Geride bıraktığımız haftanın uluslararası siyaset açısından hayli hareketli geçtiğini, ancak burjuva medyasındaki tüm farklı vurgulamalara rağmen, asıl meselenin Batı ve Rusya arasındaki ihtilaf olduğunu söyleyebiliriz. ABD ve AB gerek diplomatik alanda, gerekse de gizli servislerini kullanarak tüm güçleri ile Rusya üzerindeki baskılarını artırmaya çalışken, bu çabaları aralarındaki çelişkileri ve sorunları daha çok ortaya çıkarıyor.
ABD başkanı Obama G7-Zirvesi öncesinde Polonya’ya yaptığı ziyarette, Senato’dan »1 milyar Dolarlık ek bütçe talep ettiğini ve Rusya ile sınırı olan ülkelere askerî birlikler yerleştireceğini« söyleyerek, Doğu Avrupa’daki NATO üyelerinin kaygılarını gidermeye çalıştı. Diğer yandan G7-Zirvesi Rusya devlet başkanı Putin’i davet etmeyerek »cezalandırdı« ve ihtilafın derinleştirilebileceği sinyalini verdi. Rusya egemenleri ise, Putin’in Fransız devlet televizyonuna verdiği röportajdan da okunabileceği gibi, Batıdan gelen tehditlerin fos çıkacağını ve zamanın kendi lehlerine işlediğinden emin gözüküyorlar.
Bu konuda haklılar da: Obama’nın Varşova’da kurşun geçirmez camların ardından yaptığı konuşmada verdiği vaatleri yerine getirebilmesi için, 1997’de NATO ve Rusya arasında imzalanan ve yüksek sayıda NATO birliklerinin Doğu Avrupa’da konuşlandırılmasını yasaklayan antlaşmayı çiğnemesi gerekir. Böylesi bir adım Rusya’nın anında »uygun« bir yanıt vermesine yol açacağından, pek gerçekçi bir senaryo değil. O açıdan Polonya’daki milliyetçi çevrelerin Obama’nın konuşmasından hayal kırıklığına uğradıklarını, »konuşma sis bombasından ibaretti« açıklamalarından okumak olanaklı.
ABD başkanının konuşmasını NATO içerisinde yürütülen tartışmalar bağlamında ele almak gerekiyor. Örneğin ABD’ndeki şahinler Ukrayna ve Gürcistan’ın en kısa zamanda NATO üyesi yapılmasını savunurlarken, Almanya buna şiddetle karşı çıkıyor. Merkel Çarşamba günü Federal Parlamentoda yaptığı hükümet açıklamasında »Rusya ile sıkı işbirliğinde olmalıyız« derken, bunun altını çiziyordu.
Almanya, Ukrayna’nın NATO üyesi olmasının çeşitli rizikoları ortaya çıkartacağı ve ülkeyi doğrudan açık bir iç savaşa sokarak, »Batı güçlerini o bölgede bloke edeceği« görüşünde. Üyeliğin alternatifi olarak önerilen çözüm ise »Finlandiya Modeli«. Finlandiya, NATO üyesi olmamasına rağmen NATO ile sıkı bir işbirliği içerisinde ve askerî-siyasî ve ekonomik olarak Batının parçası. Her ne kadar NATO genel sekreteri Rasmussen, »NATO yeni üyeler alabilecek kapasitedir« diyerek, Ukrayna ve Gürcistan’a »göz kırpmış« olsa da, gerek Merkel’in »yeni üyelikler önümüzdeki NATO-Zirvesinin gündeminde değil« açıklaması, gerekse de dışişleri bakanı Steinmeier’in »Ukrayna’yı NATO üyeliğine götüren bir yolu henüz göremiyorum« saptaması, Almanya’nın üyelik sorununa kesinlikle karşı çıktığını gösteriyor.
Almanya’nın, Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıkışı, bu ülkenin Rusya’ya »bırakılmasına« taraftar olduğunu anlamına gelmiyor elbette. ABD’nin Pasifik bölgesine yoğunlaşmasının ardından Avrupa, Orta ve Yakın Doğu ve Afrika’da öncü güç hâline gelecek olan ve bunun »ağır sorumluluğunu« şimdiden hisseden Almanya, gelişmeleri uzun vadeli olarak belirlemeye çalışıyor. »Finlandiya Modeli«nin önerilmesi bu nedenledir. Tabii bu model ile birlikte NATO’nun »Partnership-Plus« formatı çerçevesinde Ukrayna’nın »savunma sektöründeki reformlarını« desteklemesi ve gerekli siyasî ve malî kararlar alınarak, »Ukrayna’nın cephe ülke gerçeğine uygun askerî yetileri geliştirmesine« yardımcı olması isteniyor.
Almanya, Doğu Avrupa ülkelerine ABD’nden daha gerçekçi destek vaadini sunuyor aslında. Çünkü bir iç savaşla bölünebilecek Ukrayna en başta Macaristan, Polonya, Romanya ve Slovakya için bir tehdit anlamına geliyor. Buna karşın NATO ile sıkı işbirliğinde olan bir Ukrayna – bölünse bile – koruyucu »tampon ülke« hâline gelecektir; garantörü (ve patronu) ise Almanya olacaktır. Görüldüğü kadar gidişat bu yönde.
7 Haziran 2014