1984 yılı. Mayıs ayı…
Prof. Hüsnü Göksel, Prof. Bahri Savcı, Aziz Nesin, Esin Afşar, Bilgesu Erenusve Prof. Fehmi Yavuz, Çankaya’ya çıkıp Cumhurbaşkanı’na iletilmek üzere bir dilekçe bıraktı.
“Aydınlar Dilekçesi”nin altında, 1260 imza vardı.
12 Eylül karanlığından korkmayan, aydınlığı arayan bir grup cesur insanın 6 sayfalık dilekçesi şu cümleyle başlıyordu:
“Türkiye, en ağır bunalımlarından birini yaşamaktadır.”
Ve özetle deniliyordu ki:
“Biz aşağıda imzası bulunanlar;
-Olağanüstü yargıya başvurmayan bir hukuk devleti istiyoruz.
-Kimsenin siyasi görüşünden veya dinsel inancından ötürü kınanmadığı bir ülke istiyoruz.
-Çoğunluk iradesi bahane edilerek temel hakların yok edilmemesini istiyoruz.
-Basına özgürlük, TRT’ye özerklik istiyoruz.
-Eksiksiz insan hakkı, güçlü demokrasi, çağdaş eğitim, özerk üniversite, sansürsüz sanat istiyoruz.”
***
Bilin bakalım Cumhurbaşkanı, dilekçeyi alınca ne yaptı?
İlk katıldığı törende, “kendini aydın zannedenler”e giydirdi:
“Bu millete hükmetmek için aydın olmak gerekmez” dedi.
Yurtiçinden ve yurtdışından çatlak sesler çıktığını, “iç düşman”ın, “dış düşman”dan daha tehlikeli olduğunu söyledi.
“Çerkez Ethem’in bizi arkadan hançerlediğini” hatırlattı.
“Bizim basın özgürlüğüne dokunduğumuz yok ki” deyip ekledi:
“Onların istediği her çeşit Marksist yayın yapılsın. Yağma yok vatandaşlarım.”
***
30 yıl sonra geçen gün, 93 isim, “Demokrasiye Darbe” başlıklı bir bildiriye imza koydu. Gazetelerde tam sayfa ilan olarak yayımlanan o bildiri, şu cümleyle başlıyordu:
“Geçmişte askeri darbelerle kesintiye uğrayan Türkiye demokrasisi, bugün sivil yönetim altında büyük hızla kan kaybediyor.”
Özetle deniliyordu ki:
“- Kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını, gösteri hürriyetini, basın özgürlüğünü, ‘milli iradenin önünde engel’ sayan bir iktidar işbaşında...
-Hukuk, özgürlükler aleyhine bir baskı aracına dönüştü.
-Hükümet, her gün daha da otoriterleşiyor.
-Gazeteciler işten attırılıyor, hapse atılıyor, taraftar sermayeye devredilen medya tamamen susturulmak isteniyor.
Biz aşağıda ismi zikredilen imzacılar, Türkiye demokrasisi için çok geç olmadan, AKP hükümetini girdiği tehlikeli yoldan dönmeye davet ediyoruz”.
***
Bilin bakalım Cumhurbaşkanı, dilekçeyi okuyunca ne yaptı?
İlk katıldığı törende, “eli kalem tutanlar”a giydirdi:
“Türkiye aleyhine propaganda yapıyor ilkesizler, pervasızlar, ahlaktan yoksunlar...”diye hakaret etti.
“Sizi sırtınızdan kimin hançerleyeceğini göremezsiniz” diye ekledi.
Dünyanın hiçbir yerinde medyanın Türkiye’deki kadar serbest olmadığını söyleyip içeride 7 gazeteci olduğunu açıkladı.
“Biz azarlanacak ülke değiliz. O günler geçti”
dedi.
***
Tanıdık bir korku filminin güncel versiyonu gibi değil mi?
30 yıl arayla, aynı baskılara karşı çıkan iki bildiri…
30 yıl arayla aynı baskıları savunan iki Cumhurbaşkanı:
İlki Kenan Evren, ikincisi R. Tayyip Erdoğan…
İnsan umutsuzlanıyor değil mi?
Umutsuzlanmayın!
30 yıl önce aydınlara, eli kalem tutanlara saldıranın şimdi ne halde olduğuna bakıp şimdikinin sonunu hesaplayın.
Neden imzalamadım?
“Demokrasiye Darbe” başlıklı bildiri imza için adresime yollandığında, çoğu cümleye katılmakla birlikte metindeki iki ifadeden rahatsız oldum.
İlki şu:
“Son birkaç yılda pek çok yasa değiştirilerek, hukuk sistemi evrensel hukuk normlarından uzaklaştırılmış ve temel kişi hak ve özgürlükleri aleyhine bir baskı aracına dönüştürülmüştür.”
“Son birkaç yılda” mı?
Yıllardır temel hak ve hürriyetlere yönelik saldırılardan yakınmıyor muyuz?
Hukuksuzluğun, Cemaat’in baskı altına alındığı “son birkaç yıl”la sınırlanması, daha önce yargısız infazlarda evi basılan, tutuklanan, yargılanan, mahkûm olanlara haksızlık değil mi?
İkinci itirazım ise, bildirinin iktidara, “girdiği tehlikeli yoldan dönme” davetiyle sona ermesine…
Tehlikeli yolun bitmesi için, o yolu açanlardan insaf ummak, bir çaresizlik ifadesi…
Bir felaketin nedeni, onun panzehiri olabilir mi?
Artık bizim, iktidara yönelik, “Yoldan dön” ricalarına değil, “Onu yoldan çevirmek için dayanışma ve güç birliği” çağrılarına ihtiyacımız var.