Türkiye’deki barış ve demokratikleşme yanlısı güçlerin ajandalarına baktığımızda, doğal müttefik olması ve hükümet üzerinde parlamento dışı baskı mekanizmasını kurması gereken kesimlerin »süreçte« parçalı konumlanışları ve şüphesiz ciddî bir potansiyeli olan geniş toplumsal muhalefet dinamiğini oluşturmadaki yetersizlikleri hemen göze çarpıyor. Ancak bu tespit bir yanılgıya sebep vermemeli.
Güncel »süreci« farklı değerlendiren kesimlerin kendi çıkar ve beklentileri doğrultusunda »sürece« etkide bulunmak, seyrini belirleyecek müdahaleleri gerçekleştirmek için kendileri gibi veya kendilerine yakın düşünenlerle bir araya gelip birliktelikler kurmaları, elbette doğal bir gelişmedir. Bu açıdan »Çözüme Evet Koalisyonu«, »Toplumsal ve Demokratik Barış İnisiyatifi« ve Ankara’da bugün başlayan »Demokrasi ve Barış Konferansı« girişimi gibi birbirlerinden farklı oluşumların ortaya çıkması şaşırtıcı değil.
Kısacası, »süreç« daha şimdiden toplumsal kesimleri sınıfsal çıkarları, gereksinimleri ve beklentileri temelinde hem ayrıştırmakta, hem de birleştirmektedir. Ve eşyanın tabiatına uygun olan da budur.
Peki, barışın kalıcılaştırılması ve demokratikleşmenin gerçekleştirilmesi için gerekli olan geniş toplumsal muhalefet böylesi bir durumda nasıl oluşturulabilecektir? Daha doğrusu, böylesi bir muhalefet dinamiğinin koşulları olgunlaşmış mıdır?
Evet, olgunlaşmıştır. Çünkü, birincisi, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’undaki açıklamasıyla – aslında açlık grevlerinin ardından demek daha doğru olur – önü açılan »süreç«, farklı sosyal sınıf ve katmanlar arasında geniş destek bulmaktadır. Yapılan anketlerin sonuçları, başta ezilenler ve sömürülenler olmak üzere, farklı sosyal sınıf ve katmanların bu »sürecin« kendi çıkarlarına olduğuna inandıklarını kanıtlamaktadır. Aynı şekilde, ikincisi, AKP hükümetinin ve devlet bürokrasisinin »süreç« çerçevesinde yerine getirilmesi gereken görevleri savsakladıkları konusunda da kamuoyunda yaygın bir kanı hakimdir. Nihâyetinde, üçüncüsü, hiç bir iktidarın toplumsal baskı olmaksızın kendiliğinden herhangi bir reform adımını atmaya yanaşmadığı kamuoyunca bilinmektedir.
Diğer yandan »sürecin« gidişatıyla, bilhassa hükümetin tutumu ve Ortadoğu politikalarıyla ilgili hiç de hafife alınmaması gereken kaygılar söz konusudur. Hükümetin demokratikleşme yönünde henüz somut adımlar atmamış olması, dahası otoritarizmi daha da belirginleşen devlet aklı ve bölgesel emperyalizm hevesleri bu kaygıları derinleştirmektedir.
Ancak yukarıda belirttiğimiz üç gerçek bu kaygılara rağmen, hatta kaygı duyulan gelişmelerin gerçekleşmesini engelleme amacıyla farklı kesimlerin barış ve demokratikleşme için ortaklaşabilmelerinin koşullarını yaratmışlardır. Bugün Ankara’da başlayan konferans, akabinde Amed, Brüksel ve Hewler’de yapılacak olan diğer konferanslar, bu ortaklaşmanın gerçekleştirilmesi için tarihsel birer fırsat sunmaktadırlar.
Ortaklaşma gerçekleştirilebildiği takdirde barış ve demokratikleşme yanlısı kesimlerin barış ve demokratikleşme için gerekli adımların atılmasını toplumsal talep hâline getirebilmelerinin önü açılabilecek, hükümet ve bürokrasinin, TBMM ve siyasî karar alma merkezlerinin göz ardı edemeyecekleri bir toplumsal baskı mekanizması oluşturulabilecektir.
Ortaklaşmanın anahtar kelimesi, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve demokratik anayasa ilkeleri temelinde sınırsız demokrasi talebidir. Ankara’yla start alan Demokrasi ve Barış konferansları bu radikal talebi, içeriğini doldurarak ve ivedi yol temizliği, yüzleşme, kapsayıcı çözüm ve demokratik mücadele hedefli bütünsel bir eylem planı hazırlayarak toplumsal alternatif programı hâline getirmeyi önlerine görev olarak koymalıdırlar.
Bunun içinse Ankara Konferansı sadece bir deklarasyonla yetinmemeli, 4 konferansın da eşgüdümlü ve sürdürülebilir bir çalışmaya başlaması için katkı sunmalıdır. Aynı zamanda diğer girişimlerin de içerisinde yer alabileceği katılımcı, eşitlikçi, demokratik bir kurumsallaşmanın önü açılmalıdır. Bilhassa on binlerce darbe ve kirli savaş mağdurunun sürgün hayatı yaşadığı Avrupa’daki göçmen kitlesinin özgün sorunları ve olanakları dikkate alınmalı, »diasporanın« ortaklaşmaya doğrudan katılımı sağlanmalıdır.
Hiç kuşku yok: bugünden itibaren barış ve demokrasi diyenler, şu soruya yanıt vermek zorundadırlar: Ortaklaşabilenlerden misiniz, yoksa ayrı düşenlerden mi? »Ankara« yanıtını yarın verecek!
25 Mayıs 2013