır. Elbette ki bu tür davranışlar her şeyden önce devrimci düşünceye saygısızlıktır. Çünkü devrimci düşünce gerçek demokrasiyi - sosyalizmi, Marksizm’i savunur. Devrim bilimin yoludur. Bu bilgisizliğin karşısına bilgiyi, kötünün karşısına iyiyi, yanlışın karşısına doğruyu koymaktır.
Bunun için devrimciler gerçek demokrattır. Demokrasi ve sosyalizmim önce farklı düşüncelerin açığa çıkmasını, onların özgürce, rahatça kendilerinin ifade edilmesinin güvencesini yaratırlar. Ardından o farklı düşüncelerin yararlı olanların ve zararlı olanların temelini irdeleyerek herkesin anlayacağı bir dille ortaya koyarlar.
Gerçekten devrimci olanlar her fırsatta mevcut devlete, işverenlere, işçi ve memur kuruluşlarına bağlı kurumlarının düzenlediği her eylemi devrimci düşüncenin anlatıldığı veya en azında yararlanılabilinen platformlar haline getirmeyi amaç edinir. Bunun için bilgi ve sabır gerekir. Böylece o platforma katılanların devrimci düşüncenin ve istemlerin dinlenmesini sağlamış olurlar.
Bu platformları kullanmasını bilmeyenler ve bugün ki kötü gidişattan sorumlu olanları sabırla dinleyerek ardından bilgileriyle sıkıştırmasını bilmeyenlerin, onları yumurtayla, konuşmalarını engellemeye ve toplantıları provoke edenlerin Deniz Gezmiş- Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın dünya görüşleri ile uzaktan yakından bir ilişkisi olamaz. Onların bugün Deniz Gezmiş- Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın mezarları başına gidip slogan atmaları, türkü söylemeleri beni sevindirmiyor, bana acı veriyor. İnanıyorum ki başta o hareketin önderi olan Hüseyin İnan ve yoldaşları olan, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil elbette Mahir Çayan ve arkadaşlarının kısacası tüm canını vermiş devrim şehitlerinin ruhları da acı çekiyordur.
Onlar bilimle, bilgiyle yola çıkmaya gittikleri toplantılarda kargaşa yaratmayı değil, bilinmesi gerekli olanı olgunlukla anlatmayı açıklamayı bildiler. Karşılarında bulunanları dinlemesini bildikleri kadar, karşısında ki azılı düşmanlarının bile onları sabırla sonuna kadar hayranlıkla dinlettirmelerini biliyorlardı.
Bu üç Devrimci idam sehpasında ayakları altındaki sehpaya kendileri vurmadan önce “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının mücadele birliği” diye bağırdılar. THKO’nun önderi olan Hüseyin İnan idam sehpasına çıkınca şu sözleri haykırdı:
„Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu
Ve bağımsızlığı için savaştım.
Bu bayrağı, bu ana kadar şerefimle taşıdım.
Benden sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum.
Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler!
Kahrolsun faşizm!”
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın şahsında tüm devrim şehitlerinin önünde saygı ile eğiliyorum. Anılarının bilimle donanmış bir gençliğe ışık tutmasını diliyorum.
Mustafa Suphi, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve Arkadaşlarının yolunda yürümek isteyenler şunu da unutmamaları gerekir:
Başkalarına akıl vermeyi alışkanlık haline getirenler önlerinde bulunan çukurları göremezler. Ama başkaların birikimlerinden yararlanmasını bilenlerin daima yolu açık, toprakları verimli, gök mavisi güneşli olur. Çevresi mutluluğun meyvelerini bölüşmesini bilenlerle sarılı olur. Hedeflerine sağlam adımlarla yürürler…
Münster 06. Mayıs. 2009