Geçen hafta gazetelerde az yer bulan bir cenaze haberi vardı. Fatih Camii’nde imamın “nasıl bilirsiniz” diye sorduğu, “iyi biliriz” yanıtını aldığı cenaze; 98 yaşında hayatını kaybeden Murat Bayrak’ındı. Gazeteler “işadamı” ya da “eski siyasetçi” diye verdi haberi. Oysa cenaze sıradan bir cenaze değildi! Uğur Mumcu’nun “Murat Bayrak bilmecesi çözülmeden 12 Eylül öncesi ve sonrası yeterince anlaşılamaz” sözü geldi aklıma. Sadece bu mu? Hakkında anlatılacak çok bilgi vardı…
Murat Bayrak, dünyanın Bolşevik Devrimi’yle yeni döneme başladığı 1917’de Yugoslavya Krallığı’nda doğdu.
Gençliği, Hitler’in dünyayı savaşa doğru götürdüğü döneme geldi. Bayrak, Nazi oldu.
Hitler’in Yugoslavya’yı işgal etmesine destek verdi. Boşnaklardan kurulu 13. SS Waffen Dağ Tümeni’nde görev yaptı. İşgale direnen Tito’cu sosyalistlerle mücadele etti.
Naziler kaybedip de Yugoslavya sosyalist olunca Türkiye’ye kaçtı.
Yugoslavya’da kalsa kurşuna dizilecek Bayrak, nasıldır bilinmez, kısa sürede tül fabrikası sahibi olacak kadar zenginliğe kavuştu! Türkiye’ye Nazi altınlarıyla mı gelmişti?
Özgeçmişinde Almanca, İngilizce, Fransızca ve Yugoslavca bildiği yazan Bayrak, iktisat okudu. Ancak başarısının sırrı bunların hiçbirinde saklı değildi. Hitler’in “ari ırk” teorilerini hatırlatırcasına “üstün yetenekli insan para kazanır” sözünü sıkça söylerdi.
Sancak Tül Fabrikası patronu Murat Bayrak siyasetle de yakından ilgilendi.
1960’lı yıllar sonunda “ülkücü komandoları” finanse edenlerden biriydi.
1973 seçimlerinde Adalet Partisi’nden Çanakkale milletvekili adayı oldu. Onu siyasete sokan Demirel’in eski bakanı Bitlis doğumlu Refet Sezgin’di.
Bayrak camilere tül yardımı yaparak milletvekili seçildi.
Seçilir seçilmez Demirel’i eleştirmeye başladı; Demirel’i “yeteri kadar sağcı” bulmuyordu.
Bayrak’a göre, sol şiddet dahil her yol kullanılarak bastırılmalıydı…
Murat Bayrak’ın gündeme gelmesi ne milletvekili olması ne de tül ticaretiyle oldu: Devlet kredisiyle Ayvalık Sancak Tatil Köyü’nde kurduğu “ülkücü komando” kampıydı.
O dönem kampın foyasını Cumhuriyet’ten Hikmet Çetinkaya çıkardı. Genç muhabir olarak bir tekne kiraladı, kampa yaklaştı ve olan biteni izledi. Kampın eski görevlilerini bulup konuştu.
Murat Bayrak’ın “adamları” ülkücü gençleri kampa taşıyor; kampta silah kullanmayı, yakın dövüş yapmayı öğretiyorlardı. Gençler kamuflaj kıyafetleri giyiyor, postallarla geziyor, başlarında kep taşıyorlardı.
Bayrak’ın Nazi olduğu günlerdeki gibi giyiniyorlardı!
Kampı; MHP lideri Türkeş’in dışında bugünlerde kurucusu olduğu AKP’ye demokrasi eleştirileri yapan Nevzat Yalçıntaş gibi dönemin anti-komünistleri ziyaret ediyordu.
Bayrak’ın fabrikasında asayişi de bu kampta yetiştirdiği komandolar sağlıyor, iş görüşmelerini onlar yapıyor, “sendika” ya da “grev” diyeni dövüyorlardı.
Elazığ’da Ecevit’e saldıranlar, İzmir’de CHP Milletvekili Süleyman Genç’i bıçaklayanlar bu kamptan çıkmıştı.
Bayrak, komandolarını gizlemeye pek de gerek duymuyordu. AP’nin Çanakkale İl Kongresi’ne bir manga komandoyla gidip bilerek gazetelere haber oldu.
Bayrak konuşmalarında, setleşmediği için Demirel’i “AP’nin başında bir Demirel kâbusu mevcuttur” diyerek hep yerden yere vurmaya devam etti. Komandoların korkusundan kimse de yerinden kalkıp tek söz söyleyemiyordu.
Hitler’in köpeği olacak da Murat Bayrak’ın olmayacak mı?
Murat Bayrak’ın dikenli tellerle çevrili Ayvalık’taki tül fabrikasını komandoların yanı sıra kurt köpekleri koruyordu.
Bayrak’ın en sevdiği köpeğinin adı “Paşa” idi.
Bir gün…
İşçiler ile komandolar arasında yaşanan gerilimde; kimine göre komandoların ateşiyle, kimine göre işçilerin korunma refleksiyle vurulan Paşa öldü.
Bayrak fabrikanın ortasına köpeği için bir anıt-mezar yaptırdı.
Mezar taşında şu yazıyordu: “Burada komünist köpeklerin kurşunu ile ölen milliyetçi asil kurt (Pacha) yatıyor. (10.9.1976)”
Bu arada… Bayrak bir ayrılık daha yaşadı…
MHP’ye transfer oldu.
MİT’çi Enver Altaylı’nın, Taha Akyol’un yönettiği Hergün’de yazmaya başladı.
Türkeş’in dış ilişkilerini organize etti.
Alman Der Spiegel dergisi, eski Nazi ve aşırı sağcı Alman Bavyera Başbakanı Franz Josef Strauss’un bağlantılarını deştiğinde Türkeş ve Bayrak’la yaptığı görüşmeler, mektuplaşmalar buldu.
Bayrak 2 Mayıs 1978 tarihinde Strauss’a yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“Gerçekten de Türkiye büyük tehlikeyle yüz yüzedir. Bu tehlikenin en somut kanıtlarından biri, tarihte ilk kez Sovyet Genelkurmay Başkanı’nın resmen Türkiye’yi ziyaret etmiş olmasıdır. Bu öyle bir gelişmedir ki sonunda Türkiye’nin Batı ittifakından ayrılmasına yol açabilir…”
Bayrak’ın milliyetçiliği; azılı bir komünizm düşmanlığı ve yüksek dozda Batı hayranlığına dayanıyordu. Örneğin…
Ecevit, ABD’ye kafa tutarak haşhaş ekim yasağını tanımayınca “Amerikalı dostlarımızla derhal sıkı temas kuralım” diyerek ayağa kalktı.
Onun milliyetçiliğinin ana çizgisini Avrupa Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu eski Genel Başkanı Lokman Kundakçı şöyle anlatacaktı:
“En fanatik solcu düşmanı Murat Bayrak’tı; sola karşı her metotla mücadele etmeyi savunurdu…”
12 Eylül 1980 darbesine gelindiğinde Murat Bayrak MHP Genel İdare Kurulu Üyesi idi. Darbe; tüm MHP yönetimini tutuklarken tek isme dokunmadı; Murat Bayrak.
12 Eylül’ün Ankara Sıkıyönetim Savcısı Nurettin Soyer’e bunun sebebini soran Uğur Mumcu şu yanıtı aldı: “MHP’ye para yardımı yapan bütün işadamlarını sorguladım, ama Emniyet’ten bize Murat Bayrak ile ilgili kayıt gelmediği için soruşturma açamadık.”
Sadece Emniyet’ten değil, askerden de bir soruşturma talebi gelmemişti.
Bayrak, 12 Eylül’de elini kolunu sallayarak ABD’ye gitti.
Uğur Dündar’a verdiği röportajda yurtdışına çıkışta bir sorun yaşasa, “birileri gelip beni helikopterle alırdı” diyecek kadar arkasındakilere güveniyordu.
Sola karşı en sert eylemleri öneren Bayrak, tereyağından kıl çeker gibi sıyrılıp gitmişti.
Ne diyor çok bilmişler; “12 Eylül terörü bitirmek için yapıldı!”
Bayrak, ABD’den sonra Almanya’nın Bonn şehrine yerleşti.
Uğur Mumcu onu yine buldu. Almanya’da sağcı bir gazetenin basın kartı taşıdığını yazdı.
Bayrak’ın sırları asıl bundan sonra patladı.
Frank Terpil ve Edwin Wilson iki eski CIA ajanıydı…
CIA’dan sonra Delex International isminde bir şirket kurmuşlar dünyadaki terör örgütlerine silah satıyorlardı.
Derin ABD’nin bu iki eski ajanı bir süre sonra “sistemin dışına” çıktı. Silah kaçakçılığı yaparken ABD karşıtı kimi yasadışı örgütlere de silah satmak gibi “hata” yaptı!
FBI, bu iki istihbaratçının New York’taki ofisini bastı. Ve…
CIA ajanı Terpil’in ajandasında “Sancak Tül” yani Murat Bayrak ile bağlantıları gösteren deliller buldu.
Terpil, Murat Bayrak’a silah gönderdiğini itiraf etti.
Evet…
Antikomünist Bayrak’ın komando kamplarında örgütlenen gençlerin silahları eski
CIA’cılardan geliyordu…
Uğur Dündar’a 3-6 Aralık 1986’da verdiği röportajda Bayrak’ta ciddi değişimler göze çarptı.
“Naziciliği” bırakıp “İslamcı” olmuştu! Atatürk ve Cumhuriyet karşıtıydı.
Bir dönem “derin devlet” için komando yetiştiren Bayrak, “Diyanet İşleri dediğiniz yer, devletin muayyen ideolojisine uşaklık etmektedir” diyerek kökten İslamcı karaktere bürünüvermişti! (Ne tesadüf kimi ülkücüler de, o yıllarda ardı ardına radikal dinci oluverdiler!)
Murat Bayrak’ın; Almanya’da “Anadolu İslam Cumhuriyeti” ilan eden, tahta tüfeklerle gösteriler düzenleyen, “Kara Ses” lakaplı Cemalettin Kaplan’ın arkasındaki isim olduğu ortaya çıktı.
Kaplan’a Almanya’da oturma izni alan ve onu finanse eden, eylemlerini şekillendiren isimdi. Zaten… Kaplan da Bayrak için “kader arkadaşıyız” ifadesini kullanıyordu.
Uğur Dündar’a verdiği röportajda; “Planımız gereğince Türkiye’ye döneceğim. Ordumuz yok ama aslında şart değil. Humeyni İran’a döndüğünde onu karşılayanların silahı var mıydı? Daha sonra silahı Şah’ın ordusundan sağladı” diyen Bayrak, hedefinin Türkiye’nin İslamlaşması olduğunu ortaya koyuyordu.
Sonuçta…
Bayrak başarısız oldu. Yerine Fettullah Gülenler sürüldü…
Dönem “Ilımlı İslam” dönemiydi…
Uzatmayayım…
Uzun yıllar ortalıkta görünmeyen Bayrak 2012 yılında sessizce Türkiye’ye geldi.
Sesi bir daha hiç çıkmadı; o artık “Gladio emeklisi” idi.
Geçtiğimiz hafta çocuklarının miras kavgasıyla gazetelere manşet oldu. Bayrak’ın serveti 15 milyarı bulmuştu.
Geçen hafta 98 yaşında hayata veda etti.
Bekledim ki Bayrak hakkında bilgiler yazılsın…
Unutulup gitmişti…
Murat Bayrak’ın ABD’lilere “askerlerle değil, muhafakazarlar ile yol alın” teklifinde bulunduğu 45 sayfalık rapor veya; Dev-Yol davasında Oğuzhan Müftüoğlu’nun Murat Bayrak’ın CIA ile bağlantısını anlattığı savunması ya da; samimi ülkücülerin Bayrak’ın kendilerini nasıl kışkırttığını söylemeleri unutulup gidecek mi?
Gitmesin…
Murat Bayrak’ın kızı Rukiye, babasının karşı çıkmasına rağmen ünlü sinema oyuncu Tamer Yiğit’le evlendi. Bundan sonra Tamer Yiğit’in başına gelmeyen kalmadı. Dayak yedi, arabası parçalandı, kurşunlandı.
Yiğit, savcılığa başvurup saldırının yapıldığı aracın bulunması için Bayrak’ın tül fabrikasında arama izni çıkardı.
Avukatı ve polislerle fabrikaya gelen Yiğit’i kapıda komandolar ve kurt köpekleri karşıladı. Polisler “nedense” fabrikaya girmek istemedi.
Murat Bayrak, Yiğit’in avukatına silah çekti. yetmedi, kapıda bekleyen gazetecilerin üzerine araba sürdü.
O gün fabrikada arama yapılamadı. Ertesi gün bir kez daha geldiklerinde bu kez direniş olmadı ama fabrikadaki araba da çoktan kaybedilmişti!
Yaşanan rezilliğin ardından İlhan Selçuk, “İki Paşa” başlığıyla şu satırları kaleme aldı:
“Acaba polisler fabrikanın bahçesine kadar girmişken Paşa’nın mezarını ziyaret ettiler mi? Nasıl olsa çevrede komandolarla kurt köpekleri nöbet tutuyorlar. Bu durumda fabrikaya girebilen polisler Murat Bayrak’ın Paşa’sına bir saygı duruşunda bulunmaktan başka ne yapabilirler? Hem ülkemizde sermayecinin köpeklerine saygı göstermek, görenek niteliğine erişti artık.”
Selçuk’un anlattığı ikinci Paşa, öğrenci derneği başkanlığı yapan solcu Paşa Güven’di. Güven’i polis işkenceyle hastanelik etmişti.
Selçuk yazısını şöyle bitiriyordu:
“Eğer Murat Bayrak gibi bir milletvekilinin ve sermayecinin köpeği iseniz mezarınızın bulunduğu avluya bile giremez polis, ama devrimci öğrenci derneği başkanı iseniz, hayatta kalmanıza bile göz yummaz polis. 1977 Türkiye’si budur. Oysa emeğin insanlarına sermayenin köpeklerinden daha çok değer verilen bir Türkiye istiyoruz biz…”
Tamer Yiğit’in mücadelesinden hiçbir sonuç çıkmadı. Saldırılar 11 yıl boyunca sürdü.
Diğer yandan… Murat Bayrak’ın yargılandığı “öldürmeye teşebbüs” davası ise adaletin yavaşlığı sayesinde zaman aşımından düştü…
Murat Bayrak’ın bir kızı daha basının gündemine geldi…
Diğer kızı Fahriye, 2 Eylül 1982’de İstanbul Florya’da arabasıyla karı-koca çifti ezerek öldürdü. Çiftin çocukları, 18 yaşındaki Fahriye Bayrak’ın alkollü olduğunu ve aşırı hız yaptığını söyledi.
Keza: Ehliyetini 16 yaşındayken Almanya’dan aldığını söyleyen Fahriye’nin ehliyetinde de şüpheler vardı.
Fakat… Davada bazı tanıklar aldıkları ölüm tehdidi nedeniyle duruşmaya gelmediler. Cesur olanlar ise arabanın hızlı olduğunu ve yalpalayarak geldiğini söyleyerek alkol-hız iddiasını doğruladılar…
Fahriye’nin avukatı, Murat Bayrak’ı siyasete sokan eski AP’li Bakan Refet Sezgin’di.
Yazılan polis raporu iki tarafın da kusurlu olduğunu belirtti.
Uzadıkça uzayan davadan Fahriye kurtuldu.
Murat Bayrak’ın yaşam öyküsü bu sayfaya sığmaz.