Uluslararası ve bölgesel güçlerin küresel savaşı, ‘Büyük Ortadoğu’ bölgesinin bütününü kapsayarak gelişiyor. ABD’nin stratejisyenlerinden Robert Kagan ve William Kristol, “Bu savaş Afganistan’da bitmeyecek. Yayılarak, değişen şiddette olmak üzere birçok başka devleti içine alacak” diyorlardı. Son 15 yılın verilerine bakıldığında Irak, Libya ve Suriye’den sonra Yemen’in çatışma merkezine dahil edilmesi, bölgesel savaşın çok daha uzun süre devam edeceğini ve Afrika’ya doğru yayılacağını gösteriyor.
Yemen’in yüzölçümü yaklaşık olarak 528 bin km² olup, nüfusu da 26 milyondur. Yıllık Gayri Safi Milli Hasılası ise 58 milyar dolar olup, 1,100 dolarlık kişi başına milli geliriyle, Arap bölgesinin en yoksul ülkelerinden biri olarak biliniyor. Ortadoğu’da, Umman Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz kıyısında olan Yemen, doğusunda Umman ile kuzeyinde ise Suudi Arabistan ile sınırdır.
Peki, Yemen’in önemi nereden geliyor:
Birincisi Yemen’in henüz işlenmeyen enerji rezervlerine sahip olduğu düşünülüyor. Birçok küresel şirket Yemen’de ve Aden Körfezi’nde petrol ve doğalgaz araması yapıyor.
İkincisi Süveyş Kanalı – Kızıldeniz – Bab’ül Mendep Boğazı ve Aden Körfezi hattında Hint Okyanusu’na açılan Körfez’in kesişim noktasında duruyor. Bab’ül Mendep Boğazı, Güneydoğu Asya’yı Süveyş Kanalı’yla Akdeniz’e ve Avrupa’ya bağlayan dünyanın en önemli kısa deniz ticaret yollarından biridir. Hürmüz Boğazı ile aynı stratejik öneme sahip olan Aden Körfezi’nin kontrolü aynı zamanda Ortadoğu’daki ilişkilerde güç olmanın önemli halkalarından biridir.
Üçüncüsü Kızıldeniz üzerinden Ortadoğu tarafından Yemen, Afrika tarafından Eritre ve Somali iki bölge arasındaki geçiş noktasını oluşturuyor. Bu bakımdan her üç ülkedeki dengeler, Merkez Ortadoğu ile Orta Afrika arasındaki ilişkileri belirliyor.
Dördüncüsü, Ortadoğu petrol tankerlerinin yaklaşık yüzde 10’u Kızıldeniz ve Aden Körfezi üzerinden geçiyor. Bu bölgenin kontrol edilmesi özellikle petrol gemilerinin denetimi bakımından son derece önemlidir. Olası bir bölgesel krizde Süveyş Kanalı ve Aden Körfezi’nin kontrolü hayatı derecede önemlidir. Örneğin, Süveyş Kanalı’ndan geçen gemilerden elde edilen gelirler, Mısır’ın GSMH’sinde önemli bir pay oluşturuyor.
Ortadoğu’da dengeler değişirkenOrtadoğu’nun güç ilişkileri yeniden şekilleniyor. Son 10 yıl içerisinde, İran’ın bölgedeki ağırlığı önemli oranda artmaya başladı. Güvenlik Konseyi üyeleri ve Almanya ile nükleer enerji anlaşmasının son aşamasına gelmiş olması, İran’ın bölgesel liderlik pozisyonunu güçlendirmeye başladı. İran’ın artan etkinliği, sadece Irak ve Suriye ile sınırlı olmayıp, Pakistan, Afganistan, Yemen ve Körfez devletlerini de kapsayarak genişliyor. Şii nüfusu üzerinde çok belirgin bir etkisi olan İran, bölgesel politik istikrarın veya tersten istikrarsızlığın önemli faktörlerinden biri olarak ön plana çıkıyor. İran’ın bölge devletlerinin iç politik dengelerini etkileyecek düzeyde ağırlığının artması Suudi Arabistan başta olmak üzere bütün Körfez ülkelerini rahatsız etmeye başladı.
İran’ın Irak ve Suriye’den sonra askeri ve politik etkisinin arttığı tartışılan Yemen’de nüfusun yaklaşık olarak %35-40’ını Şii kökenli Husiler oluşturuyor.
Şiilerin ağırlıkta olduğu Ensarullah gerilla hareketi uzun zamandır merkezi hükümeti yönelik yürüttükleri savaşta başkente dahil olmak üzere ülkenin çok önemli bir bölümünü kontrol altına aldı. Yemen’de iktidar gücü olmaya başlayan Ensarullah Hareketi, IŞİD ve El Kaide gibi halka yönelik insanlık dışı saldırılara, katliamlara ve kadınların kaçırılıp pazarlanması gibi yöntemlere başvurmuyor. Ele geçirdiği yerlerde etnik ve mezhepsel dengeleri sağladığı için hem Sünni halk tarafından destek görüyor hem de resmi ordunun önemli bir desteğini aldı.
Sünni blok
Bölgesel güç ilişkilerinin bir tarafı olan Suudi Krallığı önderliğinde oluşturulan savaş koalisyonuna Pakistan ve Türkiye’nin de destek vermesi, fiilen Sünni bir bloğun oluşturulmasıdır. Arap Birliği Dışişleri Bakanları Konseyi tarafından onaylanan, 150 bin kişilik “Ortak Arap Askeri Gücü”nün kurulması, bölgedeki güç ilişkilerinin Sünni blok lehine yeniden dizayn edilmesi bakımından önemli bir hamle olarak görülüyor.
Uluslararası ilişkilerde ise Yemen’e yönelik saldırı temkinli karşılandı. Obama yönetimi, bugünkü süreçte Yemen’e yönelik bir askeri operasyona doğrudan müdahil olmak istemediğini ifade etti ancak Körfez devletleriyle de bir sorun yaşamak istemediğini hissettirdi. ABD çok açık bir destek sunmak yerine Suudi Arabistan’ın kaygılarını anlayışla karşıladığını ifade ederek, pasif destekle yetineceğini gösterdi.
Rusya, İran ile birlikte Yemen’e yönelik askeri saldırılara karşı açık tutum aldı. Bu, Suudi Krallığı ile Rusya arasındaki çelişkilerin derinleşmesi anlamına gelecektir. Çin çok açık olmamakla birlikte İran’ın pozisyonunu destekler bir tutum aldı. AB henüz net bir tutum almamasına rağmen Yemen’e yönelik askeri operasyonu uygun görmediği anlaşıldı. BM Genel Sekreteri, saldırıların durdurulması ve müzakerelere başlanması gerektiğine dikkat çekti. Bu bakımdan Arap Birliği Konseyi’nin Yemen’e yönelik askeri saldırı kararı, sanıldığı gibi uluslararası destek bulmadı.
Arabistan liderliğinde Arap dünyasını bir araya getiren bu gelişme, esasen bölgesel çıkarların tehlikeye girmesidir. Ensarullah Hareketi’nin özellikle İran tarafından desteklenmesi bir bakıma S. Arabistan’ın İran tarafından kuşatılmasıdır. Yemen’de İran’ın artan politik etkinliği Kraliyet ailesi başta olmak üzere Körfez’in bütün yapay devletlerini çok ciddi tedirgin etmeye başladı. S. Krallığı, İran’ın Yemen’den sonra Körfez sınırları içerisindeki olası yeni hamlelerini engellemenin yolunun, Yemen’deki artan gücüne darbe vurmaktan geçtiğini düşündü ve askeri operasyonlara yöneldi.
Basra Körfezi’nde çatışma tehdidi
BAE ile İran arasındaki çelişki de çok daha derinleşecek gibi görünüyor. BAE’nin, Yemen’e yönelik askeri operasyon kararının alındığı Arap Birliği Zirvesi’nde, “İran’ın Basra Körfezindeki adalar üzerindeki hakimiyetine müdahale” kararını aldırması olası çatışmanın yayılarak Aden Körfezi ile Basra Körfezi arasındaki bütün bölgeyi kapsayacağını gösteriyor. Arap Ortak Askeri gücünün İran’ın elinde bulunan adalara yönelik olası bir saldırıya yönelmesi, gerçek anlamda bölgesel bir savaşın başlaması anlamına gelir ki, sadece bölgesel değil, uluslararası bütün dengeleri alt-üst edecektir.
Her devlet kendi politik çıkarlarına göre bu saldırının içinde yer almaya çalışıyor. Örneğin Mısır’ın Yemen’e yönelik savaşa aktif desteği vermesi, Sisi yönetiminin Körfez devletleri bazında meşrulaştırılması amacına dayanıyor. Sisi’nin BAE ve Katar tarafından kabul görmesi ve Müslüman Kardeşler yöneticilerine karşı tutum almaya başlamaları, Mısır bakımından önemli bir başarı olarak görülüyor. Bu, ayrıca Arap sermayesinin Mısır’a yönelik yatırımlarında ciddi bir artışın olmasına da zemin hazırlayacaktır.
Erdoğan-Sisi teması
Türkiye ise birkaç hamleyi birlikte yapmak istiyor. Mısır ile ilişkileri düzgün olmayan bir Türk devletinin, Ortadoğu’nun diğer devletleriyle uyumlu bir politika oluşturması oldukça zordur. Erdoğan, S.Arabistan ve BAE aracılığıyla Sisi yönetimiyle ilişki kurmaya başladı. Böylelikle Arap dünyasında kendini yeniden kabul ettirmeye yöneldi. Ancak, Erdoğan’ın Yemen saldırısına açık destek verip İran’a karşı açık tutum almasının asıl nedeni, Arap sermayesini yeniden Türkiye’ye getirme çabasıdır. Ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya kalan Erdoğan hükümeti, seçim öncesinde hareket halindeki Arap sermayesinin Türkiye’ye yönlendirilmesini oldukça önemsiyor. Bu nedenle Erdoğan’ın, AKP hükümetini saf dışı bırakarak S. Arabistan önderliğinde “Sünni İttifakı”nı teşvik etmesi kendi politik geleceğini koruma çabasıdır. Ancak tersten Türkiye’nin olası bölgesel bir savaşın içine çekilmesine yol açacaktır.
Körfez devletlerinin Yemen’e yönelik saldırısı esasen İran’ın gelişme eğilimini durdurma politikasının en uçtaki yansımasıdır. Bu nedenle Yemen’e yönelik olası kara harekatının sonuçları çok daha sarsıcı olacaktır. Ensarullah gerilla hareketi, hava operasyonunun başlamasıyla Arabistan askeri güçlerine yönelik saldırılara yönelerek, kara harekatını Suudi topraklarına taşıyacağının ilk işaretini verdi.
Tahran yönetimi, Yemen Devrim Hükümetinin olası bir yardım çağrısına sessiz kalmayacaklarını belirterek, olası bir kara harekatına katılabileceklerini veya çok daha güçlü bir askeri destek vereceklerinin işaretini verdi. İran’ın böyle bir karar alması aynı zamanda Arap devletlerinin çok zayıf da olsa Basra Körfezi’ne yönelik olası bir saldırısına karşı Aden Körfezi’ni savaş alanına dönüştürerek yanıt vereceği anlamına gelir.
Yemen savaşının boyutlanmasının politik yansımalarının çok daha derin olacağı görülmeye başladı. Başta S.Arabistan, Katar ve Kuveyt olmak üzere bütün Körfez devletleri, İran’ın artan gücünü kırmak için Suriye’de İslamcı hareketleri yeniden destekleme kararı alabilirler.
S.Arabistan ve Türkiye, İran’ın iç sınırlarında politik istikrarsızlık yaratma eğilimine yönelebilirler. Bunun için İran’ın Ahvaz bölgesinde yaşayan ve nüfusun çok küçük bir bölümünü oluşturan Sünni Arapların ayaklanmasına yönelik yeni hamleleri devreye koyabilirler.
İran ise Suudi merkezli bu tür hamlelere çok daha güçlü yanıtlar verecektir. Özellikle Körfez devletlerinde etkili olan Şii nüfusunu harekete geçirebilir. Yemen’de Şiilere yönelik askeri bir operasyon, tersten Körfez bölgesinde nüfusun önemli bir kesimini oluşturan Şiilerden daha yüksek bir tepkinin oluşmasına yol açabilir. Şii nüfusun etkinliği, Bahreyn, BAE, Umman hatta S.Arabistan’ın en zayıf halkasını oluşturuyor.
Yemen’e yönelik bir kara operasyonu, Büyük Ortadoğu kapsamında bulunan devletlerin bütününü çok derinden etkileyecek, ekonomik ve politik krizin etkileri küresel düzeyde hissedilecektir.