“Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu.”
Nazım Hikmet
Ülkemiz kritik bir dönemde. Egemen sınıfların yoksul halk kesimleriyle çatışması keskinleşmektedir. Çünkü ulusal gelirin dağılımındaki uçurum önüne geçilemez biçimde derinleşmektedir.
Kişi başına milli gelirin 25 bin dolara çıkarılacağı vadedilen Türkiye'de, 2019 yılına göre 528 dolar azalan ve 8.599 dolara düşen kişi başına milli geliriyle, 215 ülke arasında 86.ncı sıraya düştü. Euronews'in haberine göre, IMF'nin 12 Ekim 2021 tarihli Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan Türkiye, 2021 yılında bir sıra düşerek 21. sıraya, 2022'de 22.sıraya düşecek.
TL'nin döviz karşısında değer kaybetmesi nedeniyle asgari ücret 265 dolara, 235 avroya denk düşüyor. Türkiye'de şu an dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcaması için gerekli tutar olan açlık sınırı 3 bin lirayı geçti. Yoksulluk sınırı 10 bin liranın üzerinde iken, asgari ücret 2 bin 825 lira ile açlık sınırının bile altında.
Ekonomik alanda tepetaklak gidiş sürerken işverenler ve devletle işçiler, emekçiler, köylüler arasındaki sular bir türlü durulmuyor.
Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin yapımı sırasında ücretlerini alamayan işçiler Eylül ayındaki ilk eylemlerinde, Akkuyu’da yolu kapatmışlardı. Akkuyu birkaç hafta önce yemekhanesiyle yeniden gündeme getirildi. Akkuyu Nükleer Santral Projesi'nde taşeron şirketlerde yaklaşık 10 bin işçi çalışmaktadır. Bu işçilerin büyük bölümü hafta içerisinde topluca iş bıraktı. İnşaat alanında toplanarak üç aydır ödenmeyen ücretlerinin bir an önce ödenmesi çağrısında bulunmak isteyince, anında ‘Kırmızı Alarm' verilmiştir. Özel güvenlikler ile jandarmalar anında protesto yapılan alana sevkedildiler. İşçilerden protesto eylemini sonlandırmaları istendi. Bu istekleri yerine getirilmeyince saldırıya geçtiler. Bir özel güvenlik görevlisinin hak arayan bir işçiye uçan tekme atıp yere düşürmesinden sonra olaylar çığrından çıktı.
Aslında, emeğinin karşılığını isteyen işçiye tekme atılması karşılaştığımız ilk görüntü değil.
13 Mayıs 2014 tarihinde 301 madencinin vefat ettiği Soma faciasından sonra bir grup işçinin protestosu sırasında, Başbakan Müşaviri Yusuf Yerkel, Soma madencisi Erdal Kocabıyık'ı tekmelemişti. Bir faciadan dolayı özür dilemeyi akıllarına getirmeyenler bunun yerine Erdal Kocabıyık'a tekme attırdılar. Attıkları tekmeler yetmemiş olacak ki, başbakanlık korumalarının aracına tekme atmak suretiyle kamu malına zarar verdiği iddiasıyla hem para cezası hem de altı yıla kadar hapis istemiyle yargılandı. Erdal Kocabıyık tazminatsız olarak işten atıldığı gibi, bulduğu işlere girmesi engellendi. Eşine 548 lira para cezası verdirildi.
İşçi düşmanı politika bununla sınırlı kalmadı. 30 Kasım 2014 tarihinde telefon mesajı ile 2831 Soma madencisi işten çıkartıldı. İşten çıkartılanların kıdem ihbar tazminatlarının en kısa sürede ödeneceği taahhüt edilmesine karşın, 3 taksit dışında ödeme yapılmadı. Soma Kömürleri A.Ş. Işıklar Maden Ocağı’ndan 2017 tarihinden itibaren emekli olan, işten çıkartılan işçiler ile Uyar Madencilik’ten çıkartılan işçilerin de tazminatları ödenmedi.
Bu hukuk dışı uygulamaları protesto eden Bağımsız Maden İşçileri Sendikası defalarca Ankara’ya yürüyüş yapmak istdi. Maden Şehitliği önünde 5 gün oturma eyleminin ardından barikatları aşarak Ankara yürüyüşlerine devam eden madenciler bu kez de Salihli ilçesi sınırlarında durdurulup gözaltına alındılar.
Aynı saldırılar Konya Ermenek’te Cenne Maden işçilerinin Ankara’ya yürüyüşü engellenerek yapıldı. Jandarma işçilerin ve ailelerinin giriş çıkışlarına bile izin vermedi, görüntü alınmasına engel oldu. Jandarmanın saldırısında Bağımsız Maden-İş Genel Başkanı Tahir Çetin de boynu sıkılarak darp edildi.
İşçilere bu tür saldırılar gerçekleştirilirken, 11 Şubat 2006'da o dönemin Başbakanı RTE, Mersin'e toplantıya katılmak üzere geldiği sırada, çiftçi Mustafa Kemal Öncel, “Sayın Başbakan bu çiftçinin hali ne olacak? Anamız ağladı,” diye feryat etmişti. Erdoğan, çiftçi Öncel'i sert bir üslupla azarladı; “Ananı da al git, artistlik yapma.”
Çiftçi Öncel daha sonra başına gelenleri Sözcü gazetesine (11 Şubat 2021) şöyle anlattı:
“Buraya geldiğinde artık sıkıntılar boğazıma kadar gelmişti. Zarar, zarar, zarar. ‘Bu çiftçinin hali ne olacak' diye sorduğumda hem kendimi hem bütün çiftçileri kapsayan bir söylemdi bu. Ama yalnızlık beni bu noktalara getirdi. Ben bir ok gönderdim, ‘hedef bulsun' dedim. Ama ok döndü beni buldu. (...) Benim hayatımı mahvettiler. O tartışmanın ardından ve Tayyip Erdoğan'ın bana hakaretlerinden sonra özür dilettirildim. Özür dilettirildiğim halde başıma gelmeyen kalmadı. (...) ‘Bu adam akıllı mı deli mi?' düşüncesiyle rapora gönderildim. Birinde 32 gün, ikincisinde 3 gün yatırdılar. Üçüncü defa gittiğimde doktorun biri ‘Biz bu günaha imza atmayacağız' dedi. (...) akıllı raporu verildi. Mahkeme inanmadı, bu kez İstanbul'daki hastanelere de gönderdiler. Oradan da sağlam raporu alınca, davalar art arda açıldı.”
“Ötekileştirilenlerin” başına neler getirildiğini bu örnek bile göstermektedir. KHK'lıların direnişi sırasında yaşadıkları da bundan farklı değildir. Akademisyenlerin cübbeleri üzerinde potinleriyle gezinen özel güvenlikler ile çevik kuvveti gördük.
Boğaziçi Direnişi'nde akademisyenler ile öğrenciler benzeri sıkıntıları yaşıyorlar. Bu direniş sırasında, dünya genelinde ilk kez bir üniversitenin giriş kapısına kilit vurdurulması ile karşılaşıldı. Kayyum rektör üniversitenin kapısını akademisyenlere ve öğrencilere kapattırdı.
Yukarıdaki kötü örnekleri, toplumun her kesimine uygun şekilde çoğaltmak olası. Bu örnekler, örgütlülüklerin zayıfladığı, güçsüz olduğu dönemlerde, egemen sınıflar toplumun ensesinde boza pişiriyorlar. 12 Eylül faşist cuntası işbaşı yaptığında, işveren Halit Narin, “Şimdi gülme sırası bizde,” açıklamasını yaparken, adeta sevinç çığlığı atmaktaydı. Askeri veya sivil cuntalardan güç ve cesaret alan egemen sınıflar işçi, köylü, emekçi halk kesimleri üzerindeki diktatoryalarını pekiştirmektedir. Sistemin bekasını ancak böyle sağlayabileceklerini düşünüyorlar.
Faşist sistem yandaşlar takımına yere yatırılan madenciyi tekmeleme, hakkını isteyen işçilere uçarak tekme atma cesaretini veriyor. Aşağılanan ve adam sınıfına alınmak istenmeyen işçiler, emekçiler, köylüler, gençler, kadınlar ekonomik ve siyasal örgütlülükleriyle hak ve özgürlüklerine sahip çıktığı oranda, o uçan tekmeler bumerang gibi dönerek faşizmin suratına çarpacaktır.
Paulo Coelho, “Cesurluk korkunun yokluğu değil, korkuya rağmen ilerlemeye devam etmenin gücüdür,” demiştir. Korkunun ecele faydası yoktur diyerek, korkularımızı bir kenara atıp cesaretimizi dirilterek ileriye doğru atılmalıyız. Soma yürüyüşçülerinin gözaltına alınması öncesi sendika örgütlenme uzmanı olan Kamil Kartal’ın kolluk güçlerine yönelik konuşması, ders alınması gereken çok önemli bir mesaj vermektedir:
“Sanki hırsızlığı, namussuzluğu, arsızlığı biz yapmışız gibi hesabı bizden sormaya çalışıyor devlet. Bir tane kıçı kırık patrondan hesap sormayı beceremeyen devlet, gücünü bizde sınayacak. Öyle mi alay komutanı? Burdayız biz, şimdi bize güç göstereceksiniz ha! Ve biz bu güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de korkmuyoruz, billahi de korkmuyoruz sizden!”
(...)
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar, ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.
(N.Hikmet)