„Bükemediğin bileği öpeceksin!“
Hakim olana teslimiyet ancak bu kadar güçlü-açık ve net formüle edilebilir. Böyle bir ifadenin dile girmesi, dilde yaygınlaşması, söylendiği vakit ne kastedildiğinin hemen anlaşılması; ancak yüz yıllara yayılan bir tecrübeyle mümkün.
Mesele bu derinlikte ele alındığında içinde yaşadığımız toplumun karanlıkta kalan(ya da bırakılan) sosyo-politik yapısı çıkıyor karşımıza.
Bu ifade hakim-galip olanı meşru görüp güçlendirirken, mağlup-ezik olanı çaresiz kılıp, zayıflatır. Yorumlayacak olursak; mağlup-ezik olanın hakim-galip olanın iktidarına tabii olması en „akıllıca“, en „olması gereken“ şeydir. Aksini yaptığında yani güce karşı direnip yine yenildiğinde durumunun sorumlusu artık kendisidir. Üçüncü tarafın verdiği mesaj özetle bu anlama gelir.
Peki üçüncü taraf ne hakla yapar bunu?
Cevap; Yüzyılların kendisine verdiği tarihsel-hukuksal bir hak tecrübesine dayanarak.
Bu „hak tecrübesi“ de bence „Biat Kültürü“ geleneğinden çıkar gelir, baş köşeye oturur. „Bükemediğin bileği öpeceksin.“ demek biatın halk diline yerleşmiş halidir.
Nitekim TDK Biat kelimesini şu şekilde tanımlar;
„ biat, -ti // Ar. bey¤a a. esk. 1. Bir kimsenin egemenliğini tanıma. 2. tar. Osmanlı Devleti'nde padişah öldüğünde tahta geçecek oğlunun devlet yönetimindeki etkili gruplarca kabul edilip onaylanması.“
Ancak iktidar aygıtının nasıl işlediğine dair, bu tanımın tarihsel ve toplumsal manada neleri kapsadığına baktığımızda sadece Osmanlı´ya değil, genel olarak İslam kültüründeki semitik toplumlara özgü bir yönetme ve yönetilme manzarasıyla karşılaşırız.
İslam ve Biat
Arapça bir kelime olan Bey´a İslamiyet öncesinde alışveriş ederken pazarlık sonucunda anlaşma sağlandığında ellerin birbirine vurulması manasında kullanılmıştır. İslamiyet´in kuruluş aşamasındaysa peygamberin halifeliğinin kabulü ve ona bağlılık yemini edilirken ilk kez(?) sosyo-politik bir nitelik kazandığı söylenebilir.
Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Araştırmaları Merkezi adlı bir internet sayfasında Biat kelimesiyle ilgili şu satırlara rastlıyoruz;
„Hukukî yönü itibarıyle alım satım, vekâlet ve hibe gibi çeşitli akidlere benzetilmesine rağmen aslında kendisine has sosyopolitik bir akid olan biat, gerekli şartları taşıyan bütün müslümanlar için vâciptir. Ayrıca gerçekleştirilmiş sahih bir biat akdine vefanın hükmü de budur. Bu hususun Kur’an’daki delili şu âyettir: “Ey Peygamber! Sana biat edenler aslında Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Şu halde biatından dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği ahde vefa gösterene ise O büyük bir ecir verecektir” (el-Feth 48/10).“
Biat; Cangiz Kallek / Cilt 06. sayfa 122
Bu ayetin yanısıra peygamberin ölümünden sonra halifeliği tanınanların da(Ebu Bekir, Osman, Ömer, Ali, Muaviye, Yezid...vs.) kendilerine biat ettirdikleri, bu biat törenlerinin sıkıntılı politik süreçlere(hatta cinayetlere) yol açtığı bilinmektedir. Konuyla ilgili olarak İsmail Beşikçi´nin İsmail Beşikçi Vakfı adlı internet sayfasında Alevilik ile ilgili makalelere bakılabilir.
Yine Cengiz Kallek´ten yapılan bir alıntıda ilk biatlardan şöyle bahsedilir:
İlk Biatlar:
Hz. Peygamber (asm), her vesileyle Allah'ın dinini anlatmaya gayret etmiştir. Hz. İbrahim'in dininden arta kalan ve bir örf şeklinde devam eden hac mevsimi, Resulullah için iyi bir fırsattır. Engellemelere rağmen, hac mevsiminde civardan gelenlere dini tebliğ eder, onları tevhide çağırır. İşte, böyle bir hac mevsiminde, Medine'den gelen on iki kişi Allah'ın dinini kabul ederler. "Allah'a şirk koşmamak, hırsızlık ve zina yapmamak, çocuklarını öldürmemek, namus iftirasında bulunmamak, maruf şeylerde Peygambere isyan etmemek" üzere biat ederler.(2)
Diğer yıl daha kalabalık bir grup hâlinde gelirler. Resulullah'la buluşurlar.
Şu biatı yaparlar:
Gerekirse savaşacağız.
- Hem dar günümüzde, hem rahat günümüzde; hem hoşumuza giden hem de gitmeyen hâlde, seni dinleyeceğiz ve itaat edeceğiz.
- Seni kendimize tercih edeceğiz.
- Komutanlarımıza muhalefet etmeyeceğiz.
- Nerede olursak olalım, hakkı söyleyeceğiz.
- Allah yolunda, kimsenin ayıplamasından korkmayacağız.(3)"
Bütün bunlara dayanarak Anadolu ve Ortadoğu´daki İslam kültüründe biatın iktidarı teyit ve tescil eden temel-hukuksal bir sistem olduğunu söylemek yanlış olmaz.
-
Peki bu hukuksal sistem halk(lar)ın iktidarla(devletle) olan ilişkilerine ve kendi içlerindeki düzeneğe nasıl yansımıştır?
-
Biat sosyo-ekonomik değil de sosyo-politik manada halifelikten önce kullanılmış mıdır? Kullanıldıysa hangi çap ve nitelikte kimlere biat edilmiştir ya da kimlerden biat alınmıştır?
-
Semitik toplumların herbirinin tek tek değer sistemleri biat kültüründen nasıl etkilenmiştir?
-
Hakim olan Müslüman-Türk toplumun dışında kalan, -dezavantajlı durumdaki Hristiyanlar, Yahudiler ve kutsal kitabı olmayan doğa dinlerine mensup diğer etnik grupların biatla ilişkisi ne düzeydedir?
-
Tarihsel ve güncel yapı gözetildiğinde bugün yaşanan sosyo-politik gelişmelerde biat geleneğinin etkilerini nasıl gözlemek mümkün?
-
Anadolu toplumlarının kendi iç yapılanmalarında(töre-aşiret-sülale, pir-mürid-şeyh ...vs.) liderlik ve hiyerarşi biata benzer motifler taşımakta mıdır?
-
1908´de İttihad ve Terakki´nin 2. Meşrutiyet´i ilan etmesi ve bu temel üzerinden 1923´te Cumhuriyet´in kurulmasi biat geleneğini ne derece ve hangi nitelikte ortadan kaldırmıştır?
-
Biat geleneği ve kültürü – bugün hala yerleşmemiş olan demokrasi, çoğulculuk ve tartışma kültürünün gelişmesini engelleyen sebeplerden biri olabilir mi?
Tüm bu soruların cevabını bir yazının hatta bir kaç kitabın içine sığdırmak elbette mümkün değil. Ama bence bu sorulara cevap aramak, kendi coğrafyamızı anlamak, sorunları tespit etmek, dolayısıyla uzun vadeli ve kalıcı -gerçek çözümler üretmek açısından ipuçları verecektir.
Hatta belki karanlıkta kalan-bırakılan tarihimizi anlamak açısından bir başlangıç olacaktır.
Köln, 31.03.2018
Soné Gülya