Fatma İrier’in anısına, saygıyla…

“Yüreğiniz ferah olsun,

olabildiği kadar.

En uzun gecelerin de

bir sabahı var.”[2]

“Kadın ve Sosyalizm” başlıklı bir oturuma, İran’dan başlamanın anlamlı olacağını düşündüm. Çünkü bence Mahsa Amini adlı genç bir Kürt kadınının saç telleri görünüyor diye Tahran’da karakola çekilip ardından ailesine ölüsünün teslim edilmesi ardından patlak veren ve neredeyse bir ayaklanmaya dönüşen protestolar, bu protestolarda -molla rejiminin bastırmak için uyguladığı caniyane şiddete rağmen- kadınların üstlendiği öncü rol, “Kadın Özgürlüğü” ile sosyalizm arasındaki bağıntılar üzerinde durmayı olmazsa olmaz kılıyor. Ve “… ‘Kadınların özgürlüğü’ sorunu neden ve nasıl sosyalizme içkindir, ve sosyalizm kadınların özgürlüğü konusunda neler vaad edebilir?” sorularına ilişkin somut ve aydınlatıcı dersler sunuyor.

Muhafazakârlarla Liberaller Arasında bir Savaş Alanı: Kadınların Bedeni

Söze şu saptamayla başlamalı: İran’da kadınların maruz kaldığı baskı ve ayırımcılık, sadece “arkaik” ve “gerici” bir rejimin dinsel dogmalarla beslenen “ataerkilliği”nden ibaret değil. Tersine, İran’ın ataerkil molla rejimi, son derece “çağdaş” ve “güncel”. Kadınlar üzerindeki ağır baskı ve yasaklar, bir peygamberin mesajlarını esinlendiğini öne sürdüğü bir Tanrı’nın buyrultuları ya da söz konusu peygamberin izleyicilerinin onun mesajlarına ilişkin yorumlarından, sözün özü 1400 yıl öncesinden değil, “devletçi/popülist”den neoliberale dönen bir kapitalizmin halk kesimlerinde yol açtığı yıkıma karşı meşruiyetini kadınların saçlarında aramasından kaynaklanıyor…

Aslında tek bir fotoğraf karesi, bunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermeye yetiyor - Mahsa Amini’nin saçının teli gözüktü diye katledilmesini izleyen protesto ve sokak çatışmaları zirvedeyken “muhafazakâr” din adamı Molla Ayetullah Ahmed İrvani’nin kızının ABD’deki düğününden sosyal medyaya düşen fotoğraflardan söz ediyorum. Mutlaka görmüşsünüzdür, gelin omuzlarına dökülen siyah saçları, omuzlarını ve göğsünü açıkta bırakan dekolte gelinliği ile mutlu, kocasıyla öpüşüyordu[3]…

Ama tabii, magazinle sınırlamayalım kendimizi…

İran İslâm (Karşı-) “Devrim”inin tarihine üstünkörü bir bakış, Şahlık diktasına karşı bir halk ayaklanmasının ardından (bu halk ayaklanmasında işçi sınıfı eylemlerinin ve komünist TUDEH başta olmak üzere sol-sosyalist güçlerin etkinliği çok büyüktü[4]) iktidarı ele geçirip “teokratik” bir rejim inşa eden İranlı İslâmcıların ekonominin nasıl yönetileceğine dair “gelgit”lerinin toplumsal yaşamda, özellikle de kadınların giyimlerine ilişkin tutumlarda doğrudan yansımasını bulduğunu ortaya koyar.

Biliniyor, “İran (karşı-) devrimi 1979’da gerçekleşti ve başörtüsü dayatmasının ilk örnekleri Mart 1979’da, yani İslâmî devrimin zaferinden bir aydan kısa bir süre sonra ortaya çıktı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününden bir gün önce Kayhan gazetesi, “Kadınlar işyerlerine tesettürlü gitmeli” manşetiyle yayımlanacaktı.

Bu gazetenin ilk sayfasında Ayetullah Humeyni’nin sözlerine yer veriliyordu: ‘İslâm Bakanlığında günah olmamalı. Çıplak kadınlar İslâmî bakanlıklara gelmesin. Kadınlar işlerine, ofislerine gitmeli ama başörtüsü takmalı. İşe gitmelerine engel yok, ama dini tesettüre uygun giyinmeleri şarttır.’”[5]

Buraya bir mim koyalım. İran İslâm (karşı-) devrimi, daha ilk günlerinde, yürürlükteki kapitalist sistem için devasa bir ucuz ve uysal işgücü kaynağı olan kadın emeğinden vaz geçmeyeceğini ilan etmektedir. “Kadınlar çalışmalı, ama örtünerek.”

O yıl İran’daki 8 Mart mitingi başörtüsü zorunluluğuna karşı bir gösteriye dönüşür. Binlerce kadın, gelmekte olan başörtüsü zorunluluğuna karşı sokaklarda tepkilerini haykırırlar… Ne ki, fazla işe yaramaz. “Bu sözlerden sonra, 5 Temmuz 1980 sabahından itibaren tesettürsüz kadınların devlet dairelerine girmeleri yasaklandı. Tabii ki üniforma ya da şal, pelerin henüz resmi değildi, ancak kadınların uzun kollu ve kapalı giysiler giymeleri ve başörtüsü takmaları gerekiyordu.”[6] Arkası gelecektir. Kadınların giysilerine ve varoluşlarına ilişkin cendere giderek daraltılmaktadır.

Ama kadınların itirazları duyulmaz. Bunun bir nedeni, İran İslâm (karşı-) Devrimi’nin resmi ve gayrıresmi (paramiliter) güçlerinin, pastarların, besiç’lerin toplum üzerinde estirdiği terör ise, bir başka (ve daha önemli) nedeni, İslâm Devleti’nin toplumun en alt katmanlarını kucaklayan ve refah düzeylerini yükselten devletçi/popülist ekonomi politikalarıdır. Humeyni İranı, okur-yazarlık oranını yüzde 47’den yüzde 85’e yükseltmeyi başarmış, üniversite öğrencisi sayısı 151 000’den 30 yıl içerisinde 1.5 milyona, üniversite öğrencileri arasında kadınların oranı ise yüzde 30’dan yüzde 62’ye çıkmıştır. Sağlık hizmetlerindeki iyileşme sayesinde yaşam süresi beklentisi 56’dan 70’e yükselmiş, bebek ölümü oranları ise binde 104’den 25’e düşmüştür. El konulan topraklar küçük çiftçilere dağıtılırken, kırsal ve kentsel yoksullar ekmek, yakıt, gaz, ısınma, elektrik, sağlık ve kitle ulaşım hizmetlerine -hem de sübvansiyonlu olarak- erişebilir hâle gelmiştir…[7] vb. vb. (Karşı-) Devrim’in hemen ardından patlak veren ve sekiz yıl süren (1980-1988), ve İran’a çok pahalıya mal olan Irak savaşı koşullarında dahi, Bazaar esnafına dayalı devlet kapitalizmi altında yaşam standartları hissedilir biçimde yükselen İran yoksulları, rejimin baskılarına karşı ses çıkarmamayı yeğlemiş gözüküyor.

Ancak savaşın hemen ardından, devlet eliyle palazlanan korsan burjuvazi, bir yandan sübvansiyonlara dayalı devlet kapitalizmi/refah devleti ekonomi politikalarının terki ve ekonomide liberalizasyon, bir yandan da katı molla rejimi çerçevesinde bir esneme talebini yükseltmeye başlayacaktı. Bir yandan iç basınç, bir yandan katı ABD yaptırımları sonucu molla rejimi 1990’lı yıllardan itibaren neoliberal siyasalara yönelecektir: kamu teşebbüsleri birer birer özelleştirilirken, işçilerin pazarlık gücü devlet eliyle zaafa uğratılır. İstihdamın yüzde 90’ı böylelikle sözleşmeli statüsüne getirilirken dört milyonun üzerinde işçi, sosyal güvenlik sisteminin dışında bulur kendini. Pahalı ilaçlar sigorta sisteminin dışına çıkartılırken, sosyal sigorta sisteminin lağvından söz edilmeye başlanır. Bu süreçte yükseköğrenim de harçlar aracılığıyla paralı hâle getirilmektedir. Savaş yılları boyunca kır ve kent yoksullarını ayakta tutan sübvansiyonlar birer birer kesilir.

1989’da Haşimi Rafsancani’nin ilk cumhurbaşkanlığı döneminde (1989-1993) başlayan “yapısal uyum süreci”, 1990’ların ikinci yarısında iş başına gelen reformistlerin eliyle daha bir yerleşiklik kazanacaktır: “Özgürlük” taleplerini “serbest piyasa ekonomisi”ne endeksleyen reformistler, böylelikle İran’ın İslâmî renkli neoliberalizminin mimarları olurlar. Argümanları yalındır: “Eğer devlet ekonomi üzerindeki sıkı denetimini yitirirse, İslâm Cumhuriyeti katı standartlarını topluma dayatma yetisini de yitirir.” Böylelikle “özelleştirme” siyasal özgürlüklerin de mantrası hâline gelecektir.[8]

Serbest piyasa reformları, İslâmcı rejimin dayattığı katı kurallardan bezen kentli orta sınıflara bir nebze soluk aldıracaktır.

Sami Oğuz ve Ruşen Çakır, neoliberal esinti ile kısmen gevşeyen İran orta sınıflarının yaşam tarzını, birinci elden gözlemlere dayanarak şöyle betimliyor:

“… özellikle savaşın bitmesinden ve Rafsancani’nin ikinci Cumhurbaşkanlığı döneminden başlayarak ve Hatemi’nin işbaşına gelmesinden sonra daha da yaygınlaşarak, Tahran sokaklarında kadınların ve özellikle genç kızların önemli bir bölümünün tesettürlerinde gevşek davranarak devletin emirlerine aykırı hareket ettikleri gözleniyor. Genç kızlar en çok pantolona (daha çok blucin) rağbet ediyorlar. Üzerlerindeki bol yırtmaçlı siyah önlükler sayesinde üniversiteli kızlar sokağa pantolonla çıkmış gibi oluyorlar. Hicab (tesettür) modası günden güne renklenip, inceliyor ve moda deyimle daha “light” hâle geliyor; hem taşınan hicabın-mantonun fiziki ağırlığı, hem de örtmedeki sıkılığı anlamında. (…) Kuşkusuz devlet zoruyla değil kendi rızalarıyla örtünen kadınlar da var: özellikle Tahran’ın güneydeki yoksul mahallelerinde ve taşrada “çador” adı verilen kara çarşaflara rağbet epey yüksek. Ancak, etnik-milli kimlikleri nedeniyle Türkmenistan ve Kürdistan eyaletlerinde kadınlar sokaklarda hâlâ yörelerine özgü geleneksel biçimlerde örtünüyorlar.

Ama İran’da kadınlar arasında yükselen hareket feminizm. Kimi zaman İslâmî motiflerle birlikte yürütülen bu hareketin öncüleri İran devrimine katılan ve ilk yıllarında İslâmî devlet içinde aktif olan kadınlarla benzer özellikler taşıyorlar: üniversite öğrencileri veya eğitim düzeyleri yüksek kentli orta sınıftan orta yaşlı kadınlar...

İran’da otel, restoran, kahve türü işyerlerinin çoğunun kapılarına ‘Burada hicaba riayet etmek zorunludur’ şeklinde bir çıkartma yapıştırıldığı dikkat çekiyor. Büyük bir ihtimalle hicabın en fazla gevşediği mekânlar olan bu işyerlerinin sahipleri böylelikle, muhtemel soruşturmalardan sıyırmayı hesaplıyorlar. Çünkü kimi zaman polis, çoğunlukla da Besic (Gönüllü) adı verilen milisler, bu tür işyerleri ile adı çıkmış (zengin ve gençlerin buluşma mekânı olan) pasaj, mahalle ve sokaklara baskın düzenleyerek, hicap kurallarına uymayan gençleri gözaltına alıyor, en azından onlara gözdağı veriyorlar. Hatemi öncesi dönemde, yıllar itibariyle geriye gidildikçe daha katı yaşandığı bilinen bu uygulama çerçevesinde, polis ya da Besicler, özellikle haftanın son çalışma gününün akşamı olan Perşembe akşamlarında, başta başkent Tahran olmak üzere kentlerin zengin mahallelerinde, caddelerinde, kendilerine göre İslâmî hayat tarzına uymayan çoğunluğu genç insanları onar-yüzer gözaltına alıyor, “suç”larının ağırlığına göre, öğütten, bir daha suç işlemeyeceğine dair yazılı kâğıt alma ve giderek kırbaç cezasına varan bir dizi “disiplin işlemi”nden sonra serbest bırakıyordu…”[9]

Hatemi gibi “reformist” bir cumhurbaşkanı altında kökleşen serbest piyasacı yönelim, onu izleyen “muhafazakâr” Ahmedinecat’ın iki dönemlik cumhurbaşkanlığı süresince (2005-2013) de devam edecekti. Çünkü muhafazakârlar, İslâm Cumhuriyeti’nin ilk yıllarının sübvansiyonist/ devletçi/ popülist ekonomi politikasından çok, Şii/İslâmcı kültürel değerleri “muhafaza” etmeyi yeğliyor, bu durum da klikler arasındaki çelişkiyi “kültürel” düzleme taşıyordu. Böylelikle 1990’lardan bu yana İslâmî rejime damgasını vuran “muhafazakâr-reformist çatışması” “Batı-yanlısı, liberal yaşam tarzı” ile “İslâmî yaşam tarzı” arasındaki bir çatışma görünümü alacaktı. Her iki taraf da neoliberal ekonomi politikalar, özelleştirme, kamu sektörünün, sübvansiyonların tasfiyesi vb. konularda zımni bir anlaşmayı sürdürürken, kavga kadınların saç telleri üzerinde odaklanacaktı… Böylelikle örneğin Hatemi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde kendini “feminist” olarak tanımlayan kadınlarla birlikte çalışmaktan çekinmeyen bir kadın cumhurbaşkanı yardımcısına[10] sahip olan İran’dan, üniversitelerde karma eğitime son verilmesi taleplerinin yükseltildiği 2010’lu yıllara… reformist-muhafazakâr çekişmesi kadınların bedenlerini ve varlıklarını bir muharebe alanına dönüştürmüştü[11]…

Demiştim ya, kadınların nasıl giyinecekleri, nasıl davranacakları, nasıl var olacakları, tarih-dışı bir ataerkinin buyrultularından çok, ataerkil gelenekleri yeniden ve yeniden yorumlanıp kendi ekonomi-politik gündemleri gereğine göre biçimlendiriliyor - egemenlerce… Ataerki, hiç de geleneksel/arkaik/muhafazakâr vb. bir şey değil, sömürüye dayalı bütün toplumlarda farklı ekonomi-politikalar eklemlenebilen, sürekli yeniden biçimlendirilen ve sınıfsal egemenlik konumlarını payandalayan bir iktidar formudur.

Çok somut bir örnek vereyim; Kadınların seçme ve seçilme, eğitim, mesleklere girme, mirastan eşit pay alma, boşanma vb. bir dizi “modern” hakka sahip olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’in şu sözleri:

“Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır siklette değil, ahlâkta, fazilette ağır, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller yetiştirmektir. Milletin menbaı, hayat-ı içtimaiyenin esası olan kadın, ancak faziletkâr olursa vazifesini ifa edebilir. Herhâlde kadın çok yüksek olmalıdır...”[12]

Dikkat, Mustafa Kemal’in vurgusu kadınların fiziksel ve/veya zihinsel kapasiteleriyle toplumsal yaşama yapabilecekleri katkı, bu kapasitelerin geliştirilmesi gereği, kadınların yönetime katılması, hatta kadın-erkek eşitliği vb. değil, kadınların (ulus için) “Türk’ü muhafaza ve müdafaaya kadir” nesilleri doğurup yetiştirmek, ve erdemli olması üzerinedir. Yani kadın muhtar, milletvekili, pilot, doktor vb. olabilir, ama en önemli görevi erdemli, ağırbaşlı, vakur olmak (“hafifmeşreplik”ten uzak durmak olarak okunmalı) ve “vatana millette hayırlı” evlatlar peydahlamaktır… 1930-70’ler arasında hem okumak, hem meslek sahibi olmak, hem iyi, müşfik ve disiplinli anneler ve titiz, hamarat, hesap bilir ev kadınları olmak, hem de her an iffetli, vakur olmak zorunluluğuyla yükümlendirilmiş kadın kuşaklarının “peçeden kurtulmak” adına ödemek zorunda oldukları çok ağır bir bedel…

Bu da “laik/modern/aydınlanmış ataerki”nin tipik bir örneği.

İşçi Sınıfı Devreye Girince…

Peki bu açmazdan hiç mi çıkış yok? Kadınlar her dem (aydınlanmış, obskürantist ya da liberal) iktidarların domain’i olmak mı zorunda?

İran’a dönelim mi? Önce İran’ın neoliberalizminin mahiyeti…

1990’lı yıllardan itibaren İslâmî (Karşı-) Devrim’in uyguladığı devletçi politikaların terki, “sosyal devlet”in berhava edilmesi ve özelleştirilmelere hız verilmesi, İran emekçileri için -en az ABD yaptırımları kadar- yıkıcı sonuçlara yol açacaktı. 2017 baharında resmi işsizlik oranı yüzde 12.6’yı bulmuştu; gençler arasında bu oran yüzde 26.4’e çıkıyordu. Asgari ücret yoksulluk sınırının 40’ının da altındaydı; resmi rakamlara göre ülkede 12 milyon kişi mutlak yoksulluk koşullarında yaşamakta, yüzde 6’sı ise gece yatağa aç girmekteydi.[13]

Kuşku yok ki bu “yapısal uyum programları ve neoliberal tercih” öncesinde emekçiler, alt sınıflar için herşeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyor. Irak savaşının yanısıra, İran’ın bölgede bir askeri-siyasal güç olma iddiaları, özellikle de milyarlarca dolarlık nükleer serüveni, kaynakların emekçilere değil dev ve hantal bir askeri-sınai komplekse yönelmesine neden oluyordu. Trump ABD’sinin 2015’de nükleer anlaşmadan çekilmesi ardından sökün eden ve İran’ın petrol ihracatını günde 2.5 milyon varilden 300-600 000 varile düşmesine yol açan yaptırımlar, ülkeyi ekonomik çöküşün eşiğine getirecekti. Ek olarak temel gıda maddeleri ile ilaca erişimde yaşanan güçlükler, halkın yaşamını daha da cehenneme çevirmekteydi.

Bu hantal, etkisiz, teokratik devlet kapitalizmine zerkedilen neoliberal aşı, rejimin “çeteleşmiş” muhafızlarının bir kısmı için yeni ufuklara açılma, servetler devşirme olanağı anlamına geliyordu. İran’da sermayenin yüzde 80’den fazlası İran Devrim Muhafızları ya da sözleşmelilerinin denetimi altındadır. Petrol, gaz ya da petrokimya ürünlerinin satışı üzerinde hemen hiçbir denetim yoktur. Bu ise, iktidar içerisinde büyük yolsuzluklara ve bir “korsan burjuvazi”nin meydana çıkmasına yol açarken, yeterli yiyecek bulamayan büyük çoğunluğun öfkesini körüklüyor. [14]

Dariush X mahlaslı bir İranlı’nın Counterpunch dergisine gönderdiği 28 Eylül 2022 tarihli mektup, durumu olanca açıklığıyla gözler önüne sermekte:

“… ‘Khodi’ ile İran toplumunun geri kalanı arasındaki bölünme giderek genişliyor. “Khodi”ler içeridekiler, ayrıcalıklılar, bağlantısı olanlar, iktidardakilerin çocukları ve geniş ailesidir. Kendilerini ülkenin sahibi olarak görürler;[15] Devrim Muhafızları’nın üst kademeleri de bu kesime dahildir. İktidar sarhoşu ruhbanların davranışını onaylamayan gerçek ruhbanların tersine, devşirme ruhbanlar da da bu gruba girer. ‘Khodi’nin geniş bir kesimi kendilerini bir ziyafete davetli ve kaldırabilecekleri kadar yemeye mezun görürler. Yolsuzluk onlar için yolsuzluk değildir. Bir suç, ahlâksızlık ya da ihanet değildir. Onlar için bu, bir hak ve ayrıcalıklarının bir parçasıdır.”[16]

Vurgulamaya gerek var mı, bilmiyorum; ama neoliberal rüzgârı arkasına alarak (ve devlet kaynaklarını, özellikle de İran Merkez Bankası yağmalayarak) tırmanışa geçen bu “korsan burjuvazi”nin yatırımları üretken sektörlere değil, (çoğunlukla Dubai ya da Türkiye’deki ortaklarıyla birlikte) altın ve değerli taş ticareti, döviz, gayrımenkul spekülasyonu gibi parazit alanlara yönelmektedir[17]: “Yine de, Tahran’ın kuzeyindeki lüks mahallelerdeki her bir spor araba ya da lüks apartman dairesine karşı[18], boş mezarlarda geceleyen evsiz yoksullar ya da Irak ve Türkiye ile dağlık sınırlarından sırtlarında tüketim malları taşıyarak geçen kaçakçıların haberleri yer alıyor medyada.”[19]

Rejimin beslemesi bir avuç asalak kamu olanakları üzerinden semirdikçe semirirken (örneğin eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin oğlu Mehdi Haşimi Rafsancani yolsuzluk suçlamalarından 15 yıl hüküm giydi![20]), savaşların, ABD yaptırımlarının ve neoliberal talanın kıskacındaki emekçilere öfke biriktirmek düşüyordu. Enflasyon dizgininden boşalmış, İran tümeni ABD doları karşısında çakılmış (23 Eylül 2020 itibariyle 1 ABD doları = 23 000 İran tümeni[21]), işsizlik, özellike de kadın ve genç işsizliği tavan yapmış, elektrik, su ve ısınma giderleri katlanmış, evsizlik özellikle büyük kentlerde karabasana dönüşmüş, ücretlerini aylarca alamayan işçiler arasındaki mayalanma had safhaya varmıştı. 2017 yılına grev ve protesto gösterileri damgasını vurdu. Özelleştirilen Yedi Tepe şeker fabrikası işçileri aylarca ödenmeyen ücretlerinin ödenmesi, yasa dışı olan 10 saati aşan çalışma saatlerinin azaltılması, sağlık önlemlerinin alınması, sağlık sigortası ve asgari ücretin artırılması talepleri için protesto eylemleri düzenleyip üretimi durdurdular.[22] Onları bir yıldır ödenmeyen ücretleri için direnişe geçip kuzey demiryolunu kapayan Arak Hepko metal işçileri izledi. Ardından petrol işçileri, belediye işçileri, kamyon sürücüleri, öğretmenler, emekliler, velhasıl emekçilerin büyük bölümünün eylemleri geldi.

Emekçilerin ekmek direnişlerine kadınların özgürlük talepleri, öğrencilerin eğitim sistemi, Kürtlerin, Arapların ayırımcılığa karşı protestoları da eklenince Aralık 2017-Ocak 2018’de protestolar bir halk ayaklanmasına evrilecekti. Yumurta fiyatlarındaki büyük artışın tetiklediği ayaklanma kısa sürede 50 kente yayıldı, Farsî, Kürt, Azeri, Beluci, Arap, Şiî, Sünnî, sözün özü tüm etnik ve dinsel grupları kapsadı. Bu ayaklanmada İranlılar ilk defa Molla rejiminin şu ya da bu fraksiyonunu (muhafazakârlar ve/veya liberaller) değil, rejimin bütününü karşılarına almıştı.

2017-18 Ayaklanması İran’da molla rejimine karşı ilk başkaldırı değil. 2009’da ardında yüzlerce ölü bırakarak bastırılan Yeşil Devrim, seçimlerin muhafazakârlar tarafından çalındığı yolundaki yaygın inanış nedeniyle patlak vermişti. Sayımlardaki sahtecilikle muhafazakâr Mahmud Ahmedinecat seçimlerin galibi ilan edilmiş reformist adaylar Mir Hüseyin Musavi ile Mehdi Karubi ise ev hapsine konulmuştu. Seçim sahteciliği büyük kentlerdeki orta sınıflarda büyük bir öfkeye yol açarken, o yıl artan petrol fiyatlarının sağladığı gelir ile yoksulları sübvanse eden Ahmedinecat, işçi sınıfının ayaklanmalara katılmasının büyük ölçüde önüne geçmişti.[23]

On yıl sonra ise sokağa inen, emekçilerdi. Ve protestoların tonu çok daha sert, talepler çok daha radikaldi: Sloganlar doğrudan Velayet-i fakihi (fıkıh, yani din hukuku âlimleri ya da fakihin vesayet ve yönetim yetkisi ) hedef alıyor, meydanlarda Ayetullah Humeyni ve Hameney’in portreleri yakılıyordu.

2018 ayaklanması rejim güçlerince bastırıldı bastırılmasına ama, Kasım 2019’da İranlı emekçiler yakıt fiyatlarındaki yüzde 300’lük artışı protesto için yine sokaklardaydılar. 15 Kasım günü ülkenin hemen tüm kentlerinin işçi sınıfı mahallelerinden ve kırsal kesimden 200 binin üzerinde gösterici dört gün boyunca sokakları tuttu. Protestocular arasında işsiz ve üniversiteli gençlik ve de kadınlar çoğunluktaydı. Rejimin tepkisi sertleştikçe protestoların da şiddeti artacaktı. Göstericiler yollara barikatlar kurdular, karakolları, bankaları, bazı kamu binalarını ve kimi dini okulları ateşe verdiler; alevler Ayetullah Hameney’in afişleriyle besleniyordu. Bazı kentlerde mahalleler protestocuların kontroluna geçmişti[24]…

İran’da rejim dört gün boyunca interneti kesti. Dördüncü günün sonunda sızmaya başlayan haberler, Mollarşinin tepkisinin acımasızlığını ortaya koyuyordu:

“İran direnişi 15 Aralık 2019’da İran protestoları sırasında güvenlik güçleri tarafından öldürülenlerin sayısının 1500’ü geçtiğini açıkladı. En az 4 000 kişi yaralanmış, ve en az 12 000 kişi de tutuklanmıştı.

“23 Aralık 2019’da da Reuters ruhban rejimi içindeki bazı kaynaklara dayanarak 15 Kasım’da başlayan olaylar sırasında iki haftadan az bir süre içinde 1500 kişinin öldürüldüğünü doğruladı. Reuters ölenlerin 400’ünün kadın, 17’sinin ise çocuk olduğunu bildirdi.”[25]

İran’da işçi sınıfı protestoları, yoksul halk ayaklanmaları öne çıktıkça, bir başka deyişle, çatışmalar reformist/muhafazakâr, liberal/devletçi ikilemini aşıp sınıfları ( kapitalist sınıf/emekçiler) karşı karşıya getirdikçe, kadınların da devrimci kalkışmada ön saflara geçtiğine tanık oluyoruz. Ekmek istiyorlardı… Gül de…

2017 Aralığında Tahran Emniyet Müdürü General Hüseyin Rahimi kadınların giysi kurallarını ihlâlden tutuklanmasına ve suçlanmasına son verileceğini açıklamıştı.

İranlı kadınların bu “gevşeme”ye tepkisi, 2017 Aralık protestolarında baş örtülerini çıkartıp rüzgârda salınmaya bırakmak oldu: “Devrim Sokağı’nın kızları” videoları apansız doldurdu sosyal medyayı…

Ama dedim ya kadınların bedenleri, egemenler için tarih boyunca bir savaş alanı olagelmiştir… General Rahimi 2017 Ayaklanması’nın acısını kadınlardan çıkarmak istercesine, polisin göstericilere sıfır tolerans göstermesini emretmiş, ve şu notu düşmeyi ihmal etmemişti: “Hicab giymemenin cezası iki ay hapis olsa da, başkalarını hicablarını çıkartmaya teşvik edenler 10 yıl hapse mahkûm olacaktır.” Böylelikle kadın protestocuların, İslâmî Ceza Yasası’nın “yozlaşma ve fuhşu teşvik” ile ilgili 639. Maddesinden cezalandırılmasının yolu açılmış oldu.

Mollarşinin kadınlara hıncı bitmemişti. Ağustos 2021’de cumhurbaşkanı olan İbrahim Reisi, hicabla ilgili yaptırımları ağırlaştırdı. 2022 başlarında “güvenlik güçleri için hazırlanan 219 sayfalık bir raporda İranlı kadınların yüzde 62’sinin rejimin giysi kurallarına karşı olduğu” saptaması yapılıyor, “rejimin ideolojik etkisinin kaybolmasını, toplum üzerindeki kontrolünün zayıflamasını önlemek için, ruhban sınıfı ve ordunun, İslam cumhuriyetine özgün karakterini veren birliğinin simgesi olan başörtüsünün daha sıkı dayatılması gerektiğini söylüyordu.”[26] Temmuz 2022’de “hicap ve iffet” kararnamesiyle işyerlerinde kadınların giyimlerine ilişkin kuralları sıkılaştırıp hükümetin hicab propagandasını yoğunlaştırdı. Devlet dairelerine, bankaya girmek ya da toplu ulaşım araçlarına binmek isteyen kadınların yalnızca başlarını örtmeleri yetmeyecekti, boyunlarını da göstermeyecek şekilde giyinmeliydiler.

 Rejim Ahlâk Polisi devriyelerini sıklaştırdı - tesettür kurallarına uymayan kadınlar, görünen saçlarının bir perçemi olsa dahi, keyfi biçimde gözaltına alınıyor, dövülüyorlardı…

22 yaşındaki İranlı Kürt kadın, Mahse Amini’nin 13 Eylül 2022’de akrabalarını ziyaret için geldiği Tahran’da ahlâk polisi tarafından gözaltına alınması, bu iklimde gerçekleşti. Ahlâk polisi Mahsa’nın ağabeyine, kız kardeşini bir “eğitim ve yönlendirme sınıfı”na götüreceklerini söylemişti. Görgü tanıklarına göre dayak Mahse’nin bindirildiği araçta başlamıştı. İki saat sonra karakolun kapısında bekleyen ağabeyine Mahse’nin kalp krizi ve beyin kanaması geçirdiğini söylediler. Alel acele götürüldüğü hasyanede kardeşini görebilen ağabeyi, “yüzü gözünün şişlikler içinde olduğu, bacaklarının morardığı”nı söylüyor. Amini 16 Eylül 2022’de yaşamını yitirdi. Ondan sonrası… Ondan sonrası tufan… Kadınların emekçilerle, işsizlerle, yoksullarla omuz omuza yürüttükleri ekmek ve özgürlük mücadelesi, Molla rejimiyle ölümüne bir hesaplaşmaya dönüştü… Gencecik kadınların, lise, üniversite öğrencilerinin öldürüleceklerini bile bile hicaplarını çıkartıp güle oynaya rejim karşıtı gösterilere katılmaya gittikleri, örtülerini çıkarıp meydanlarda yaktıkları, sokaklarda dans ettikleri, kız kardeşlerinin hurdahaş cesetleri hendeklerde bulunduktan sonra dahi hep bir ağızdan “Jin, Jiyan, Azadi!” diye haykırmaktan vaz geçmedikleri bir ölümcül bir özgürlük şöleni…

* * *

Evet, İran’da olan bit(mey)enler, hem kadınların özgürlük savaşımı, hem de emekçilerin yaşam alanlarını talan eden kapitalizme karşı verdikleri mücadele, ama özellikle bu iki savaşımın birbirinin içine nasıl örülebileceğine, birbirleri için nasıl vaz geçilmez olduklarına dair görkemli derslerle dolu…

Bu son ba’bda, öncelikle kadın özgürlüğünün egemen sınıf klikleri arasındaki çekişmelere meze edilemeyecek bir umde olarak sosyalistlerin, devrimcilerin, komünistlerin gündeminde yer ettiğini, etmesi gerektiğini vurgulamak gerek. İran deneyimi bize işçi sınıfının, emekçilerin mücadeleleri yükseldiğinde bu mücadelelerin kadınların ataerkiden özgürleşme savaşımının da önünü açtığını gösteriyor. Mollarşik kapitalizmden kurtulma mücadelesi veren erkeklerin, İslâmî rejimin kendilerine tanıdığı ataerkil ayrıcalıklardan (İran’da aile içi şiddet ve evlilik içi tecavüz suç sayılmıyor; kız çocuklar 13 yaşından itibaren evlendirilebiliyor; “namus cinayetleri” hafifletici nedenlerle düşük cezalarla cezalandırılıyor; tecavüz olayları görmezden geliniyor; yüksek görevlerde bulunamıyor -40 küsur yıllık İslâmî rejim tek bir kadın bakan gördü!- kadınların çalışması ya da yolculuk yapması kocalarının iznine tabi; erkekler geçici evlilikler yapabilirken, kadınlar için yaşam boyu tek evlilik standart kabul ediliyor, ve boşanmaları oldukça zor; kız evlatlar erkek evladın miras payının yarısına sahip, vb. vb.[27]) vaz geçmeye hazır oldukları, kadınların özgürlük mücadelesine sahip çıkışlarından belli…

“Sosyalistler insanlığın özgürleşmesinden yana olmalı ve insanlığın yoksul ve acı çeken kitleleriyle derin bir bağlantı içinde olmalıdır,” diyor İranlı sosyalist eylemci ve yazar Frieda Afary. İran’daki protestoların aşikâr sosyalist sloganları olmayabilir ama sömürüye, ayırımcılığa, otoriterliğe, köktendinciliğe, kadın düşmanlığına ve militarizme karşı çıkan işçi sınıfını, kadınları, gençliği, ezilen azınlıkları içeriyorlar. Bu, sosyalistleri rejimle değil, protestolarla yan yana durmaya zorlamalı.”[28]

İran Emek Partisi (Tufan) bu çağrıya kulak verdiğini bildiriyor açıklamasında: “Bağımsız sendika kurma, istihdam, konut ve işsizlik sigortası hakkı, dinin devlet ve eğitimden ayrılması, toplumsal cinsiyet ayırımcılığının ve zorunlu hicap ve giysi kurallarının ilgası ve tüm siyasal tutsaklara özgürlük, sokak göstericilerinin talepleri arasında yer alıyor. Emek Partisi bu talepleri tüm yüreğiyle destekliyor. Partimiz, İslâm rejiminin hiçbir fraksiyonunun kitlelerin bu haklı taleplerini karşılayamayacağını düşünmektedir.”[29]

* * *

O hâlde, sosyalistlerin, komünistlerin “Kadın ve Sosyalizm” bahsinde İran’lı kadınlardan öğreneceği nedir?

İki başlık altında özetlemeye çalışayım:

Öncelikle, sosyalist bir tasarım, kadınların özgürlüğünü hiçbir şekilde bir pazarlık, bir koz, kendi “iktidar”ını payandalamak üzere esnetilip çekiştirilebilecek bir gündem olarak görmemeli… Kadınların özgürlüğü, emeğin sömürüsüne son verilmesi ve insanca bir yaşam ve geçim talebinden, eril şiddete karşı toplumsal güvencelere, yeniden üretimci görevlerin kamusal niteliğinin tanınmasından, eğitim ve istihdamın her basamağına ve türlüsüne eşit erişim hakkına, kamusal yaşamın tüm alanlarına eşit katılım hakkından sokaklarda dilediği kıyafetle özgürce dolaşabilmeye, yetişkinlik yaşına eriştiği andan itibaren özel yaşamını, (kamu sağlığı ve kendi bedensel bütünlüğüne zarar vermeme gibi istisnalar dışında) kendi kararları doğrultusunda düzenleyebilme hakkına… bir bütündür… Sosyalistlere düşen, bu “bütün”ü, “ama”sız-”fakat”sız güvence altına almayı taahhüt etmektir. Emeğin sömürüsünü ortadan kaldırma taahhüdü sosyalistler için ne denli asliyse, kadınların özgürlüğü de sosyalizm açısından o denli aslidir.

İran deneyiminin gösterdiği bir başka nokta da, kadınların özgürlük taleplerinin yığınsallaşmasının (ve radikalleşmesinin), ancak emekçi kadınların da mücadeleye katıldığı, emek mücadelesinin yükselişiyle mümkün olduğudur. 2009 yılındaki, liberallerin ön saflarda olduğu momentlerde büyük kentlerdeki orta sınıf kadınlarını harekete geçirebilen Yeşil Hareket’in “barışçı”, “burjuva demokratik” talepleri (toplanma özgürlüğü ve özgür ve adil seçimler, akılcı yönetişim, siyasal süreçlere özgürce eşit katılım ile yasalar önünde eşitlik dâhil sivil ve siyasal haklar; kişinin özel yaşamına gereksiz müdahalelerden uzak olma, kendi yaşam tarzını, giysilerini seçebilme, farklı olma ve kendi kaderini tayin hakkı gibi bireysel özgürlükler[30]) ile, işçi sınıfının “ekmek, iş, konut, özgürlük, sosyal adalet ve cumhuriyet” talepleriyle inisiyatifi ele aldığı 2017 (ve sonrası) ayaklanmalarında sokaklara dökülen kadın kitlelerinin “Diktatöre Ölüm!” sloganları arasındaki fark, bunun kanıtıdır.

Şu hâlde, buraya dek ifade ettiklerimi, iki cümle ile özetleyebilirim: Sosyalizm, kadınlar için üzerlerindeki geleneksel ya da modern, dinsel ya da seküler, tüm ataerkil baskıların ve hem üreticiler hem de yeniden-üreticiler olarak maruz kaldıkları sömürünün ortadan kaldırılması demektir, bu bir.

İkincisi ise, bu koşulların sağlanması, ancak geniş emekçi kadın yığınlarının, özgül ve genele yönelik talepleri doğrultusunda toplumsal kurtuluş mücadelesinin tüm süreçlerine tam katılımıyla mümkün olacaktır.

İranlı kadınların mücadelesi bize bu gerçekleri bir kez daha anlatıyor…

10 Ekim 2022 19:05:05, İstanbul.

N O T L A R

[1] Kaldıraç Dergisi’nin 22 Ekim 2022’de Ankara’da düzenlediği Sosyalizm Sempozyumu - 2’nin “Kadın ve Sosyalizm” oturumunda sunulan tebliğ… Kaldıraç, No:256, Kasım 2022…

[2] William Shakespeare.

[3] Düğünden görüntüler içeren bir video için bkz:   “İranlı Molla Ayetullah Ahmed İrvani’nin kızının ABD’deki düğünü”, Ensonhaber, 01.10.2022, https://www.ensonhaber.com/medya/iranli-molla-ayetullah-ahmed-irvaninin-kizinin-abddeki-dugunu

[4] “… ‘İran Devrimi’ olarak anılan tarihsel ‘olay’ aslında bir karşı-devrimdi. Devrim, 1970’lerin ikinci yarısında patlak veren, işçilerin, kent yoksullarının ayaklanmalarıyla, üniversitelerden, meslek odalarından yükselen ekonomik demokratik taleplerle başladı; 1978’de işçi hareketinin yaygın katılımıyla, grevlerle, hatta genel grevlerle, silahlı sol örgütlerin eylemleriyle devam etti ve Şah rejimini devirdi. Bu devrimci süreç içinde yükselen siyasal İslâm hareketi devrimci dalgayı adım adım etkisi altına aldı, devrimci unsurları tasfiye etti, bir karşı-devrimle kendi rejimini kurdu.

Siyasal İslâm ve lideri Humeyni gerek devrimci süreçten önce gerekse devrimci süreç boyunca, çok farklı toplumsal tabakalara ve temsilcilerine, onlar ne duymak istiyorlarsa onu söyledi. Humeyni, propaganda mesajını ‘anti-emperyalizm’, yolsuzluklar, ‘Şah rejiminin baskıcı karakteri’ üzerine kurdu; herkese, ateistlere bile özgürlük getirecekti. Kapitalist özünden soyutlanmış bir anti-emperyalizm, ya da yolsuzluklar ve özgürlük talepleri, siyasal İslâmın gerçek projesini saklamasına, devrim sürecinin içinde karşıdevrimci bir toplumsal hareket inşa etmesine olanak verdi.

Liberal entelijensiya kadar sol örgütler de Humeyni’nin sunduğu anlatıyı kabul etmeyi, desteklemeyi seçtiler. Karşı-devrim egemen olduktan ve şiddet dönemine geçildikten sonra, onlar da “aldatıldık” diyeceklerdi.” (Ergin Yıldızoğlu, “40. Yılında Karşı-Devrim Dersleri”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2019, s.11.)

[5] Rose A., “İranlı Kadınlar Özgürlük İstiyor!”, 31 Temmuz 2022, https://marksist.net/node/7715

[6] Rose, A. A.y.

[7] Ervand Abrahamian "Why the Islamic Republic Has Survived," Middle East Report 250 (Bahar 2009).

[8] Saira Raifee, “Iran’s Quiet Counterrevolution”, https://jacobin.com/2018/09/iran-revolution-counterrevolution-intervention-protest-opposition

[9] Sami Oğuz, Ruşen Çakır, Hatemi’nin İran’ı. İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, ss.109-110.

[10] Masume Ebtekar… Ebtekar, aynı zamanda Farzaneh adlı, İngilizce/Farsça yayın yapan “İslâmcı-feminist” bir derginin sahibi ve yazı işleri müdürüydü. (Ruşen Çakır, “Hatemi’nin İran’ı / 3 “Gençlik Sınır Tanımıyor”, Milliyet, 9.12.1998.

[11] “İran’ı tanıyan herkesin bildiği gibi gelinen noktada “halkın devrime inancını yitirdiğini” ve hatta rejime olan inancın rejim kodamanları arasında bile kaybolduğunu belirten İranlı uzman, dinci düzenin sadece üç ideolojiye dayandığını sözlerine ekliyor: “ABD’ye ölüm!”, “İsrail’e ölüm!” ve tabii “tesettür”...Başka deyişle “ABD şeytanı”, “İsrail şeytanı” ve “kadın şeytanı”!!! (Nilgün Cerrahoğlu, “Saldırı, Yaptırım Kıskacında İran (II)”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2012, s.12.)

[12] Hakimiyet Milliye, 15 Ekim 1925.

[13] Saira Raifee, “Iran’s Quiet Counterrevolution”, https://jacobin.com/2018/09/iran-revolution-counterrevolution-intervention-protest-opposition

[14] Emma Wilde Botta, “W hy the Latest Uprising in Iran Matters”, Frieda Afary ile bir söyleşi, Jacobin, https://jacobin.com/2019/12/uprising-iran-protests-fuel-price-us-sanctions

[15] Örneğin, “Reuters, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in yaklaşık 95 milyar dolarlık bir ticari imparatorluğun denetimini elinde tuttuğuna yönelik bir araştırma açıkladı.” (“Ayetullah İmparatorluğu”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2013, s.14.)

[16] Dariush X, Letter from Iran: September 2022, Counterpunch, https://www.counterpunch.org/2022/09/28/letter-from-iran-september-2022/

[17]  Ismael Hossein-Zadeh, “Neoliberal Economics: The Plague of Iran’s Economy”, Counterpunch, 3 Ekim 2018, https://www.counterpunch.org/2018/10/03/neoliberal-economics-the-plague-of-irans-economy/

[18] “The Forbes’in yayınladığı rapora göre likit varlıkları bir milyon doların üstünde olan kişilerin sayısı 2020 yılında dünyada yüzde 6.3 oranında artarken, İran’da yüzde 21.6 oranında arttı. Sayıları 250 bine ulaşan dolar milyonerlerinin toplam serveti ise yüzde 24.3 oranında büyüdü.” (Pınar Şafak, “İran’da Büyüyen Öfke Rejimi Hedef Alıyor”, 19 Ağustos 2021… https://marksist.net/pinar-safak/iranda-buyuyen-ofke-rejimi-hedef-aliyor)

[19] Kaveh Ehsani, Arang Keshavarzian, “The Moral Economy of the Iranian Protests”, Jacobin, https://jacobin.com/2018/01/iranian-protests-revolution-rouhani-ahmadinejad

[20] “Oğluna Rüşvet Hapsi”, Hürriyet, 17 Mart 2015, s.21. Ve bir başka örnek: “ ‘The Financial Times’, İran tarihinin en büyük mali skandalıyla karşı karşıya olduğunu yazdı. Skandalın merkezinde Mahaferid Hüsravi adlı iş adamının olduğunu ve 2 milyar 800 milyon dolarlık yolsuzluğa, ülkenin önde gelen bankacı ve bazı politikacılarının da adının karıştığını bildirdi.

Mahaferid Hüsravi adlı işadamı, ülkenin ikinci büyük bankası Saderat’tan sahte akreditif çıkardı. Bu sahte belgelerle yedi bankadan kredi çekti ve 40 şirkete para aktardı.” (“İran’ı Sarsan Yolsuzluk”, Radikal, 5 Ekim 2011, s.23.)

[21] “İran’da döviz tarihi rekorunu kırdı”, Evrensel, 23 Eylül 2020,
https://www.evrensel.net/haber/414788/iranda-doviz-tarihi-rekorunu-kirdi

[22] İlgar Ava, “İran’da Hakkını Arayan İşçilere Hapis Cezası Verildi”, Evrensel, 8 Eylül 2019, https://www.evrensel.net/haber/386332/iranda-hakkini-arayan-iscilere-hapis-cezasi-verildi.

[23] Nedim Kuteyş, “İran Baharı değil, Rejimin Sonbaharı”, Evrensel, 2 Eylül 2019, https://www.evrensel.net/haber/342767/iran-protestolari-arap-basinini-boldu

[24] Emma Wilde Botta, “W hy the Latest Uprising in Iran Matters”, Frieda Afary ile bir söyleşi, Jacobin, https://jacobin.com/2019/12/uprising-iran-protests-fuel-price-us-sanctions

[25] https://women.ncr-iran.org/2020/01/05/list-of-women-killed-during-iran-protests-in-november-2019/)

[26] Ergin Yıldızoğlu, “Molla Rejimi Yolun Sonunda”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2022, s.9.

[27] Iran’s War on Women,United Against Nuclear Iran, https://www.unitedagainstnucleariran.com/irans-war-on-women?gclid=CjwKCAjwv4SaBhBPEiwA9YzZvBbXwPIS7PyzlmTiXEfuQk1tM9r2pF9bSY2t0HJ1bHnFA-4qS6VgVBoC3z0QAvD_BwE

[28] Emma Wilde Botta, “W hy the Latest Uprising in Iran Matters”, Frieda Afary ile bir söyleşi, Jacobin, https://jacobin.com/2019/12/uprising-iran-protests-fuel-price-us-sanctions

[29] Evrensel Daily, 04 Ocak 2018, “The Party of Labour of Iran (Toufan): Uprising is an expression of the accumulated anger”, https://www.evrensel.net/daily/342478/the-party-of-labour-of-iran-toufan-uprising-is-an-expression-of-the-accumulated-anger

[30] Victoria Tahmasebi-Birgani, “Green Women of Iran: The Role of Women’s Movement During and After Iran’s Presidential Election of 2009”, Constellations, c. 17, sayı 1, 2010, s.78.