Nerdeyse 60 yıldır dostluğu ve insan hakları mücadelesini paylaştığım Şanar Yurdatapan'ın çağdaşlarına ve gelecek kuşaklara örnek olacak miras duyurusu
Geçen yazımda, 88. doğum günüm nedeniyle, benim gibi 1936 yılı karanlığına doğmuş olup da kaybettiğimiz, farklı tarihlerde doğmuş olup da aynı kavga dolu süreci paylaştıktan sonra yaşama veda etmiş olan dostlarımıza saygı, sevgi ve özlemlerimi iletmiştim.
Üzerinden bir hafta geçmeden, ekranıma dostum Şanar Yurdatapan'ın 3 Mart Dünya Müzik Özgürlüğü Günü'nde yayınladığı "Mirasım" başlıklı duyurusu düştü.
Benden beş yıl sonra, 1941'de doğmuş olan Şanar hemen okumaya koyulduğum mesajında "Bir müzisyenin mirası ne olur ki? Tabii ki dağıtacak param pulum olmadı ama yine de güzel bir mirasım var, şarkılar… Onları, sözlerini, anlamlarını, öykülerini, videolarını bir sitede topladım. Buyurun, hepsi kamu malıdır. Sevdiklerinizle paylaşabilir, mesajlarınıza ekleyebilir, tepe tepe kullanabilirsiniz." diyordu.
Mirasın içeriğini öğrenmek, dilerlerse paylaşmak isteyenler için bir de link vermişti: http://www.mirasım.com/
"Fotobiyografi"den başlayıp imzasını taşıyan şarkıların listesini, video kayıtlarını, şarkı sözlerini ve öykülerini bir çırpıda tarayarak ta 60'lara uzanan dostluğumuzun ve mücadele ortaklığımızın anılarını yeniden yaşadım.
Benim 40'lı yıllarda üç yıl okuduğum Ankara Atatürk Lisesi'nde 50'lerde iki yıl eğitim görmüş olan Şanar'la, Ant'ı yayınladığımız 60'lı yılların ikinci yarısında Ankara'da tanışmıştık. Kuzeni Alpay'la müzik yapıyordu, aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi'nin de militanıydı.
12 Mart 1971 darbesinden sonra biz mücadelemizi yurt dışında sürdürürken de Şanar'ın çalışmalarını ve başarılarını medyada yakından izliyorduk. 1974 yılında Yılmaz Güney'in Arkadaş filminin müzikleri ve 1980 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Ajda Pekkan'ın sesinden Türkiye'yi temsil edecek olan Pet'r Oil'in sözleri Şanar'ın eseriydi. Türkiye'de bu şarkı için düzenlenen ödül töreninde Şanar'ın, şarkının sözlerinde TRT genel müdürünün değişiklik yapmış olmasını protesto ederek ödül almayı reddetmesi büyük olay olmuştu.
Arkadaş filminin baş oyuncusu Melike Demirağ'la 1976'da yaşamını birleştirmesi bizlere, 80'li yıllarda yurt dışındaki anti-faşist mücadelemize büyük katkıda bulunacak olan yeni bir dost kazandırmıştı.
Müzik dalındaki sanatçıların haklarını savunmak üzere Türkiye'de DEMAR'ı kurmuş olan Şanar 20 Mart 1980'de bana gönderdiği mektupta şöyle diyordu:
"Bu yılki Eurovision yarışmasında Türkiye'yi temsil edecek Pet'r Oil adlı suya sabuna dokunmayan şarkının söz yazarı sıfatlyla, 19 Nisan'da La Haye'de yapılacak finalde olacağım. Bu konuda bir hafta süren assolistliğimin acıklı öyküsünü renkli ve renksiz basından izlemişsinizdir sanırım. DEMAR, Türkiye'de oldukça tanındı ve saygın bir yer edindi kendisine... Başta Yazarlar Sendikası olmak üzere sanat ve meslek kuruluşlarıyla, diğer politik ve demokratik kitle örgütleriyle oldukça sağlıklı ilişkiler kuruldu."
Brüksel'e gelişinde DEMAR'ın yurt dışı ilişkilerinin kurulması için birlikte temaslarda bulunmuştuk ki, altı ay sonra inen 12 Eylül 1980 darbesi Türkiye'deki tüm demokratik kuruluşlar gibi DEMAR'ın yaşamına da son verdi, Şanar ve Melike'yi mücadelelerini yurt dışında sürdürmeye mecbur etti.
1981’de Yılmaz Güney Türkiye’de hapiste olduğu için Sürü filmine verilen büyük ödülü onun adına almak üzere Belçika'ya gelen
Melike Demirağ, Şanar Yurdatapan ve küçük kızları Zeynep Brüksel’de İnci Tuğsavul’la birlikte
Şanar ve Melike'nin sürgündeki mücadeleleri...
Sürgün yaşamlarına başlar başlamaz da, faşist yönetimin saldırılarına hedef olmaya başladılar.
Melike'nin Kıbrıs'ta düzenlenen bir uluslararası barış şenliğine katılmasını 11 Ocak 1981 tarihli Hürriyet Gazetesi şöyle jurnal ediyordu: "Melike Demirağ Rumların Türkiye aleyhindeki gösterilerine katıldı".
İlginç bir raslantı, aynı gün Belçika'da yine Melike'nin adının da ön plana çıkacağı önemli bir olay yaşanıyordu. Belçika Sinema Eleştirmenleri Birliği, o sırada hapiste bulunan Yılmaz Güney'in Sürü filmini büyük ödüle layık görmüştü.
Belçika’nın Fransızca Radyosu RTB Türkiyeli muhalif gazeteci olarak filmi ve Yılmaz Güney'i tanıtmam için benimle uzun bir söyleşi yaptı.
Belçika Sinema Eleştirmenleri Birliği açısından önemli bir sorun vardı. Yılmaz Güney hapiste olduğu için ödül töreninde ne yapacaklardı? Filmin baş kadın oyuncusu Melike Demirağ'ın da sürgünde olduğunu, ödülün Yılmaz Güney'i temsilen ona verilebileceğini söyledim. Büyük sevinçle karşıladılar.
Ödül törenine Melike ve Şanar, şirin kızları Zeynep’le birlikte geldiler. Ödül törenine katılmaları ve bu vesileyle Belçika medyasına yaptıkları açıklamalar, kamuoyunu Türkiye’deki faşizan uygulamalar konusunda daha da duyarlı hale getirdi.
Melike ve Şanar Brüksel'e geldiklerinde, TİP Genel Başkanı Behice Boran da siyasal mülteci olarak Brüksel'de bizim misafirimizdi. Başkanı olduğum Demokrasi İçin Birlik Avrupa Komitesi, TİP'in ve DİSK'in kuruluş yıldönümlerine denk gelen 14 Şubat'ta Brüksel'in en prestijli salonlarından Ancienne Belgique'de Türkiyeli demokratik örgütlerle Belçika'nın siyasal ve sendikal liderlerinin söz alacağı uluslararası nitelikte bir Dayanışma Gecesi düzenlemeye karar vermişti.
Geceye katılabilmesi için Bulgaristan'a giderek Sofya'da bulunan Behice Boran'la şahsen görüşmüş, Avrupa Parlamentosu'ndaki dostlarımın desteğiyle Brüksel'e sorunsuz gelişini organize etmiştim.
Geceye Türk ve Kürt folklor grupları ve müzisyenlerinin yanı sıra İtalyan Bella Ciao Korosu de katılıyordu. Türkiyeli sanatçılar olarak da, Şanar'ın önerisiyle Melike Demirağ'ın ve Timur Selçuk'un katılmasını kararlaştırdık, afişlerde onların resimleri yer aldı.
Türkiye'den çıkamadığı için Timur Selçuk'un katılamamasına rağmen, 14 Şubat Dayanışma Gecesi, Belçikalı şahsiyetlerin ve Behice Boran ile DİSK temsilcisi Yücel Top'un konuşmalarının ardından Melike Demirağ'ın dinletisiyle 12 Eylül Cuntası'na karşı yurt dışındaki mücadelenin en önemli dönüm noktalarından biri oldu.
Ancak Cunta'nın misillemesi de gecikmedi... İlk önce TİP Genel Başkanı Behice Boran ile TÖB-DER Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu’na, en kısa zamanda yurda dönmedikleri takdirde vatandaşlıktan çıkartılacakları duyurusu yapıldı.
Onu 5 Mart 1981 tarihli Hürriyet'in manşeti izledi: "Acı Akıbet: Boran ve Gazioğlu artık ‘Türk’ değil!”
Bu uygulama Boran ve Gazioğlu ile de sınırlı kalmayacak, hemen ardından Şanar Yurdatapan ve Melike Demirağ, daha sonra da Yılmaz Güney, Cem Karaca, Mehmet Emin Bozarslan, Ali Baran, Nihat Behram, Mahmut Baksı, Şah Turna, Fuat Saka, Demir Özlü, Yücel Top, İnci ve ben de dahil yüzlercemiz Cunta şefi Evren tarafından "kansızlar" diye suçlanarak vatandaşlıktan atılacaktık.
Bu baskı ve tehditlere rağmen Şanar ve Melike ile sürgündeki mücadele birlikteliğimiz sonraki yıllarda daha da güçlenerek devam etti.
8 Mayıs 1982’de Brüksel’in en büyük konser salonu Forêt Nationale'de sosyalist sendikalar konfederasyonu FGTB'nin düzenlediği büyük göçmen işçi şenliğine de Melike Demirağ ve Şanar Yurdatapan’la birlikte katıldık. Böyle önemli bir olaya Türkiyeli göçmenler adına Türk vatandaşlığından atılmış bir sanatçının katılması Türk Büyükelçiliği'ni çileden çıkardı, bizlere karşı tehdit ve baskılar daha da yoğunlaştı.
1991 yılında Türkiye'ye dönüşlerine kadar Şanar ve Melike, Türk Devleti'nin yurt içinde ve yurt dışında uyguladığı baskılara karşı her türlü girişimde ve kampanyada aktif olarak yer aldılar.
1982'de Almanya'da tüm demokratik örgütlerin oluşturduğu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi'nde, Dursun Akçam'ın Köln'de yayınladığı Demokrat Türkiye gazetesinin yazar kadrosunda, 1987’de Başbakan Turgut Özal’ın ziyaretine karşı Berlin’deki ortak basın toplantımızda, 1988'de yine Almanya'nın Köln kentinde 12 Eylül Rejimine Karşı Uluslararası Mahkeme kurulmasında hep birlikteydik.
1984-85 yıllarında Melike Demirağ'ın Kürt halk ozanı Şivan Perwer ile çeşitli Avrupa ülkelerinde ve Avusturalya'da verdiği Kürtçe-Türkçe konserler ve birlikte okudukları "Türkülerimiz Kardeştir/Sıtranen me dostin" adlı kaset, Türk ve Kürt halklarının faşizme karşı ortak mücadelesine en büyük katkılardan biriydi.
Dahası, Şanar, Türkiye'deki insan hakları ihlallerini dünya kamuoyuna çeşitli dillerde duyurmak üzere bizim Brüksel'de yayınladığımız aylık İnfo-Türk bülteninin Almanca'ya çevrilerek Almanya'da da basılıp dağıtılmasına 1981-82 yıllarında önemli katkılarda bulundu.
Şanar'ın Türkiye'deki mücadeleli yaşamı
Sürgün sonrası Türkiye'de gerçekleştirdiklerini ise özgür ansiklopedi Vikipedi'den paylaşıyorum:
"Yurdatapan 1995 yılında, Yaşar Kemal’in Der Spiegel dergisinde yayınlanan bir yazısı nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne çağrılmasına tepki olarak başlayan imza kampanyası sonucunda ortaya çıkan Düşünce Suçuna Karşı Girişim tepki-eyleminde ve ardından, çeşitli sivil itaatsizlik ve insan hakları eylemleri ve girişimlerinde yer aldı.
"1997 ve 1998 yıllarında iki kez tutuklanarak serbest bırakıldı ve aklandı.
"1995'ten itibaren devam eden Düşünce Suçuna Karşı Girişim eylemleri kapsamında 2022 yılı itibarıyla 23 kitap, 50 kadar kitapçık yayınlanmış; 80 bini aşkın kişi 300 kadar düşünce suçlusunun suç sayılan görüşlerini yeniden yayınlayarak kendilerini savcılığa ihbar etmiştir.
"Açılan davaların çoğu erteleme yasaları nedeniyle infaz edilmezken, Vicdani retçi Osman Murat Ülke'nin 1995'te yaptığı ve suç sayılan basın açıklamasının yer aldığı Düşünceye Özgürlük-38 adlı kitapçığa yayıncı olarak imza koyan Yurdatapan ve Nevzat Onaran, 2000 yılında Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın açtığı dava sonucu halkı askerlikten soğutma suçu gerekçesiyle 2 ay hapse mahkûm edildi.
"Bu süreyi gönüllü olarak o günlerin tartışmalı tutukevleri F tipi cezaevlerinin en yakın benzeri olan Kartal Özel Tip Cezaevinde, izolasyon hücrelerinden birinde geçirdi.
"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptığı başvuru Türkiye aleyhinde sonuçlandı ve Yurdatapan, Türk hükümetinden 3500 Euro tazminata hak kazandı.
"Yurdatapan, İfade özgürlüğü konusundaki çalışmaları nedeniyle 2002 yılında Sansür Endeksi'nin Düşünce Özgürlüğü Ödülü'ne, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Küresel İnsan Hakları Savunucusu Ödülü'ne, 2015 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü'ne layık görüldü."
Şanar'la dostluğumuz ve mücadele birlikteliğimiz, kendisinin Türkiye'ye dönüşünden sonra da sürüyor.
Avrupa'ya her çıkışında Brüksel'e de mutlaka uğrar, nerdeyse 60 yıla varan dostluğumuzun anılarını bir kez daha paylaşır, ileri yaşlarımızda daha neler yapabileceğimizi tartışırız.
Yıllardır dünyanın dört bir yanından insan hakları savunucularının katılımıyla organize ettiği "Düşünce Özgürlüğü İçin İstanbul Buluşmaları"na ben de çevrimiçi katılarak görüşlerimi paylaşırım.
Ayrıca, Şanar'ın yıllardır gerçekleştirdiği “Düşün, Düşün…” ve “Cogito” haber ve yorum programlarının sadık izleyicisiyim.
Değerli Miras'ının nasıl paylaşılabileceğini izah ettiği mesajında şöyle diyor:
"Şimdilik her bölüme en az bir örnek yerleştirebildim. Zira görünce takdir edeceksiniz, bunların içinin doldurulması zaman istiyor. Olsun, tamamlanması yıllar alacaksa bile, neden bitmesini bekleyelim ki? Başlarız, adım adım gelişir.
"Dostlarım, yaş oldu 82, artık yavaş yavaş toparlanmak gerek. Bizim bir toplumsal eksiğimiz de deneyimlerin bir sonraki kuşağa bile aktarılamaması, her hatanın tekrar tekrar yaşanması. Ben kendi hisseme bu eksiği aşmaya çalışıyorum işte."
90'a merdiven dayamış bir dostu olarak Şanar'ı çok iyi anlıyor, aynı kaygıları taşıyor, kendisine sağlık, esenlik, yaratıcılık ve özgürlük dolu nice yıllar, bundan sonraki çalışmalarında da başarılar da diliyorum.