Refik Durbaş’ın “Çırak”ı, “Ölüm hep bana mı düşer usta” diye sormuştu ya...
Cevabı, “Evet” bu sorunun...
Bir bakın kitlesel katliamlar tarihimize...
Gidebildiğiniz kadar geri gidin.
Dersim’i hatırlayın ve Madımak’ı...
“Kanlı Pazar”ı düşünün; 16 Mart’ı, 1 Mayıs’ı, 6-7 Eylül’ü...
Malatya’yı, Çorum’u, Maraş’ı...
Gazi Mahallesi’ni...
Ümraniye’yi, Bahçelievler’i, Piyangotepe’yi...
Sinagog’u, Zirve Yayınevi’ni...
Bayrampaşa’yı...
Roboski’yi...
Suruç’u...
Ankara’yı...
***
Acıları yarıştırmayacağız; ama gerçeği de haykıracağız:
On yıllardır mağdur edebiyatı yapanlardan hiçbirine yönelik bir kitlesel saldırı yok bunların içinde...
Katledilenler hep, emekten, eşitlikten, adaletten, barıştan yana olanlar...
Elbette çatışma ortamında her saftan ölenler oldu; PKK, masum köylüleri de vurdu; ama demokrasiye, özgürlüğe inanmış birinin, bombayla karşıt görüşten masumların arasına dalıp pimi çektiği, onları bir otelde kıstırıp ateşe verdiği, Maraş’taki,
Çorum’daki gibi çoluk çocuğu katlettiği görülmedi.
***
Öyleyse sormak hakkımız değil mi:
Hangi zihniyetti Dersim’i, Uludere’yi yerle bir eden?
Kimler, hangi kamplarda yetiştirdi Bahçelievler katillerini? İstihbarat teşkilatı sonra hangi pis işlerde kullandı tetikçileri?
Devlet neden Madımak’takilerin yardımına gitmedi, katliamı seyretti?
Niçin Suruç dosyasını rafa kaldırıp Ankara katliamına yol verdi?
Niye eli kanlı IŞİD militanlarını yıllarca eğitti, barındırdı, silahlandırdı, baş tacı etti?
***
Bugün bombacı bulunmadan “İşin içinde devlet vardır” diyorsak, bu sicili bilerek söylüyoruz.
Ondan işte, ne zaman bir barış yürüyüşünde bomba patlasa, ne zaman özgürlük şarkıları söyleyen bir canımıza kıyılsa, ne zaman “Katliamın faili meçhul” deseler, korkunç bir cinayetin şahidi gibi, yazıyoruz beynimize, pankartımıza, manşetimize:
“Katili tanıyoruz” diye...
KILIÇDAROĞLU’NA ÖVGÜ
Çankaya vardı eskiden...
Orada oturanlar, -sevelim, sevmeyelim- sadece devleti değil, ülkenin birliğini de temsil ederdi. Bir kriz olduğunda liderleri buluşturur, “Ülke sahipsiz değil” mesajı verirlerdi.
Öfkelendiğimiz Demirel bile cumhurbaşkanlığında bu rolü benimseyebildi.
Ne zaman ki Çankaya taşındı; ne zaman ki Cumhurbaşkanı, halkı sakinleştirmek, birleştirmek şöyle dursun, tersine bölen, ayrıştıran, kutuplaştıran isim oldu; ne zaman ki Başbakan, ulusa taziye ilanı verirken bile ayrımcılık yapıp halkın en azından yarısını görmezden geldi; ulus, sahipsiz olduğunu anladı, ipi kopmuş bir tespihin taneleri gibi dağıldı.
En çok böyle dönemlerde sağduyunun sesine ihtiyaç vardır. İç savaş tehlikesine karşı kendini ortaya koyan, hoyratlığın karşısına hoyratlıkla değil vicdanla çıkan, bütünleştiren, yatıştıran, kucaklayan bir olgunluk aranır.
Kimi olaylar karşısındaki tutumunu eleştirdiğimiz Kemal Kılıçdaroğlu’nun hakkını teslim etmek zamanı şimdi...
Bu fırtınalı günlerde sağduyusuyla, yokluğunu hissettiğimiz, özlediğimiz devlet adamı profilini çizdiği için...
Teşekkürler.