14-15 yaşından beri solcuyum. Yaşım 61.
İçinden çıktığım aile, Sünni ve Türk. İlk önce Sünniliğin alevi düşmanlığına ne kafam bastı ne vicdanım ne de insanlığım. Bu yüzden ilk önce Sünnilik denen Arap mezhebinden koptum. Ardından bu mezhep'in Arap dini İslam'dan. Öyle kızgınlıkla falan değil, Kuran dahil, tüm hadis kitaplarını okuyarak, bu adımı attım. Kafa da beyin de başlayan özgürlüğün, ancak, din denen uyduruk ve akıl dışı yasaklarından kurtulmakla olabileceğini işte o zaman anladım.
Sol'da akıl ve insan öncelikli iken, Sağ'da akıl yerine inanç, insan yerine Türklük öncelikli idi. Hala öyle. Bu, ben doğmadan da böyle imiş. Bunu ben, doğduktan sonra gördüm. İlk önce, dünya da bir taraf da sadece yiğit ve kahraman Türkler, diğer taraf da Türklere düşman olan canlılar, canavarların var olduğuna inandım. Örneğin Ermeniler, 2 metre boyunda dev gibi Türk düşmanı iken, kuyruklu Kürtler Türk'ü seven dağlılardı.
Çocukluk bitince, çocukça inançlar da bitti tabi. 14 yaşında baba dayağı yüzünden İstanbul'a kaçtım. Deniz'i, vapuru, treni ilk kez orda gördüm. İlk kez, koca şehirde insanların kibar ve kültürlü oluşuna orda tanık oldum. Merakımdan Gedik Paşa'daki Ermeni kilisesine bile gittim. İyi ki gitmişim. Kilise'nin temizliğini yapan Türkçesi güzel kısa boylu Sivaslı ablanın anam sıcaklığında cana yakın bir kadının Ermeni kadın olabileceğine şaşkınlıkla ilk kez orda tanık olmuştum. Oysa ben, Ermenileri 2 metre boyunda Türk düşmanı sanıyordum. Meğer, öyle değilmiş. Bunu öğrendim.
Duvar yazılarından, ilk kez solcuların ezilenlerden yana olduğunu anladım. En çok da " İşçinin emeği, patronun yemeği olamaz! " cümlesi hoşuma gitmişti. Ne de olsa, babam işçi, biz yoksulduk. Solcuların yoksulları düşünmesi hoşuma gitmişti işte. Bir de " Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa kadar Savaş! " duvar yazısına kanım kaynamıştı sanki. Fazla sürmedi devrimciler arasına karışmam. Bir anda kendimi bedava üniversite içinde sandım. Herkes okuyor, herkes tartışıyordu çünkü. Biz de bu arada çok şey öğreniyorduk doğal olarak. Örgütlenmek ve örgütlü olmak ne demekmiş, onu anladığım da Polis'in ve asker'in düzen'in sadece bir cıvatası olduğunu gördüm.
Yenilmez denilen devlet de meğer cahil ( tümü değil tabi ) asker, polis gibi insanların hizmet ettiği kurumlardan oluşuyormuş. Tüm mesele, kim ne kadar örgütlü, meselesiymiş meğerse. Neyse, buraya kadar çok şey görmem, öğrenmem ve yaşamam, birkaç üniversite değerinde olduğu kesin. Şimdi, yani 45 yıllık sol geçmişim sonrası geriye baktığımda, Sol'da da ne kadar eksik ve zaafların olduğunu daha iyi görebiliyorum. Geçen her yılı merdiven kabul edersek, insan, bu merdivenleri tırmandıkça, aşağıdaki basamakları hem daha iyi görebiliyor hem de her geçen yılı biraz daha çocukça buluyor. Herhalde çoğumuz bunun farkına vardık. Varamayanlar da var tabi. Şimdi derdimiz bu değil. Derdimiz, Sol ve Sağ, birbirinden kesin çizgilerle ayrılan siyasal ve toplumsal değerler mi gerçekten? Bence değil. Siyasal olarak evet, toplumsal değerler olarak hayır. Bir solcu da var olan, emekten yana olmak, yoksul'un yanında olmak, özgürlükten yana olmak, eşit haklara sahip olmak, baskıya, işkenceye, zulme ve zorbalığa karşı çıkmak, demokrasiyi ve insan haklarını savunmak, doğayı korumak için illa solcu mu olmak gerekiyor? Bir dindar, bir sağcı, bir zengin, dürüst ve namuslu olamaz mı? Sol da adı geçen değerlere insan olarak ilgi duyamaz mı? Bu değerlere destek veremez mi? Elbette bunlar olabilir.
Solcu olmak, insan olmak diyoruz ya, bu yanlış işte. Çünkü insan olmanın için de sağcılık da var, solculuk da var. Ne toplum ne de insanın kendisi bir bıçakla Sağ ve Sol diye gerçekte ayrılmıyor. Öyle görünüyor, ama öyle değil.
Her insanın kendi içinde doğduğu, büyüdüğü çevreden kendisine aktarılan ve duygu ve düşüncelerden oluşan değerler bütününü oluşturan parçacıkları vardır. İnsan, süreç içerisinde uğradığı değişim ve dönüşüme bağlı olarak, bunların bazılarını atar, bazılarını korur. Tek başına ben insanım demekle yetinmez. Ben, Hristiyan'ım, İtalya'nım, Katoliğim, Türk'üm, Kürt'üm, Müslüman'ım, Aleviyim, Sünni'yim, Ateistim vs.diye kimlik belirtisine de başvurabilir. Bunu yaptığında, Faşist ya da Komünist sonucu çıkar mı? Çıkmaz. O halde, iyilik veya kötülük, dürüstlük ve hakseverlik kimsenin tekelinde olmayan genel bir insani özellik. Bu özellik, toplumun tüm sınıfsal katmanlarında var. Mesele, toplum'un tümü üzerindeki kötülüğü, baskı ve zulmü egemen kılan sınıfın kendi içinde ki ahlaksız ve azgın gözü doymaz sömürüsünde. Ve bunun zorbalığında. Bu da bir avuç dediğimiz sınıf değil mi? O zaman, bir avuç dediğimiz bu sınıfın dışında kalanlar için toptancı bir kategori yapabilir miyiz? Onlara, Türklüğünü, Kürtlüğünü, Ermeniliğini, Aleviliğini, Sünniliğini, bakkallığını, köylülüğünü, işletmeciliğini, askerliğini, polisliğini bırakmazsanız solcu olamazsınız diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Diyenler var, yok değil. Ama bu, kendi içlerinde hem sağcı hem solcu bilinen sosyolojik değerlerini gizleyerek yapmak zorunda oluşlarını ortadan kaldırmıyor. Ondan öte, bir insanı Sol ve Sağ diye ikiye bölmek diye bir şey olmuyor. Bir bütünü tamamlayan parçaları atma yerine, bir arada görebilen bir siyaset olduğunda, ancak o zaman halkın çoğunluğu kendini ifade edebilen bir yer bulduğuna ikna oluyor.