Referandumun nasıl bir ortamda gerçekleştiği, OHAL koşullarında yapılan anayasa değişikliğinin ne anlama geldiği ve referandumun ortaya çıkardığı sonuçlar yeterince bir fikir veriyor. Bu sonuca göre Erdoğan referandumu kazanmış, istediğini elde etmiş ama siyasal olarak kaybetmiştir.
Referandum öncesi planlanmış usulsüzlüklerle elde edilmiş çoğunluk meşruluğu temsil etmemektedir. Referandumun son derece eşitsiz koşullarda gerşekleşmiş olması hem yurt içinde hem de yurt dışında itirazların dile getirilmesi sonucu Erdoğan başkanlığına beklediğı ilgiyi bulamamıştır.
Yüksek Seçim Kurulu'nun(YSK) açıkladığı sonuçlara göre seçmen kitlesinin yarısının üzerinde bir oranla reddettiği anayasa değişikliği, oyların sayımı sırasında yapılan bir usulsüzlükle halk oylamsı telafisi münkün olmayacak bir şaibe ile damgalanmıştır. YSK,sayım yapılırken yasadışı müdahalesi ile referandumun sonuçları çarpıtılmış, referandum şaibeli hale getirilmiştir.
Referandum açık ki manipüle edilmiş ve rakamlarla kazanılmıştır. Ancak adalet ölçüsü olmayan seçim yasalarıyla kazanılmış referandumun/seçimin meşruiyeti de olamaz. Zira en ileri yasalar dahi erdemli insanların duygu ve düşünceleriyle örtüşmez. Çünkü yasalar genellikle merkezi hiyeraşinin otoritesine hizmet eder.Bu durumu asla demokrasi ve hukukla açıklayamayız.
Bu şaibeli referanduma karşı içerde ve dışarda itiraz ve protestolar her düzeyde gelişerek devam ediyor. Bu itiraz ve protestolar yeni bir enerjinin ve muhalefetin oluşmasına hizmet edecektir. Buna YSK`ye yapılan tüm itirazlar yasal dayanak göstermeksizin reddedilmesi,gösterilen hukuki gerekçelerin hukuksal içerikten yoksun olması ortaya çıkan meşruiyet krizini kalıcılaştıracaktır.
Erdoğan-AKP rejimi uzun yıllar bu meşruluk krizinin içinde çırpınacak, müttefikleriyle bu hileli referanduma yüzünde arası gitgide daha da açılacak, gerilim ve gerginlik ilişkilerin tümüne yansıyacaktır. Her ne kadar çeteleşmiş tetikçi masabaşı medyatörlerin ağızyla bu referandum dönüp dolaşıp eğitimsiz taşralı kitleye mal edilse de “Şehirli muhafazakarların” işin içinde sıyrılıp çıkmalarına ne demeli..
Kanal Kanal (TV) dolaşıp kendisini okumuş hatta entelektüel gören adam/kadınların yıllardır iktidara yakın durmak adına yalakalık yapma temelindeki laf ebeliği, üstelik “muhafazakar olmayan şehirlilerın” en zenginlerinin kârlarına zarar gelmesin diye yırtınıp faşizme zemin hazırlayanlar neredeyse masum bir iş icra ediliyorlarmış gibi görülüyor.
Buna rağmen, AKP-MHP ittifakının haziran ve kasım ayında yapılan seçim sonuçlarını tutturamamış olması çok önemli ve anlamlıdır. Bu yüzden, Beyaz Saray sözcüsü ”ABD`nin Türkiye'de demokrasinin güçlenmesini arzuladığı ama ABD dış politikasının merkezinde ABD yurttaşlarının ve ABD`nin güvenliğinin olduğu, bunun için NATO`daki müttefikleri ve ortak çalışma yürüttükleri devletler ile ilişkilerini önemsediklerini” söyledi. Özetle Beyaz Saray sözcüsü, referandum ile ortaya çıkan krizden faydalanarak Erdoğan üzerinde otoritesini kullanmaya öncelik vereceklerini açıklamış oldu.
ABD`nin bu tavrı AB ve Rusya için de belirleyici olacaktır. Erdoğan üzerinde etkisini gösterecek olan ABD`nin bu otoritesi ve gücü nedeniyle bir müddet daha Erdoğan ile birlikte hareket edebilirler. Dolaysıyla ABD ve Rusya, Erdoğan rejimi arasındaki gerilim orta vade de Türkiye siyası ortamını belirleyen bir eksen olarak etkisini gösterecek ve bu gerilimli ilişkiler sürdürülecektir.
Bu gerilim Erdoğan rejimini daha da saldırganlaştıracak ve bu saldırganlığın yeni bir bölgesel savaşın tırmanmasına ve Ortadoğu`da savaşın ivme kazanmasına yol açacaktır. Bu kirli savaş rejimi bir yanda ABD ve Rusya`nın icazetine ihtiyaç duyarken, diğer yanda diş bilemeyi de bir güç gösterisinin aracına dönüştürmektedir. Bu saldırganlığa ABD ve Rusya`nın ne ölçüde geri adım attıracağı önümüzdeki günlerde görülecektir.
Bu kontollü savaş stratejisinin ülke ekonomisine getirdiği ek külfetle, devletin tepeden tırnağa çürümesi ve yozlaşması sonucu yasa tanımazlığa zorlamakta, formalite bir referandumun gerici despotik bir diktatörlüğe dönüşmesine yol açmaktadır. 16 Nisan referandumu Türkiye'de fiilen sömürge tipi faşizmi resmileştirmiş,seçilme hakkını ve seçim güvenliğini/güvenirliğini ortadan kaldırmıştır.
Nalıncı keseri gibi hep kendine yontan, seçim sonuçlarını da hep kendine göre yorumlayan, örneğin AKP`nin “Kürt oylarını yükseltme” konusunda söylenenlere gelince çok dikkatli bir bakış açısıyla söylenecek ilk şey, katılımın genele oranla biraz daha düşük olduğu söylenebilir. 7 Haziran öncesi ülkenin bu bölgesinde uygulanan devlet terörü, HDP`ye uygulanan baskı,yaratılan bu tehdit ve korku ortamında, özellikle kırsal yerleşim birimlerinde AKP`yi sevindirecek bir düzeyde /oranda oyları artmış olabilir. Buradaki seçmenlerin bir çoğu“Türkiye`nin yeni yönetim sistemi” gibi meselerle zaten ilgilenmediği biliniyor. Dolaysıyla “Kürt oylarımız arttı” denilse de tarafları avutmak için söylemiş, söyleyenlere dahi inandırıcı gelmiyor.
Kürdistan'da referandumu kaybeden Erdoğan rejimi yeni saldırılar tertiplemekten asla geri durmayacaktır. Suriye`yi bu nedenle askeri olarak işgal etmiştir.TSK`yi Güney'e sokmak için de KDP ile anlaştığı elbetteki bir abartı değil. Şengal bu amaçla bomlanmıştır. Kuzey de şehirleri yerle bir eden,yüzlerece yurtseveri kalteden, halkı göçe zorlayan ve bu yerleşim birimlerini boşaltmak isteyen bu işgalci güç, halkın yüzde 80`e yakın bir seçmen tarafında referanduma hayır oyu kullanmasını engelleyememiştir.
CHP bir yılı aşkın bir süredir ”tek adam yönetiminden, tek adam diktatörlüğünden” bahsediyor. Diğer yanda bu tek adam yönetimine en kritik dönemlerde destek vermekten de geri durmuyor. CHP son olarak TSK`nin Şengal`i bombalamasını desteklediğini açıkladı. Bu tek adam diktatörlüğünün geliştirdiği saldırılar ile her halde ülkeye demokrasi, özgürlük gelmeyecektir
Kuşkusuz ki bu saldırganlık daha fazla kana, gözyaşına ve ölüme mal olacaktır. Bu kadar birbiri ile çelişen, kendi kendini yalanlayan bir siyaset ne zamana kadar düzene ve burjuvaziye hizmet eder, kitleleri bu düzenin çıkarlarına alet edebilir ki, bu tip partiler ancak düzene aracı olabilirler.
Erdoğan – AKP saldırganlaştıkça, bölgeye ABD daha fazla yerleşiyor ve yeni mevziler elde ediyor. Böylesi bir pratik Saddam ile yaşanmıştı, Saddam`ın akibeti biliniyor. İzlediği siyaset ile ülkenin işgaline ortam hazırladı. Saddam diktatörlüğü bir tradejiyle son buldu. Aynı tradejiye adeta kendini zorlayan Erdoğan önce çözülmeyi kendi içinde yaşıyor. Çeteleşmış masabaşı tetikçileri daha fazla AKP için konuşuyorlar. İpin ucu kaçmışa benziyor. TV ekranlarında etrafa iğrençlik saçan bu tetikçiler, hangi değerin arkasına sığınırlarsa sığınsınlar, insanlık değerlerine olumlu bir katkı sunmadıkları apaçık ortadadır.
Erdoğan sesini ne kadar yükseltse de, AKP de sular durulmayacaktır. Erdoğan,NATO`ya, ABD`ye ve Rusya`ya yeni bir şey sunmadığı için daha çok Israil çizgisinin etkisine girecektir. Bu İsrail çizgisine doğru kayış kendisini destekleyen kitle tarafında da görülmektedir. Her iki ülke ulusal çıkarları ve ulusal gevenliği gerekçe gösterek savaşı ve terörü askeri güç kullanarak sürekli kılmak istemektedirler. İsrail, Suriye`nin askeri üslerini hedef alıp hava saldırıları ile vururken, Türkiye,YPG ve HPG`yi hedef alarak saldırılar düzenliyor.
6 Mayıs da darağacında idam edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ile Yusuf Aslan'ı, 18 Mayıs da işkence ile hunharca katledilen İbrahim Kaypakkaya`yı ve haince tertiplenmiş pusuda infaz edilen Haki Karer`ı saygı ile anıyoruz.