Efendim, alana yeni girdik, biraz keşif yapmak, araziyi tanımak önemli. Ağır siyasi konulara girmeden önce hafiften alıştırma yapmak, okuru sonradan gönderilecek salvolara hazırlamak gerekli. Değilse okurlar hemen “Aman, bu da ötekilerin aynısı, hepsi aynı telden okuyor” diyebilir, yüzümüze bile bakmazlar.

Derler ki: “Baş ol, isterse soğan başı olsun!” Düne kadar “Köşesiz”dim, şimdi köşelendim. Yani mikrofonu elime aldım, artık haftada iki üç kez canınıza okuyabilirim.
Elinize bir mikrofon alıp, masanın arkasına geçince siz kendinizi nasıl hissediyorsunuz bilemem ama ben böyle durumlarda kendimi birden “Çok önemli” biri olmuş gibi hissediyorum.

Düşünün bir kere; tüm yaşamları boyunca ellerine bir kez olsun mikrofon alamayan kaç milyon insan var. Kolay mı mikrofonu ele alabilmek?

Mikrofonu ele alabilmek için önce bir oda-salon dolusu dinlemeye ve her boku alkışlamaya meraklı insan gerekli. Masanın üzerinde senin için konulmuş bir bardak su ve bir demet de çiçek varsa deyme keyfine. Sunucu; “Şimdi huzurlarınızda çok değerli, kıymetli, eşi menendi bulunmaz, saygıdeğer XXL” diye adını bağırınca şöyle ağır adımlarla masanın arkasına geçersin, oda-salonda oturanlara şöyle tepeden bir bakarsın, sonra iki üç kez öksürüyor gibi yapıp gırtlağını temizlersin, iki yudum suyu süzdüre süzdüre içersin, “Haydi konuş” diyen mikrofona dudaklarını yaklaştırırsın veeee…

Artık her şeyi sen biliyorsun. Konu çok da önemli değil; hukuk deseler avukatsın, tıp deseler doktorsun, politika deseler siyaset uzmanısın, para deseler ekonomistsin! Allame-i cihansın! Sorulan her soruya –bilmediğin yerlerde eveleyip gevelesen de- bir yanıt verirsin. Ama asla “Bu sorunun yanıtını bilmiyorum, özür diliyorum” demezsin.

Hiç olur mu? Ne demek sorunun yanıtını verememek. Sen kiiii eline mikrofon geçirebilen birisin…Sıkıştığın yerde girişirsin ajitasyona, arkasına iki de slogan patlatınca aha sana ayaklanmış bir salon!

“Köşe” meselesi de mikrofon gibi bir şey. Köşeye artist gibi bakan bir resmini koyarlar, altına ismini yakışıklı yazarlar, binlerce insanın önüne çıkarsın. Sen yazacaksın, onlar okuyacaklar. Hepsinin “Aman da aman ne güzel yazıyor bu adam” demelerini (Söylemesen de) bekleyeceksin. Elbette her konuda yazacaksın artık. Arada fala baktığın bile olacak. Dizdireceksin sözcükleri birbiri ardına:

-Olacaktır, gelecektir, gidecektir, olmalıdır, gelmelidir, gitmelidir.

Kesin olacak sözlerin, öyle “Belki olabilir” diye kuşku içeren sözleri asla kullanmayacaksın. Arada seni eleştirmeye kalkışanlar olunca da “Bu köşe benim köşem/Ben kiiii yılların köşecisiyim, benden iyi mi bileceksin” diye babalanacaksın!

Elbette sık sık değişiklik yapacak, konudan konuya atlayacak, okurların ilgisini hep diri tutacaksın.

Zor iş bu köşe ve mikrofon meselesi, çok zor! Ama bir köşe-mikrofon kapmak da acayip neşeli bir iş. Hepinize öneririm.

Köşe ve mikrofon olayını eskiden yazdığım halde güne de uyan bir “Şiirimsiyle” kapatalım:

“Bağlasalar taşları, salsalar develeri
Böyle toz edemezdi fincancı katırları
Bir çıktılar ortaya politika güm diye
Birlikte yüklediler “Sermayeyi kediye”.

“İki ölç, üç kez düşün, sonra kes” derdi usta
Biçiyorlar hep verev, makaslar ellerinde
Sayıyorlar bir sanat hatayı çoğaltmayı
Narsist midirler nedir, anlayan beri gele

Ayağın biri ayda, öteki ta güneşte
Terslik mi doğruluk mu oynanıyor bu işte
Bu gün doğru olana yarın yalan diyorlar
Tam yenge diyecekken bakıyorsun enişte.

Hepsi “Binmiş hötöte, gidiyor kıyamete”
Yan gelmiş yatıyorlar emeklerin üstünde
Sivil oluyor derken bakıyorsun mareşal
Akıl ermiyor artık oynanan keramete

Siyasetler çarıklı, politika derbeder
Kimi türban ardında, kimi aç aç derdinde
“Pireler bir fil” olmuş, develer hasb-el kader
“Hoptirinam” oynanır memleketin birinde.

Sevgiler hepinize.

([email protected])