Politikada temel bir kural vardır: Ajitasyonla gerçeği karıştırma!

Politikacılar, özellikle seçim dönemlerinde ajitatif konuşmayı, vaadlerde bulunmayı severler. Bazıları öylesine yüksekten atar ki, sözün nereye gittiğini bile unutur. Anımsayacaksınız, „Konya’ya liman yapma“ sözü veren bile olmuştu.

Bir zamanlar bir Ağrı milletvekili vardı. Ağrı’da seçim konuşması yaparken şunları söylemişti: „Ey Ağrililer, siz ki bir zemanlar uçkurlarizi tuta tuta nehrin gıyısına goşiydiz, biz şimdi helaları sizin ağzıyızın içine gadder getüreceğüz!“

Politikacı seçimlerden önce bol keseden atıp, seçimlerden sonra o vaadleri yerine getiremezse öncelikle kendisi utanmalıdır. Ama Türkiye gibi ülkelerde insanlar genelde „Unutkan“ olduklarından politikacılar da „Seçimlerden önce-Seçimlerden sonra“ danslarını utanmazca ve rahatlıkla yapabiliyorlar.

Eşeğiyle birlikte gidiyormuş Hoca, eşek yolda gördüğü tüm at fışkılarını koklamış, Hoca da o fışkıları eşeğin yem torbasına doldurmuş. Eve gelmişler, Hoca yem torbasını eşeğin başına asmış, eşek sinirlenmiş, başlamış başını sağa sola sallamaya. Kızmış Hoca, „Ulan“ demiş, „Ne sinirleniyorsun. Sen kokladın ben topladım!“

Seçimler böyle bir şey işte. Sonuçta kokladığınız yem torbasına konuluyor. Sonradan „Ama biz onun yenilebilecek bir şey olduğunu zannedip koklamıştık“ demenizin hiç bir anlamı kalmıyor.

Bilirsiniz, kavundan iyi anlayan köylüler Topatan kavununun önce götünü koklarlar. Bu köylüler bazı insanlar için „Kavun değil ki götünü koklayıp karar veresin“ derler. Seçimlerde „Koklama“ işi kavun usulü yapılamayacağından, partilerin „Biz bunu denedik, tanıyoruz, senin için en iyisi budur, bunu seç“ dedikleri insanlar seçilirler.

Seçim işinde en ilginç olanı bir kente başka bir kentten adam gönderip, „Sizin kente en iyi bu belediye başkanı olur“ demektir. O kentlilerden biri bile kalkıp, „Birader, bizim kentte belediye başkanı olabilecek bir tane de mi adam yok“ demezler.

Neden? Çünkü „Ağam“ meselesi. Ağam öyle istemişse öyledir!

Neyse, sadede gelelim. Sayın Selahattin Demirtaş dedi ki:

“Seçimden sonra sadece fuar ya da kültür merkezi inşa etmeyeceğiz. Asıl inşa edilecek şey demokratik özerkliktir. Bu halk artık kendisini yönetme aşamasına geldi. Muhtarlar, mahalle meclisleri vs. Anadilimizde, lehçelerde Arapça, Ermenice, Süryanice hizmet alma noktasına geldi. Bunları yapmak için devleti bekleyemeyiz. Halkımızın ana dilinde eğitimi olacak, ders kitapları olacak. Devleti bekleme zorunda değiliz. AKP’nin insafını beklemek zorunda değiliz. İşte BDP’li belediyeler bunu hayata geçirecek.”

Güzel, heyecan verici sözler bunlar. Peki ama uygulanabilirlik durumu ne kadar bu sözlerin? Kürdistan’ın hangi kentlerinde ilan edilecek „Demokratik Özerklik“? Kürt ulusunun yüzde kaçı bu „Demokratik Özerklik“i destekleyecek?

Biraz gerilere giderek somut bazı rakamlara bakalım: AKP’nin 2011 seçimlerinde Kürt il merkezlerinden aldığı oylar

Adıyaman: % 67,38

Ağrı: %47,54

Ardahan %40,22

Batman %36,91

Bingöl %67,06

Bitlis %50,62

Diyarbakır %32,88

Elazığ %67,39

Erzincan %57,39

Erzurum %69,25

Antep %61,85

Hakkari %16,42

Maraş %69,62

Iğdır %28,23

Kars %42,57

Kilis %59,50

Malatya %68,48

Mardin %32,04

Muş %42,86

Siirt %48,09

Sivas %63,32

Urfa %64,80

Şırnak %20,64

Tunceli %16,23

Van %40,18

Mesut Barzani'nin Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) „Rojava'da ilan edilen özerk yönetimi tanımadığını ve ilişki kurmayacağını“ açıkladı. „Irak Bölgesel Kürt yönetiminin dışilişkiler sorumlusu Mustafa Fellah, ilan edilen özerk yönetimi, Kürt hükümeti olarak tanımadıklarını ve onlarla bir ilişki kurmayacaklarını, Suriye'deki bütün parti ve grupları esas aldıklarını“ belirtti.

Benim için artık bütünüyle bir KÜRT ULUSU yoktur. Kürt ulusunun hakları için 30 yıldır dişe diş MÜCADELE eden Kürtlerle, o mücadeleye sessiz kalmakla yetinmeyip, o mücadeleyi engellemeye çalışanlara yalakalık yapan Kürtler var. Ne yazık ki bu gün Kürdistan’da bu yalaka takımı çoğunlukta. Bu nedenle sayın Demirtaş’ın sözleri sadece bir özlem olmaktan öteye gidemiyor.

Eğer Kürtlerin %70’i 30 yıldır süren mücadeleyi desteklemiş olsaydı şimdiye kadar o ülkede sorun çoktan çözümlenmiş olurdu.

Bilmem yanılıyor muyum?

Sayın Öcalan'ın İmralı'dan yaptığı aşağıdaki açıklamadan sonra Türkiye'de bir Siyasi Genel Af ilanı artık sadece bir hayal oldu.
“Bu, afla falan çözülecek sorun değildir. Bunun vaadi bile doğru değildir. Bunun için önce demokratik bir sözleşme yapmak lazım. Demokratik bir sözleşme yapacaksanız da bunun bir hakem kurulu olmalı, izleyicisi olmalı, yaptırımı olmalı. Kim üzerine düşeni yapmıyorsa, karşılıklı suçlamak yerine bağımsız izleme kurulu olmalı. Yasalar derken, yasal çerçeve derken, hep bunları kastediyorum. Şimdi de seçim gerekçe gösteriliyor. Eğer bu meselenin çözümünde durmazsan, kararlı olmazsan, seçim de iktidarın da anlamsızlaşır.“ (Abdullah Öcalan)

Bir Siyasi Genel Af Kürt sorununun kesin çözümünü elbette getirmez. Ama bir yığın haksızlığı giderebilir, yaşamının 20-25 yılını zindanlarda geçirenlere "Dışarıda ölme" hakkı sağlayabilirdi.
Bir Siyasi Genel Af dağda yaşayanların inmelerini, siyasi yaşama katılmalarını sağlayabilirdi.
Bir Siyasi Genel Af (Yasaların eşit uygulanması gereğince) Abdullah Öcalan'ın da hapisten çıkmasına, sivil siyasete katılmasına neden olabilirdi.
Yani ben öyle düşünüyorum. Ama elbette her zaman olduğu gibi yine "Ağam bilir!"
Bundan sonra "Hasta tutsaklar bırakılsın" demenin bir tek anlamı kalır:
-Hastaları serbest bırakın, sağlar hastalanıncaya kadar yatsınlar!

Sevgiler.

[email protected]