Dolayısıyla sanat da bilim de ve felsefe de olduğu gibi yaşamı en yoğunlaşmış biçimiyle temsil eder. Zira yaşam insanı insanileştiren özelliğini yansıtmaktır.
Statükonun devamını savunan, egemen güçlerden yana tavır koyan, ezilen bir toplum içinde üzerine düşen görevi yerine getirmeyen bir vasfa sahipse, O aydın bir insandan değil ancak okumuş bir insandan söz etmemiz mümkün olur. Dolayısıyla aydın olma özelliği devletçi tutum sergilediği sürece toplumsal gerçeklikten, insan ilişkisinden kopmuş demektir.
Çünkü Aydın insan; haksızlığa karşı, savaşa karşı insanlık için, emekten yana baş kaldırdığı sürece aydın olma görevini yerine getirmiş olur. Cesaret bir aydın da olması gereken özelliklerin başında gelir. Korku ve baskı her zaman her çağda egemen güçlerin egemenliklerini korumak ve arttırmak için kullandıkları en önemli silahlarıdır. İktidar; korku salmaksızın egemenliğini sürdüremez.
İşte bu bağlamda aydın(lar)ın emeğe duyduğu sorumluluk gereği her daim duyarlıdır. Dünyanın neresinde bir baskı ve savaş varsa orada onurlu olan aydınlar da vardır.
Biliyoruz ki Kürdistan coğrafyası baskının, yobazlığın ve ırkçılığın saldırısı altındadır. Geçmişten günümüze toplumsal olaylarda ve siyasal düşüncelerden dolayı çok ağır bedeller verdi. Ermenisi, Kürdü, Alevisi, Süryanisi, Sosyalisti-Komünisti, aydını ve muhalifi egemen sistemle karşı karşıya geldi. Egemenler, toplumsal ve siyasal gelişmelere destek verenlere karşı dış mihraklarla bağlantılı, işbirlikçi, bölücü ve vatan haini kampanyası geliştirdi. Sözüm ona kendine Türk 'aydını' (okumuşu) misyonu biçenler, onurlu aydın olamadılar, olamazlarda.
Kürtler de, Aleviler de, Süryaniler de, Ermeniler de yalnızlığa terk edildiler. Hatta bu devletin sözüm ona aydınları devletin zulmünü öven sözler söylemekten bile kaçınmamaktadır. Devletin savaş politikasından rahatsızlık duymayanlar yeri geldiğinde kendilerine aydın etiketi takmaktan da geri kalmıyorlar. Oysa sözüm ona aydın yaftasına sığınanlar hiç bir bedel ödemiyor. Toplumsal ve siyasal gelişmelere karşı Tv kanallarında, gazete köşelerinde ve oturdukları koltuklarında ukalaca ahkam kesiyor. Dinci-Türkçü kindarlıklarıyla bayağılaşarak iktidar gücünden yana taraf olduklarını anlatıyorlar. Devletin aydınları ortalık yerde ayrıcalıklı lüks yaşamla, devletin tv kanalarında ya da yandaş medyanın kanallarında ceplerini doldurmanın ayrıcalığını sergiliyorlar.
Devletin okul bitiren aydınları istediği kadar kendilerine sözde" aydın" sıfatı ile ortalık yerlerde dolaşsın. Gerçek aydının kimliği ortalık yerde duruyor. Onun için bedeli ne olursa olsun azgelişmiş bir ülkenin aydınında zulüm karşısında sadece basit bir izleyici olmak gibi bir lüksü yoktur. Kısaca Alman aydınlarının karşılaştıklarına bir göz atalım. Neden Almanya örneği? (Dünyanın birçok yerinden örnekler vermek olanaklı) Alman Nazilerin geliştiği dönemde, Hitler hükümetine destek veren ve vermeyen bilim insanları arasında çelişkiler yaşanmaya başladı.
Bu siyasal ayrışma sonucu toplumsal olaylara duyarlı olan aydınlar çok ciddi kayıplar verdi. Çok ağır cezalar kesildi, bedeller verildi. Alman aydını, Fizikçi Leo Szilard Hitler iktidara geldikten sonra şöyle diyor; "Sorarlardı, 'Pekala, diyelim ki buna karşı çıkacağım bununla ne yararım dokunacak? Pek bir yararım olacağını sanmam, olsa olsa etki gücüm azalır. O halde niye karşı çıkayım?' diye düşünenler ve mevki sahibi olmuşlar vardı. Bu zihniyetin temsilcilerinde vicdan ve ahlak yoktu.“
Haksızlığa karşı çıkmadan hiç bir direnişin olmayacağını düşünen aydınlar direnen, uzlaşmaz ve cesur aydınlardır. Einstein'in Hitler'e yönelik açık muhalefeti sonucu Almanya'da hep hain sözcüğü ile eş anlamlı olarak anılmasına yol açmıştır. (12 Eylül faşist darbesinin şefi Kenan Evren „Aydınlar Dilekcesi“ne imza atanlara hain damgası vurmuştu. Darbeyi alkışlayan Türk medyası toplumsal ve siyasal davalarda yargılanan barış derneği yöneticilerine vatan hainleri, anarşist gibi yaftalar takmıştı.) Hitler iktidarı aldığı zaman Einstein Amerika’daydı. Hitler'in yaptıklarından dolayı Prusya Bilimler Akademisi'ndeki görevinden istifa ederek Alman hükümetiyle tüm ilişkilerini kestiğini açıkladı. Naziler, Einstein’ın mallarına el koyduğu gibi bununla da yetinmeyip kellesine fiyat biçtiler. (Türk Cumhurbaşkanı R.T.E aydınları karanlık, güruh ve alçak ilan etti. Barış için Akademisyenler bildirgesine imza atan aydınlar hakkında dava açıldı.)
Devletin hukuksuzluğunu barış için akademisyenler bildirgesiyle kamuoyuna duyuran ve Güneydoğu'da yaşanan devlet terörünü teşhir eden aydınlardı. Cumhurbaşkanı bundan dolayı aydınların bildirgesine tahammülsüzlük gösterdi. Aydınların haksızlığa karşı öncelikli meselesi bir ucundan bulaşma değil, direkt tavır belirleme ilişkisidir...
Okumuş olmakla aydın olmak arasında ki farkı anlamak için ilkeli olmak gerekir. Bayrak, millet ve din ticareti yaparak aydın olunmaz. Olsa olsa devletin güdümlü okumuşu olur. Devletin aydın düşmanlığı her daim oldu ve olmaya da devam ediyor. Dünyanın hali uyutmaz düşündürür aydın olan insanı. Aydın olma hali duyarlılığı ve varlığı ile ortaya çıkar.
Devletin okumuşları için para şıkırtısı her şeyden güzel gelir. Devlete yaranmak için her an her yerde yalaka olur, lüks yaşam için her türlü pisliğe tıpış tıpış koşarlar. Tarihi çarpıtmayı, bilgiyi çarpıtmayı çok severler. Her iktidar değişikliliğinde gelen ağam giden paşam şarkısını söylerler. Öyle bir çıkar ilişkisinde yarışır ki, en aşağılık yaratık olmak için yarışır.
Sorun, dünyayı kan gölüne çeviren savaş ve silah tacirlerine karşı insan olmak sorunudur. Sorun, insanlığını kaybedenlere karşı, kötülüğü yenmek için adaletli olmak sorunudur. Sorun,Irkçı ve dinci bataklıkta, kindarlık yapanlara karşı insan sevgisini, saygısını gösterme sorunudur.
Eğer insan olmak istiyorsak, kindar bir yaratık olmaktan kurtulmalıyız. Alıştırılan-alıştığımız kötülüklerden kurtulmalıyız. Kandığımız, uyuduğumuz hallerden kurtulmalıyız. Yoksul, zalimin ateş hattında, canını korumaya çalışırken avuç açar tanrısına.
Savaşın cenderesinde bir yudum suya hasret de göğe uzatır ellerini yalvarır tanrısına. Ama kalabalık soytarılar topluluğu ve devletin okumuşları asla.