Çağımız artık insanlaşma çağıdır. Bilgi çağıdır. Din ve etnisite üzerinden uydurma "en üstün ırk, en doğru din" masallarını çocuklar bile dinlemiyor artık. İdeolojik kalıplara sığmayan yeni bir çağ'a girdik.
Tarihte fetih edenlerin fetih edilmesi diye bilinen bir dizi savaşlar ve sonrası var.
Basitleştirilmiş hali ile, ava gidenin avlanması gibi bir şey. Toplumsal olarak daha ileri bir gelişmişlik düzeyinde olan bir halkın veya halkların, daha geri bir halk, veya boylar tarafından işgal edilmesinde ilk edilen zafer sadece askeri bir zaferdir. Savaş becerisi ve deneyimi olanın zor'a dayanan zaferi, ilk önce, işgal edilmiş ülkenin artık yeni sahibine ait olacağı sanılır. Bu, kılıç zoru'nun ömrü ile sınırlıdır.
Çatışma da güçlü olanın, bilgi de geri olması durumunda, elde edilen zafer geçicidir. Ve daha ileri bir toplumsal aşamaya ulaşmış bir halkın içinde erimeye ve giderek de ona benzemeye mahkumdur. Örneğin Çin'i askeri olarak yenmiş ve işgal etmiş Moğol ve Türk boylarının çoğu Çinlileşmiştir. Göçebe savaşçıları, çoktan yerleşik yaşama ve toplumsal düzene geçmiş Çin uygarlığı karşısında kalıcı hükümdar olamamışlardır. Bunu, ilk an da yüz kiloyu rahatlıkla kaldıran güçlü kuvvetli birinin 5, 10 dakika sonra nefesinin tükeneceğine benzetebiliriz. Ağırlık kendini hissetirmeye başlar başlamaz, yorgunluk başlar, ardından da pes etme gelir.
Güzel bir Alman atasözü var. "Das Wissen ist Macht" Türkçesi, "Bilgi güçtür " anlamına geliyor. Basit bir benzetme yaparsak, tek bir parmağın aktive ettiği bir silah karşısında dünya boks şampiyonunun yaşama şansı var mı? Yok. Olamaz da. Burda, dünya boks şampiyonunu delik deşik eden, gerçekte bilgidir. Dağları, kayaları delen dozerler, matkap makineler de öyle. Sözü fazla uzatmadan, her gerilik ileri olana eninde sonunda yenilir. Her geri ve eski olan şey, yerini bir yeniye terketmek zorundadır.
Kendini yenilemeyen hiç bir örgüt, düzen, inanç sistemi yenilmekten kurtulamaz Bu mutlak sonuç, Türkiye'deki gerici îslamcı iktidar ve onun bağlaşıkları içinde geçerlidir. Bu sondan kaçamayacaklar. İki gün önce 10 Kasım vesileyle Atatürk'ü anmaya milyonlarca insan katıldı. 20 yıldır elindeki yüzde 95 medyaya rağmen, devlet'in tüm olanaklarına ve gücünü sonuna kadar dinci bir nesil yetiştirmek amaçlı kullanmasına rağmen ve tüm baskılara rağmen, îslamcı AKP çetesi milyonlarca insanı Cumhuriyet'in kazanımlarından uzaklaştıramadı. İnsanlar, Atatürk'ü anma nezdinde aslında Cumhuriyet'e sahip çıktıklarını gösterdiler. Bu durum, AKP çetesine geri adım attıran bir gelişmedir.
Kemalist geçinen CHP türü partileri bile geride bırakan Cumhuriyet'i sahiplenme tepkisi doğru yönetilirse daha ileri demokratik bir Cumhuriyet'in önü açılabilinir. Burda hem Marksist Sol'un hem de Kürt milliyetçiliği'nin, Kemalizm'in geçmişte ki eksik ve hatalarına takılan eleştirilerini bir kenara bırakarak, onu daha ilerici ve devrimci bir noktaya taşımaya odaklanan bir tavır sergilemeleri tarihsel olarak önem taşıyor. Tabi bu arada beton Kemalistlerin de " onuncu yıl marşı" etrafında dönen mirasyedi geriliklerini görmeleri, ve kendilerini yenileyerek ırkçı- milliyetçi söylem ve yaklaşımlarından arınmaları da önemli.
Atatürk'ün Osmanlı da aşağılanan Türklüğü aşağılık kompleksinden çıkarma amaçlı söylediği "Ne mutlu Türküm diyene" cümlesini kendi dönemine göre yorumlamaları, ve bunu en üst bir ırk olarak anlamaktan vazgeçmeleri gerekiyor. Kendini en üstün ilan edersen, aynı coğrafyadaki vatandaşların olan Kürtleri, Ermenileri, Lazları, Çerkezleri vb. en alt da görüyorsun demektir. Ve mutlu olmak için Türk olmayı dayatmakla, Kürt, ya da Ermeni olmayı mutsuzlukmuş gibi göstermiş oluyorsun. Bu her şey den önce kendini beğenmiş bir ukalalıktan öte, ırkçı bir bakış açısıdır.
Bir Türk kadar, bir Ermeni de, bir Kürt de, bir Laz da, bir Çerkez de Anadolu'nun yüz akı bizim insanlarımız olmalı. Din, dil, kültür farklılıkları bizim zenginliğimiz diyen bir kucaklaşma olmadan ortaklaşmış bir vatan olmaz. Amerika, Brazilya, Arjantin, Kanada, Avustralya gibi ülkelerde çok sayıda farklı, din, kültür de halklar bir arada yaşıyor, ve hepsi üzerinde yaşadıkları ülkeye birlikte sahip çıkıyor. İngiliz de, İrlandalı da, Afrikalı da, Alman da, Fransız da, Çinli de, Amerika da, " Ben Amerikalıyım" diyor. Bunu Türkiye de yapabilir.
Ortaklaşmış bir vatan olmadan, ortaklaşmış bir yurtseverlik olmaz. Bunu ne İslamcılar, ne de milliyetçiler başarabilir. Çünkü onlara göre, kendilerin den olmayan herkes düşmandır. AKP- MHP çetesi, buna en güzel örnek. Onlara göre, Türk ve Müslüman olmayan, hatta Türk ve Müslüman olsa da muhalif olan herkes vatan haini. Bir tek kendileri vatansever iddiasındalar. Oysa, kendileri dışındaki herkesi düşman ilan etmekle, Anadolu insanlarını bölüp, parçalayan, onları düşmanlaştıran kendileridir.
Çağımız artık insanlaşma çağıdır. Bilgi çağıdır. Din ve etnisite üzerinden uydurma" en üstün ırk, en doğru din" masallarını çocuklar bile dinlemiyor artık. İdeolojik kalıplara sığmayan bir çağ'a girdik. Uzlaşmaz sınıf çelişkileri üzerinden siyaset yapan klasik Komünist partiler de tıkandı. Neden? Çünkü uzlaşmaz denilen sınıf çelişkilerinin olduğu, İskandinavya, Danimarka, Hollanda, İsviçre, Almanya misali ülkelerde sus payı var. Yani uzlaşma var. Sermaye'nin sus payı veremediği ülkelerde ise, kıran kırana bir mücadele var.
Sonuçta; hiç bir ülkede mutlaklaşmış bir uzlaşmazlık ve uzlaşırlık yok. Bu siyaset de de öyle. Sürekli bir değişkenlik ve sürekli değişen konum belirleme zorunluluğu var. Günümüzde, 1930 model otomobil ile otobana çıkanlar ancak " Oldtimer" yani müzelik olanları sevenler olabiliyor. Bu örnekden hareket edecek olursak, Türkiye'deki İslamcılar otoban da deve ile, faşistler at ile, dogmatik solcular ise 1920 model oto ile, 2021 model Ferrari ile yarışmak isterse ne olur?. Yarışı başlamadan kaybedeceklerin kimler olacağını söylemeye bile gerek yok...