Bugünlerde Avrupa'nın ve özellikle de Almanya'nın Türk devleti ile yaşadığı gerilimler gündemin ana konusu oldu. Böyle olmasında şaşılacak hiç bir şey yok aslında. Erdoğan'ın özellikle son dönem politikaları, doğrudan Avrupa'ya ve Avrupa'nın savunduğu sisteme, değerler bütününe karşı savaşçı bir tutumu içermektedir. Aslında bu duruma bir an'da, veya konjektürel bir gelişme sonucunda gelinmedi. Bu bir süreçti, gelinen yer sürecin karekteristik özelliklerinin en belirgin bir biçimde açığa çıktığı durumdur. Kıyametin kopması da bundandır.
Avrupa devletleri, Türk devletini yöneten Erdoğan'ın islami-faşist politikalarını zamanında ve isabetli olarak analiz edememiş veya doğru yaklaşmamıştır. Yaratılmasında, Türk devletinin önemli payının olduğu Suriye savaşı başladığında, Avrupa devletleri, Türk devletinin bu savaşçı faşist politikalarını mülteci sorununa indirgemiş, sorunu, daha çok kaç mülteci barındırılacağı gibi gayri ahlaki bir düzeyde ele almayı tercih etmiştir.
Halbuki Türk devletinin politikaları, hem daha kapsamlı ve Avrupa'ya yönelikti, hem de mülteciler konusunda Türk devleti santaj yapıyordu. Eğer o gün Avrupa devletleri, mülteciler konusunda paniğe kapılıp, Türk devletine taviz üstüne taviz vermeye yönelmeselerdi, gerçeğin böyle olduğunu daha kolay ve daha erken görebilirlerdi.
Türk devleti Suriye'den gelen mültecileri hiç bir ülkeye göndermeyecekti. Çünkü Türk devletinin üzerinde varlığını kurduğu ve sürdürdüğü temel toplumsal dayanağı mültecilerden oluşmaktadır. Bu devletin, 'Türk milleti' diye ırkçığa dayanak yaptığı toplumsal katmanların büyük bir kısmı, Balkan, Kırım, Rusya vs göçmenleridir. O nedenle bugün mülteciler, en kolay yolda ve bir çok kolaylıklar sağlanarak vatandaş yapılmaktadırlar.
Türk devletinin Avrupa devletleriyle bugün yaşadığı çatışma, sanılandan çok daha kapsamlı ve deriniklidir. Aslında işin bu denli vahim olduğunu kimse aklına bile getirmek istemiyor. Erdoğan'ın yönettiği Türk devleti, kuruluşundan bugüne kadar olan süreçteki temel politikasını değiştirmiş bulunmaktadır. Bugüne kadar Avrupa ile bütünleşmeye çalışan Türk devleti, son iki yıldan beri Avrupa'dan kopmanın yolunu döşemektedir.Bu nedenle Erdoğan'ın yönettiği Türk devleti için Avrupa, bütünleşilmesi gereken ve özenilen bir değerler bütünü değil, tam tersine 'gavur' ve 'kafir' olarak 'en büyük düşman' dır artık.
Daha ilginç olanı da Erdoğan bu politikaları, Kemalistlere rağmen değil, 'Kürt karşıtlığı', 'devletin bekaası' ve 'Türk ırkçılığı' zemininde Kemalistlerle kurduğu ititfakla sürdürmesidir.
Kısacası Erdoğan son ikiyüz yıldır sürdürülen Avrupalılaşma projesini bitirmek istiyor ve hızla buna doğru yol alıyor. Bu anlamda Lozan tartışması bir dil sürçmesi değil, henüz zamanı gelmediği için afişe edİlmemiş olan bir projenin kızgınlıkla açıklanmış halidir.
Erdoğan'ın uygulamaya çalıştığı bu politik projenin hem tarihsel, hem kültürel, hem de sosyolojik bir arka planı bulunmaktadır.
Türk devleti kurulduktan sonra ne Osmanlı geçmişinden ne de Halifelikten vazgeçmiş değildi. Bu iki temel kavramın ifade ettiği sosyo- politik gerçeklik, Türk devletinin gerçek sahipleri olduklarını düşünenlerin hafızasında hiç silinmemiş, arada geçen yüz yıla rağmen, bazen gizli gündemi, bazen de büyük hasretle özlenen gelecek hayali olarak, varlığını sürdürmüştür. Böyle olduğu içindir ki bugün Erdoğan, 'dış düşman' edebiyatının da cazibesiyle, toplumu, Osmanlı ve Halifelik hayalleri peşinde sürükleyebilmektedir.
Dünyanın henüz tam olarak anlayamadığı galiba budur. Erdoğan, eğer yapabilirse, Türk devletini müslüman devletlerin lideri haline getirerek ve buradan alacağı güçle, Avrupa ile bağlarını kopartıp, yeni bir dünya gücü olabileceğini düşünmektedir. Erdoğan bu hayalini, topluma, hem dayatmakta, hem pazarlamakta, hem de bu hayalin yarattığı etkiyle toplumu hareketlendirmektedir.
Dananın kuyruğu da burada kopmaktadır. Bu politikanın başarısı için Erdoğan'ın, iradesizleştirilmiş Kürtlere çok fazla ihtiyacı bulunmaktadır. Kürtler, Erdoğan'ın bu hesaplarına tabii olsalardı, bu planın gerçekleşmesi daha fazla ihtimal dahilinde olacaktır.
Ancak Kürtler bu tuzağa düşmediler, bu oyunda oyuncu olmayı kabul etmediler. Kürtler iradesizleşmeyi kabul etmedikleri, Erdoğan'ın bu gerici hesaplarına payanda olmadıkları için Erdogan, Kürtlere savaş ilan etmiş bulunmaktadır.
Erdoğan'ın Kürtlere karşı başlattığı savaş, Ortadoğu'da ve Avrupa'da yaşananların temel nedeni olduğu gibi bu savaşın bitirilmesi de yaşanan sorunların çözmünün ilk adımı olacaktır.
Ancak Türk devletinin Kürtlere karşı sürdürdüğü bu savaşın konumuz açısında çok önemli olan bir başka boyutu bulunmaktadır. Bu savaş, Türk devletinin, Avrupa'ya yönelik olarak sürdüreceği savaşın bariyeri olmuştur. Eğer askeri Kürt güçleri, Kürt gerillası, Türk devletini ve onun has müttefiki olan IŞİD ve benzeri örgütleri bölgede engellememiş olsalardı, Türk devleti Avrupa'yı kan gölüne çevirebilirdi. Gerek dolaylı olarak desteklediği çeşitli terör örgütleri vasıtasıyla, gerekse doğrudan yönettiği MİT gibi kurumları aracılığıyla Türk devletinin Avrupa'daki bir çok saldırıda parmağı olduğu bilinmektedir. Türk devletinin Avrupa'da yürüttüğü bu saldırıların nedeni dönemsel, lokal ve geçici olarak görülemez.
Çünkü Erdoğan'ın Halifelik ve Padişahlık projesi sadece Kürtlere, Alevilere ve bölgenin demokrasi güçlerine karşı bir proje değildir. Bu proje aynı zamanda Avrupa'ya karşı bir projedir. Padişah ve Halife olmuş olan bir Erdoğan, eğer Kürt güçlerini de bastırabilirse, IŞİD vasıtasıyla Avrupa'yı karıştırarak, Avrupa'ya bağımlı bir güç değil, eşit bir patner olmayı hesaplamaktadır. Devamından da ecdadının hayalini gerçekleştirmek ve Viyana kapılarına dayanmak için seferlik ilan edebilir.
Sürecin bu şekilde gelişmesini önleyen, Erdoğan'ın bu planını bozan yegane güç, Kürtler oldular. Kürtler, Rojava'yı yaratarak, IŞİD'in varlığını zora düşürerek, Türk devletinin hareket kabiliyetini sınırlandırarak Erdoğan'ın bu planını bozmuş oldular. Dolayısıyla Kürt askeri güçleri, Kürt gerillası, Türk devletinin Avrupa'ya karşı izlemek istediği düimanca politikaları uygulamasına imkan ve fırsat vermeyerek, engel olarak, bir bakıma Avrupa'nın geleceğini kurtaran bir rol oynamaktadır.
Avrupa devletleri bu gerçeği doğru degerlendirerek Kürtlerle birlikte bir hareket planı kurmak durumundadırlar. Böylece hem Türk devletinin bu düşmanca politikalarına, hem de Ortadoğu'da yaşanan gericilik kaynaklı sorunların çözmünü sağlamaya yönelebilirler. Bugün Ortadoğu'nun ve Avrupa'nın sorunlarının çözmünün anahtarı Kürtlerin elindedir. Kürtleri zayıflatmayı, onlara yönelmeyi amaçlayan siyaset, çözüm olanaklarını da ortada kaldıran siyasettir.
Avrupa devletleri, ekonomik çıkarlarının yanında geleceği de düşünmek zorundadırlar. Bu nedenle de Kürtlerle işbirliği yapmanın dışında bir çözüm yoktur. Faşizme ve islamı gericiliğe karşı Kürtler, bugün, insanlığı ve insanlığın ürettiği birikimleri savunmaktadırlar. Bu gerçeğe uygun olarak, Ortadoğu'nun geleceği faşist Türk devleti ile değil, Kürtlerle birlikte tüm Ortadoğu halklarıyla kurulacaktır. Aksi durumda sadece Kürtler değil, tüm insanlık kaybedecektir. Kürtlerin ve Kürdistan'ın özgür olmadığı bir gelecekte ve bir dünyada, Avrupa devletleri dahil, hiç kimse huzurlu olamayacaktır. Avrupa devletleri huzuru, faşist Türk devletine taviz vermekten değil, tam tersine, faşizme daha kararlı bir karşı koyuşla ve mücadele eden güçlerle işbirliği yaparak bulabilirler.
Faşizm ve işbirlikçileri bir kez daha yenilecektir. Geleceği küçük hesap yapanlarla, sığ'lıkta boğulacak olanlar değil, gögü fehtetme ruhuna sahip olanlar kuracaktır.