1996 yılı hiçte halkların özellikle İşçi emekçilerin beklenen umutlarını dünyamızın hiç bir yerinde çiçeklendirmedi.
Hep kargaşa, savaş, terörle geçti. Bu yılda işsizlik her yerde artı, göçler aklın bile zor kabul edecek seviyede oldu. Bir umut uğruna başta Afrika ve Ortadoğu’nun savaş ve kargaşa alanlarından yolla çıkanlar binlercesi yolda hastalanarak, denizlerde boğularak sınırlarda sınır güvenlik güçlerin kurşunlarıyla yaşamını yitirdi.
Bütün bu acılar düşünen, halktan, işçiden, emekçiden, ezilenlenlerin safında olan ve sömürülenin sesi olan sanatçılarında uykusunu kaçırdı, sağlığını, bir biçimiyle en azında psikolojik olarak etkiledi.
Sağ olsunlar, yasadığım kentin Belediye Başkanı’ın himayesinde Avrupa’da yaşayan Türkiyeli yazarlar grişimi, Almanya Ver di Sendikası’na bağlı olan Kuzey Ren Westfalya (NRW) Eyaleti’nin Yazarlar Birliği ile Edebiyatçılar Birliği ve Radyo Kaktüs Münster e. V. “MOLLA DEMİREL’in Edebiyat ve Sanatının 50. Yılı Şöleni”ni düzenlediler.
Bende haber alınca geçen yıl sonsuzluğa yolladığımız eşim Sakine’ye ve son iki yıl içinde yazdığım şiirleri çok beğendikleri için bunları bir kitapta toplamaya karar verdim. Bir yanda işsorumluluğu öbür yanda, ev ve bahçe işleri, İlticacılara, göçmenlere eğitim sorunu olan gençlere yardım çabası çok yordu beni.
Buna birde Münster'de her 5 kişiden dördün yakalandığı grip eklenince şölenin hemen ertesi günü yatağa düştüm.
Bu işe yaramadı dersem doğru olamaz. En azında bu etkinlik için gelen mektupları, posta kartlarını, kitapları sakin bir ortamda gözden geçirme olanağı buldum.
Elbette gelen kitap ve mektup ve posta kartların bir kısmını mutlaka paylaşacağım.
Kitaplardan ilk önce değerli dostum Ender İmrek'in bana yolladığı “BEN DE SANA ONU SÖYLEYECEKTİM” adlı romanını okumaya karar verdim. Bu kitabına şu cümleleri yazmış ve yollamıştı:
Sevgili Dostum
Molla Demirel’e
50. Edebiyat ve sanat yılını kutlar, sağlık ve başarılar dilerim
10. 12. 2016
Ender İmrek
Yatakta severek bu kitabı okudum. Ender İmrek politik makaleler köşe yazılarıyla tanınır.
Ancak ben yazdığı bu romanı okuyunca Orhan Kemal’dan sonra işçilerin sendika ve sınıf mücadelesini en iyi yazan bir yazar olduğu kanaatına vardım. Öyledir de.
Bu roman sadece çoşkulu 70’li yıllarından 12 Eylül 1980 Faşit Askeri darbeye uzanan süreden kesitler vermekle kalmıyor. İyi incelenip üzerinde düşünüldüğünde 70 yılları öncesi ve sonrasi işçi, emekçi sınıfların mücadelesi ve onlar adına yolla çıkanların sınıf bilincindeki durumlarını, karanlığa giden yolda o bilgi eksikliğinin rolünü de veriyor. Böylece işçi ve emekçilerin sadece günlük yaşamın zorluklarını değil, üzerine çöken karanlığı yırtma ve yeni ışıklı bir pencere arayışını, örgütlenmenin başarısı için pratikte gerekli ve zorunlu olan metodları da masalımsı bir dille okuyucuya çok ustaca sunuyor. Kitapta yer verdiği karekterleri çok iyi seçmiş. Bilinçsiz muğlak düşüncenin karşısında sınıf bilinciyle tutarlı ve cesaretle duran kişilik var.
Yazar ülkedeki sınıfsal mücadelenin geleneklerini ve toplumsal resmini çiziyor. İşçi sınıfı ve çevresinde yaşanan çok ciddi sorunları ustalıkla gözler önüne seriyor.
Türkiye edebiyatında köylülüğün tarım yaşamından kentleşmedeki okul - bilgi gelişimine akışa yönelmeyi en iyi işleyen Fakir Baykurt olmuştu. Ancak Adana’da gelişen sanayi işçi sınıfın örgütlemeye daha insanca bir ücret ve yaşam arayışını veren Orhan Kemal olmuştu.
Ender İmrek sadece Türkiye’nin değil dünyanın önemli bir sanayi ve ticaret metropolu olan İstanbul’un ve sanayi işçilerin olduğu her yerdeki işçi ve emekçilerin sesini, örgütlenişini ve onlar adına örgütlendiğini söyleyen örgüt ve partilerin yetersizliğini de kırmadan dökmeden (kimsenin adını vermeden) çok ustaca işliyor. Polemiklere yer vermiyor. Yaşanan ve yaşanabilecek olan olaylara ışık tutuyor, anlaşılır yalın bir dille.
Sonuç olarak bir ülkenin toplumsal kargaşası içinde ki derinliklerinde umutla onur kavgası veren bir avuç insanın yaşam öyküsünü verirken bunların kendi aralarındaki çelişkileri ve dayanışmayı da okuyucuya sunuyor.
Bu kitapta okuduklarımızı çevremize baksak ne kadar gerçekçi olduğunu rahatlıkla görürüz. Okuyucuyu sadece bir sınıf mücadelesinin kavgasının içine sürüklemekle kalmıyor. Okuyucuyu sık sık düşündürüyor ve fabrika işçileri arasında ve onların yaşadığı evlere, mahallelere götürerek bir nevi bir keşif gezisi yaşatıyor. Evrensel Basın Yayın’dan çıkan bu kitabı sadece her öğrenci, her aydın değil mutlaka her işçi ve emekçi okumalıdır.
Bu kitabın son cümleleri şöyle:
“Milyonlarca işçi ve emekçi vardı. Mücadele içeride ve dışarıda kıyasıya sürecekti…”
Öyle anlaşılıyorki bu kitabın ikinci cildi yolda, gayret et. Bu tür kitaplara işçi ve emekçi sınıfın çok ihtiyacı var. Yurt dışında yaşamanın işte böyle zorlukları var, ülkede yayınlanan bütün eserleri takip etme olanağın olmuyor.
Değerli dostum Ender İmrek kutluyorum seni. Ne iyi ettin ki bu kitabı yolladın bana. Sana teşekkür ediyorum…