Darmstadt Üniversitesi'nde öğretim görevlisi Yener Orkunoğlu'nun "Aydınlanma ve Din" başlıklı yazı dizisinin son bölümüne yer veriyoruz.
Yani toplumların içinde bulunduğu koşullar çekilemez bir durumdaydı, koşulların düzeleceğine dair umut yoktu. Koşulların çekilemezliği evrensel bir durum almıştı. Durum çıkışsız görünüyordu. Bu durumda ya umutsuzluğa düşmek ya da en bayağı zevklere sığınmak vardı. Ancak olanağı olanlar zevklere sığınabiliyordu, ki bunlar küçük bir azınlığı oluşturuyordu. Bütün sınıflar içinde, maddi kurtuluştan umut kesen, bunun karşılığında teselli ve manevi kurtuluş arayan geniş bir kesim vardı. Eski dinler çözülüp gitmişti, Stoacılık felsefesi de Epikür okulu da, büyük çoğunluğun teselli ve manevi kurtuluş arayışına cevap olamıyordu. ‘Bir çıkış yolu gerekliydi. Ama bu çıkış yolu bu dünyada değil. O zamanın koşullarında, yalnızca din böyle bir çıkış yolu sunabiliyordu. Yeni bir dünya keşfedildi. Bedenlerin ölümünden sonra ruhun varlığını sürdürdüğü inancı, yavaş yavaş bütün Roma’da kabul edildi.’ (Engels, MEW Band 22, s. 464).
Hıristiyanlık, evrensel bir din olarak ortaya çıktı. Hıristiyanlıktan önceki dinlerde iki farklı dine bağlı olanların bir araya gelmeleri mümkün değildi. Farklı din mensupları birlikte ne yiyebiliyorlar, ne içebiliyorlar ne de birlikte bir iş yapabiliyorlardı. Hıristiyanlık, eski dinleri birbirinden ayıran etkinliklere, törenleri tanımıyordu. Hıristiyanlık, ayrım yapmaksızın bütün halklara hitap ederek, benimsenebilir evrensel bir dil haline geliyordu.
Hıristiyanlığı ilk benimseyenler kimlerdi? Engels’e göre halkın en alt katmanları olan ‘emekçiler ve ezilenler’di. Peki bu katmanlar kimlerden oluşuyordu, kentlerdeki yoksul ve düşkün özgür insanlardan, özellikle azat edilmiş kölelerden, Roma eyaletlerinin yönetimi altına giren kırsal bölgelerde borçlarını ödeyemediği için zamanla köleleşen küçük köylülerden oluşuyordu.
Fransız Aydınlanmasından farklı olarak Alman Aydınlanması, din sorununa çok yönlü yaklaşmıştır. Eski toplumların ekonomik, siyasal, entelektüel ve ahlaki çöküşü, evrensel din olarak Hıristiyanlığın doğmasına zemin hazırlamıştır. Ama dinlerin ortaya çıkması, öznelliği ve sembolleri gerektirir. Öznellik konusunda şöyle diyor Engels: ‘Dinler, kendileri dinsel gereksinim duyan ve kitlelerin dinsel gereksinmelerini anlayan insanlar tarafından kurulur ve genel kural olarak, bu, okul felsefelerinin işi değildir. Buna karşılık, her şeyin dağıldığı dönemlerde, felsefe ve dinsel dogmalar vülger biçimler halinde sığlaşır ve yaygınlaşır.’ (Engels, MEW Band 19, s. 299).
Bruno Bauer’e göre Hıristiyanlığın gerçek babası, İ. S 40’lı yılında çok yaşlanmış olan İskenderiyeli Yahudi Filon’dur. Romalı stoacı Seneca, deyim yerindeyse Filon’un amcasıdır. Hıristiyanlık, bir sentezin, Yahudi gelenekleriyle, Yunan ve Stoacı felsefelerin sentezinden doğmuştur. Doğu ve Batı görüşlerinin uzlaşması, daha o dönem bile Hıristiyanlığın esaslı şu tasarımlarını içermektedir: Günahın insanda doğuştan var olduğu; Logos; insan ve Tanrı arasında bir aracı; hayvanların kurban edilmesi değil, kalbini Tanrıya sunma yoluyla adak; ve nihayet din felsefesinin, dünyayı tersine çeviren şu esaslı çizgisi: din, taraftarlarını, yoksullar, sefiller, köleler, dışlanmışlar arasından ararken; zenginleri, güçlüleri, ayrıcalıklıları hor görür ve buradan bütün dünya zevklerinin hor görülmesini ve bedene eziyeti kural olarak dayatır.
Engels’e göre Yunan felsefesinin son biçimi, özellikle Epikuros öğretisi ateist materyalizme götürürken, Yunan felsefenin vülgerleşmiş biçimi, tek-tanrı ve ruhun ölümsüzlüğü öğretisine götürmüştür. Böylece tek tanrıyı savunan felsefe ile ona hazır ve bir Tanrı sunan halk dini bir noktada çakışırlar. Bunun sonucu olarak Yahudiler arasında herkesin anlayacağı duruma getirilmiş olan Filon’un kavramlarının işlenmesi, Hıristiyanlığın doğumuna zemin hazırlamıştır. Böylece hem Yunanlılar hem de Romalılar için kabul edilebilir olan bir din ortaya çıkmıştır.
Dinlerin doğması, yayılması sembolleri de gerektirir. Engels’e göre Hıristiyanlığın tamamlanması için bir şey eksiktir: Sembolün bir kişide cisimleşmesi ve bu kişinin çarmıhta günah ödeyici olarak kurban edilmesi. Marx-Engels, Alman Aydınlanmasının din analizinden çok yararlandılar. Dinlere özgürlük istediler, ama bunun liberal bir söylem olduğunu unutmadan. Esas hedefleri, dine ihtiyaç duyan toplumu eleştirerek, dini aşmaktı. Marx-Engels ve Lenin’in din konusundaki görüşlerinin ayrıntılı analizini başka bir yazıda ele alalım.