Faşist partilerin kadın milletvekillerinden Trump’ın kızına dek, devlet bakanlarından büyük holdinglere tüm dünya; “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” diye bağırmakta. Ki bu yeni değil, Emine Bulut’un eski eşi tarafından öldürülmesinin ardından da ortak bir koro halinde bağırmışlardı. Bu sözleşmeyi imzaladıkları halde uygulamayan ülkeler kınanmakta. Seçimler tüm dünyada yine gündem ya!

Tarih, beslendikleri iki virüsü-iki ana seçim malzemesini miras bıraktı onlara: Irkçılık-milliyetçilik ve Kadın-Erkek Eşitsizliği!!!

***

Nasıl bir asırdayız, nasıl bir asırda!

Ebru ve Aytaç’ın avukatlarının; “DTB Malta Bildirgesi 21. Maddesine uyun. Zorla müdahale hukuki değildir” diye hâlâ, hem de ne bedellerle bağırmak zorunda kaldıkları bir asırda. (30’lu kilolara düşüldüğünde, etrafta serumlarla, yaşatmak için değil onurumuzu ve irademizi kırmak için nasıl onursuzca gezdiklerini bizzat yaşayan biri olarak; beynim dönüyor, kalbim zor taşıyor bunları yazmayı).

BM Sözleşmesi’ne rağmen Mahmur Kampı’nın dahi tarumar edildiği bir asırda!

Yani uluslararası tüm sözleşmelerin, insan canına kıya kıya çiğnendiği bu asırda, suçlayarak-yargılayarak değil ama içim acıyarak belirteceğim, gönül isterdi ki:

Avrupa’da yaşayan, asgari düzeyde de olsa yaşadıkları ülkenin dilini bilen ilerici-devrimci kadınlar, bu sözleşmenin yaşatıp yaşatmadığına bir göz gezdirip, yaşadıkları ülkelerde sözleşmenin yürürlükte olan kısmının bir kâğıt parçasından ve bürokratik bir dizi yapılanmadan ibaret olduğunu deşifre edebilsinler! Ve bu sözleşmeye uyulması talebinde ısrar etmekle birlikte, “korkmuyoruz-susmuyoruz-itaat etmiyoruz” diye de haykırabilsinler! Gönül isterdi!

***

2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nin ardından, imzacı ülkelerin kendi ülkelerinde bu sözleşmeyi yürürlüğe koymaları yılları aldı (bu konuda içerik ve veriler bir çok yazıda aktarıldığı için, tekrar aktarmıyorum).

Bu ülkelerden biri de Almanya’ydı. Bu sözleşmenin yürürlüğe geçirilmesi 2018 yılını buldu. Bu yıllar içerisinde, tüm Avrupa ülkelerindeki “kadına yönelik şiddet” istatistikleri şarıl şarıl akmaya başladı. Bu veriler bir veri bankasında toparlandı ve kurumsallaşmaya gidildi.

Ev-aile içi şiddetin ceza hukuğundaki yeri” işin bam teliydi. Bu çok tartışıldı ve hâlâ da tartışılmakta. Yani işin bam teline basılamamakta, basılamayacak da! Sözleşmeye yanaşmayan ülkeler –Polonya gibi-; “Ülkemizde çok çeşitli uluslara mensup insanlar yaşamakta. Ve hepsinin örf ve âdetleri farklı. Bunların hepsi için ortak bir yaptırım getiremeyiz” biçiminde itirazlar içerisinde.

Kapitalist-emperyalist bir sistemde, bundan daha doğal ne olabilir ki?

***

İstatistikler şarıl şarıl akıtılırken; bu dönemde Alman basını sayısız tekzip yayınlamak zorunda kaldı. Kendi kendilerini dahi, bu istatistikleri neden sunduklarını unutmuş bir halde buluverdiler.

Ve feminist-ilerici kadın örgütleri, İstanbul Sözleşmesi’ne rağmen sürekli artış gösteren rakamlara, bu gidişata bir “hooop” demeye çalıştı, bunun için çok yoğun bir çaba sarfetti. Matematiksel istatistiklerin kuru bir gümbürtü olduğunu, bunların bize neyi göstermesi gerektiğini kısaca şöyle süzdü:

“2-3 günde bir, partneri tarafından bir kadın öldürülmekte. Saat başı, partneri tarafından bir kadın ağır yaralanmakta. 13 yaşındaki kız çocukları ve 16 yaşındaki genç kızların yaklaşık %40’ı kesinlikle bir erkek şiddetine maruz kalıyor. Kadına yönelik erkek şiddetinin cezalandırılma oranında ise bütün bu istatisliklerin esamesi bile okunmuyor”.

***

Kısaca İstanbul Sözleşmesi; devlet dediğimiz mekanizmaların niteliğinden dolayı, fiiliyatta asla uymayacakları-uyamayacakları bir sözleşmedir. Yani erkek egemen bir sistemde ve onun hukuk devletinde uygulanması mümkün olmayan bir sözleşmedir.

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” ibaresi, reformist bir talep dahi değildir. Talep edilebilecek en azami ifade; “bu sözleşmeye uyun” demektir. Bunun kanıtı; bu sözleşmenin nasıl yürürlüğe sokulduğudur. Bunun kanıtı; devletlerin bu sözleşmeye tam anlamıyla uymalarının imkânsızlığındadır.

Tekrar, suçlayarak-yargılayarak değil ama içim acıyarak belirteceğim.

Uluslararası tüm sözleşmelerin, insan canına kıya kıya çiğnendiği bu asırda, gönül isterdi ki:

Avrupa’da yaşayan, asgari düzeyde de olsa yaşadıkları ülkenin dilini bilen ilerici-devrimci kadınlar, bu sözleşmenin yaşatıp yaşatmadığına bir göz gezdirip, yaşadıkları ülkelerde sözleşmenin yürürlükte olan kısmının bir kâğıt parçasından ve bürokratik bir dizi yapılanmadan ibaret olduğunu deşifre edebilsinler! Ve bu sözleşmeye uyulması talebinde ısrar etmekle birlikte, “korkmuyoruz-susmuyoruz-itaat etmiyoruz” diye de haykırabilsinler! Gönül isterdi!