KANAKE-1
„Bushido mu Xatar mı?“
Uzak bir kentteki yorucu bir toplantıdan sonra eve dönerken bindiğim tren arıza yaptı. Ancak bir kaç aktarmayla gece geç vakitte yaşadığım kente varabildim. Tramvay durağına gitmek istediğimdeyse yürüyen merdivenlerin de tamirat nedeniyle kapatılmış olması, beni başka bir çıkışa, merdivenlere gitmeye zorladı. Sinirlenemeyecek kadar yorgundum. Ama merdivenlere yaklaştığımda bir grup yeni yetme gencin ellerindeki bira şişeleriyle merdiven basamaklarına yayıldıklarını, sigara ve haş dumanı altında rep dinleyerek kafa salladıklarını görünce ne yapacağımı bilemedim. Aralarından geçmek zorundaydım. Önce beni farketmediler. Farketsinler ve kalkıp yolu açsınlar diye tam karşılarına geçip, ellerimi ceplerime koyarak bekledim. Beni farkettiklerinde şaşkın bir sessizlik oldu. Gece karanlığında sadece dinledikleri rep müziği havada asılı kaldı. Belli ki; „Bu kadının bu saatte burada ne işi var?“ sorusundan çok, „Bu kadın neden karşımızda durmuş bize bakıyor?“ sorusu onları meşgul ediyordu.
Aniden otoriter ama bir annenin koruyucu sesiyle; „Bu saatte burada ne işiniz var sizin?“ diye ilk soruyu ben yönelttim. İçlerinden biri sanki beni önceden tanıyormuş gibi „Doğum günü kutluyoruz abla!“ dedi. Kimin doğum günü olduğunu sordum, cevap verdiler. Doğum günü olan gence dönüp, annesinin böyle soğuk bir havada merdivende oturduğundan haberi olup olmadığını sordum. Yoktu. „Annen şu halini görse hem çok kızar hem de üzülür. Öyle değil mi?!“ dedim. Hak vermiş olmalı ki, çaktırmadan elindeki sigarayı ayağının altına atıp ezdi. Havayı yumuşatmak için „Peki dinlediğiniz bu müzik ne? Bushido mu, Xatar mı?“ diye sordum. Hepsi birden birbirlerini dürterek canlandı. „Oooo…!!!“ dediler. „Abla?!!!!…“ Benim yaşımdaki bir kadının repçileri tanıması onları hem sevindirmiş hem de heyecanlandırmıştı. Pek de ilgisi olmayan bir kaç şey söyleyerek, olabildikleri kadar saygılı bir şekilde benimle sohbet etmeye başladılar. Ayak üstü onlara „Konu hakkında daha bilgili!!!“ olduğumu ispatlamaya (!) çalışır gibi zaman zaman röportajlarına ya da filmlerine denk geldiğim diğer repçilerden de bahsettim. Onların zorlu, ‚acıklı‘ hayat hikayelerinden, kendi aralarında yaşadıkları rekabetten falan… Derken tramvayın gelmesine beş dakika kala, yolu açmalarını söyleyince, toparlanıp bana yol verdiler. Bu yetmezmiş gibi, bir de elimdeki çantaları yüklenerek yardım etmek istediler. Yardımı kabul ettim. Birkaçı benimle birlikte durağa kadar geldi. O sürede onlara arada bir yaşlarını, isimlerini, okul durumlarını sorduğumu hatırlıyorum, ama verdikleri cevapları unuttum gitti. Ben tramvaya binerken içlerinden biri, gülümseyerek yaklaştı, çantamı elime verdi ve „Abla ya, sana bir şey sorabilir miyim?“ dedi. Merakla „Tabi ki, buyur!“ dedim.
„Sence Bushido mu Xatar mı?“
Birden bu çocuksu sorunun onun için ne kadar ciddi ve önemli olduğunu farkettim. Doğru cevabı verebilmek için biraz bekledikten sonra, teatral bir tavır takınarak;
„Hmmmm…“ dedim, „Bu çok zor bir soru. Ama bence „C“ şıkkı.“ Kocaman şaşkın bakışlarına dayanamayıp, „C“ şıkkının ne olduğunu da açıkladım. „Yani sen!“
Çocuklar ne dediğimi anlamayıp bir süre bakakaldılar. Derken içlerinden biri ne kastettiğimi farkedip; „Haaa tamam!… Anladım!“ diyerek gülümsedi. Soruyu soranın ensesine bir tokat patlatıp, „Ya, oğlum… işte… Tamamdır abla! Mesajı aldık! Ben bunlara anlatırım!“ dedi.
Tramvaya rahatlamış bir ruh haliyle bindim. Sanki bütün yorgunluğum „Mesajı aldık!“ bildirimiyle geçmişti. Peki mesaj neydi? diye soracak olursanız; çok kısa ve öz aslında:
„Sen boş ver Bushido ve Xatar´ı. Onları örnek alman gerekmez. Kendin ol, kendi yolunu çiz, o yolda ilerle.“
Labirent
Bunlar hayatın eşiğinde nereye gideceğini bilemeden ayaklarının altına kendi elleriyle labirent döşeyen masum çocuklar… Neredeyse attıkları her adımda o labirente bir çıkmaz yol daha eklediklerinde ilerlediklerini zannediyorlar. Yalnız kaldıklarında bacakları titremeye başlayınca, birbirlerine yaslanıyorlar hemen. Yani bir gruba dahil olmak zorundalar. Tabi ki ellerinde pahalı telefonlar, ayaklarında marka ayakkabılar, üstlerinde yine reklam yazılarının olduğu „pahalı“ ceketler var. Bunlar var olmasına var da… Eee cepleri hep boş! İnternetten ısmarlanan ünlü markaların sahte ürünleri maalesef çocukların yoksulluğunu örtmüyor! En kötüsü de bu çocukların kendilerini yarına hazırlayacak, bu yoksulluktan kurtaracak bir planlarının, hedeflerinin olmaması!
Almanya´nın yerlisi olmayan, yerli olmamaktan dolayı da kendini bir türlü Almanya´ya ait hissetmeyen, dolayısıyla kurban psikolojisine kapılan yitik bir kuşaktan bahsediyorum. Bu kuşak kendini „kötü niyetli karşıtının“ yani buradaki yabancı düşmanlarının gözlerinden görüyor, hatta onların tek kelimelik ifadesiyle tanımlıyor: „Kanake!“.
Yanlış! Hem de çok yanlış!
İşte başta Bushido ve Xatar olmak üzere, gerek sosyal medyada, gerekse müzik piyasasında öne çıkan repçilerin çoğu, - aslında son derece gereksiz ve yüzeysel olan, bu kavramın içini doldurup bilerek ya da bilmeyerek bir „Kanake Kültürü“ yaratıyorlar. Bu bir sır değil. Rep şarkılarının sözlerini dikkatle dinlediğinizde, toplumsal sorunların karşısında öfkeli, reddeden, küfürbaz, çözümsüz, „şiddete karşı şiddet“ anlayışını meşrulaştıran, fiziksel ve maddi gücü hayatla baş edebilmek için kutsayan, hedefe koyan hem sözlü hem de görsel ifadelere rastlayacaksınız. Bu video kliplerini eğitbilimsel bir artalan bilgisiyle izlediğinizde, yukarda bahsetiğim arayış içinde olan gençlerin nasıl manipule edilerek bir hizaya sokulduğunu, kötü tecrübelerin normalleştirildiğini ve hatta bazı repçilerin kriminal biyografilerine özendirildiğini fark edeceksiniz.
Yukarda sözünü ettiğim gençler gibi yaşayan gençler maalesef saatlerce dinledikleri bu rep şarkılarını yeterince anlayabilecek, sorgulayabilecek durumda değiller. Gerek yaşları, gerekse sosyal ve ekonomik koşulları gereği yukarda sözü edilen labirentte nereye gideceklerini bilemeden dönüp duruyorlar. O arayış sırasında şarkılarla kendilerini özdeşleştirirken öğrendikleriyse şunlar:
-
Ben kimim?- Kanake, cool! Bir Kanake nasıl giyinir? Saçlarını nasıl kestirir? Nasıl kas yapar? Hangi tonda konuşur? Konuşurken Almanca´ya Türkçe, Kürtçe, Arapça kelime ve küfürleri nasıl, hangi durumlarda ekler? Ne yer, ne içer? Ailesine nasıl davranır? Sevgilisi var mıdır? Sevgilisi olsa bile genel olarak kadına bakışı nasıldır? Homoseksüeller neden böyle iğrenç mahluklardır? Almanlar neden zengin, ama korkaktır?! Erkeklik neden güçle bire bir eş değerdedir? Silah ve hele hele fiziksel güç neden elzemdir? Çalışmadan zengin olmanın yolu var mıdır!? En pahalı arabayı kim sürer? Beladan kaçmak mı yoksa ters bakanın üstüne atlamak mı gerekir? Cesaret nedir? Dostluk-sadakat hangi durumlarda geçerlidir? „Bro“ kime denir?
Müzik piyasası repçilerin Kanake Kültürü´ne katkı sunan şarkı sözlerini ve video kliplerini önce hazırlayıp, sonra profesyonel bir şekilde pazarlarken, kuşkusuz hedef grubu olarak gördüğü bu gençlerin ilgi ve algısını da hesaba katıyor. Ben şahsen o videoları arayış içindeki gençlerin gözleriyle izlediğimde, bunların onlar için ne kadar çekici olabileceğini ürpererek fark ediyorum. Görsellerden, ritme, ritimden kullanılan sözlü ifadelere kadar herşey çirkin ama çekici. Son olarak; bu videolarda hedef grubuna sunulan hayvani bir hayat perspektifi var; Nahrungskette! Yani „Hayat güçlü olanın zayıfı yok etmesi üzerine kurulu. Bu yüzden ne pahasına olusa olsun güçlü olanın adamı olacaksın!!“