Erkene alınan seçimler için yapılan kamuoyu yoklamalarının sonuçları, tüm siyasal sürgünler gibi bizim için de doğduğumuz, yetiştiğimiz, on yıllarca düşüncelerimizin mücadelesini verdiğimiz ülkemize kavuşmak umudu yeşertmişti.
Daha ilk turda TBMM üyeliklerinin üçte ikisini en aşırı olanlar da dahil sağ partilerin kazanmış olması, bu umudun gerçekleşemeyeceğinin ilk işaretini verdi. Şurası belli olmuştu ki, cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda Erdoğan yenik düşüp Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olsa bile, ilk turdan önceki kalb simgeli propaganda kampanyasında sıraladığı vaadlerin tümünü böylesi sağ ağırlıklı bir Meclis'ten geçirmesi mümkün olmayacaktı.
Dahası... Millet İttifakı üyesi olmakla birlikte yeni dönemde Meclis'in sağ kanadında yer alacak beş partinin genel başkanları, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçildiği takdirde, daha önce imzalanmış olan protokol uyarınca otomatikman "cumhurbaşkanı yardımcısı" olacak ve de bakanlar kurulu da onların tavsiye edeceği kişilerden oluşacaktı.
Yine de, ikinci turda seçilmesi gerçekleşirse, mevcut diktatörlük anayasasının cumhurbaşkanına yasama, yürütme ve yargı konularında tanımış olduğu yetkileri kullanarak Kılıçdaroğlu'nun o vaadlerden hiç olmazsa bir kısmını gerçekleştirebileceği umudu mevcuttu.
Ne ki, Kılıçdaroğlu'nun ikinci tur öncesi propaganda kampanyasındaki vaadlerin çoğunu artık ağzına almayıp alenen Sinan Oğan ve Ümit Özdağ gibi aşırı sağcı ve ırkçı politikacılarla pazarlığa oturması, özellikle de Kürt ulusal direnişine karşı devlet terörünü şiddetlendirme ve siyasal sığınmacıları bir yıl içinde sınır dışı etme vaadleri içeren protokollere hiç tereddütsüz imza koyması son umut kırıntılarını da yok etmişti.
Öyle ki, bir aşırı sağcı Ümit Özdağ'ın, Kılıçdaroğlu'yla pazarlıkları henüz kesinleşmemişken, büyük bir fütursuzlukla kendisini müstakbel İçişleri Bakanı ilan etmesi, yıllardır Süleyman Soylu türü aşırı sağcı içişleri bakanlarından çok çekmiş bulunan muhalif seçmenlerde büyük bir şok yaratmıştı.
Sürgündeki değerli meslektaşlarımdan Ragıp Duran'ın, İnfo-Türk'te dün paylaştığımız yazısında belirttiği gibi "Muhalefet bloğu, Erdoğan rejiminden daha devletçi, daha milliyetçi, daha dindar ve Kürtlerin daha büyük düşmanı olduğunu göstermek için bir kampanya yürüttü. Muhalefetin siyasi taklitçiliği başarısız oldu, çünkü seçmenler orijinali kopyaya tercih etme eğilimindedir."
Yeni TBMM'de AKP'nin 263, MHP'nin 50 ve İYİP'nin 44 milletvekilinden oluşan gruplarına ek olarak, Kılıçdaroğlu'nun lutfu sayesinde CHP listesinden seçilebilen DEVA'nın 14, Gelecek Partisi'nin 10, Saadet Partisi'nin 10 ve Demokrat Parti'nin 3 milletvekili de şimdiden bir araya gelip yeni bir sağ grup oluşturma pazarlıklarına girişmiş bulunuyor.
Yeniden Refah Partisi'nin 5, Hüda Partisi'nin 4 milletvekili de kısa zamanda herhalde bu sağ gruplardan birine katılarak parlamentodaki sağ cepheyi daha da güçlendireceklerdir.
Yarın Meclis'te sınıfsal, ulusal ve askersel konular gündeme geldiğinde, bu partilerin, hattâ CHP'nin kendi içindeki bazı milletvekillerinin iktidar ortağı partilerle birlikte hareket edeceklerinden hiç kuşku yoktur.
Geçtiğimiz iki yasama döneminde de, Irak, Suriye ve Ermenistan'a askeri operasyon tezkerelerine, HDP dışındaki tüm partilerin, "Gazi Meclis" adına nasıl alkışlarla destek verdikleri unutulmamıştır.
Tüm siyasal partileri bekleyen ivedi özeleştiri süreci...
Arka arkaya iki turda uğradığı yenilgiden sonra muhalefet ittifaklarını oluşturan partilerin bir özeleştiri sürecine girerek en azında gelecek yıl yapılacak yerel seçimlere şimdiden ciddi şekilde hazırlanmaları gerekmektedir.
Herhalde ilk büyük sarsıntı Millet İttifakı'nın ağır topu CHP saflarında yaşanacaktır. Beş yıldan beri TBMM'nin üçüncü büyük partisi HDP ile diyalog kurmak yerine MHP yetiştirmesi Akşener ile can ciğer kuzu sarması olan Kılıçdaroğlu, bundan tam dokuz yıl önce, 10Ağustos 2014 seçimlerinde de, MHP lideri Devlet Bahçeli ile kafa kafaya vererek cumhurbaşkanlığı için CHP adına da aşırı sağcı Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday göstermekte beis görmemişti.
Bu skandal tercihin üzerinden bir yıl geçmeden aynı İhsanoğlu 23 Haziran 2015'te yapılan parlamento seçimlerinde MHP listesinden milletvekili seçilerek gerçek kimliğini ortaya koyarak TBMM'de Devlet Bahçeli'nin arkasında saf tutmuştu.
Kılıçdaroğlu'nun 2018 seçimlerinde cumhurbaşkanlığına aday gösterdiği Muharrem İnce ise, 6 Mayıs 2018'de "Benim MHP'ye, ülkücülere hiçbir husumetim yok. Tam tersine ikinci Yalova seçimlerini onların katkılarıyla aldık. Yani Yalova'daki MHP'liler, ülkücüler bizi ikinci Yalova seçimlerinde desteklemeseydi biz o seçimi alamazdık" demekte tereddüt etmemişti.
2017'deki Adalet Yürüyüşü'nde başlayıp her fırsat çıktıkça aşırı sağcıların desteğini alabilmek için bir ırkçılık ve saldırganlık sembolü olan Bozkurt işareti kullanması, kendisini "ortanın solunda" olarak niteyen bir partinin lideri için hoşgörüyle karşılanabilecek bir tavır değildi.
2023 seçimlerinin ilk turundan sonra, HDP ve sol partiler de dahil olmak üzere tüm muhalefet güçlerinin başlattığı seferberliğe ve verdiği özverili mücadeleye rağmen cumhurbaşkanlığını büyük oy farkıyla kaybetmiş olan Kemal Kılıçdaroğlu, milletvekili seçilemediği Meclis'te de bundan böyle bir varlık gösteremeyeceği için, on yıldır yönetmekte olduğu CHP'nin yetkili organlarında hesap vermek, hattâ bir an önce parti kurultayını toplantıya çağırarak liderlikten çekilmek zorundadır.
Aynı dramatik akıbet, Kılıçdaroğlu'nun yamacında cumhurbaşkanı yardımcılığına oynadıkları için milletvekili seçiminde aday olmayan, bu nedenle de partilerinin CHP listesinden seçilen milletvekillerinin TBMM'de başını çekemeyecek olan DEVA lideri Ali Babacan, GP lideri Ahmet Davutoğlu, SP lideri Temel Karamollaoğlu ve DP lideri Gültekin Uysal için de söz konusudur.
Ya seçime ayrı ayrı listelerle katılan sol partiler?
Seçim sonuçlarından çıkartılması gereken diğer önemli ders, aylardır tüm yazılarımda ısrarla üzerinde durduğum gibi, seçime katılma hakkı kazanmış olan sol partilerin, geçmiş yıllarda işlenmiş vahim hataları tekrarlayarak milletvekili oylamasında seçmen karşısına demokratikleşme, barış, sosyal adalet ve halkların eşitliği temelinde ortak bir programla ve ortak bir listeyle çıkmamış olmasıdır.
Milletvekili seçiminin sonuçları açıkça göstermektedir ki, seçime ayrı listelerle katılan 3.TİP, TKP, TKH, HKP ve Sol Parti, toplam yüzde 2'yi dahi bulmayan oy oranlarıyla 60'lı yıllarda 1. TİP'in tek başına ulaştığı yüzde 3 oranına bile erişememişlerdir.
Daha da acı olan, 3. TİP'in , yıllardır parlamentoda tek başına yiğitçe ve ödünsüz mücadele vermiş olan HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakı'nda yer almış olmasına rağmen, tüm ülkede ve diyasporada seçime bu ittifak adına ortak bir listeyle gitmek yerine, son anda 49 il ve 52 seçim çevresinde, yurt dışının ise tamamında tek başına ayrı listelerle oylamaya katılması, bunu da Kürt seçmenlerle sol seçmenlerin tercihleri arasında farklılıklar olduğu iddiasına dayandırmasıdır.
2018 seçimlerine sol parti olarak sadece HDP katılmış ve oyların yüzde 11,70'ini alarak 67 milletvekili çıkartmışken, 14 Mayıs'ta Yeşil Sol Parti oyların yüzde 8,82'ini alarak 61 milletvekili çıkartabilmiştir.
Emek ve Özgürlük İttifakı’na umut bağlayan sol seçmenler 14 Mayıs seçiminde gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında YSP ve 3. TİP arasında tercih yapmak zorunda bırakıldıkları için, bu ayrışma, hiç kuşkusuz, sol seçmenlerin bir kısmını CHP'ye oy vermeye yöneltmiştir.
Evet, Kılıçdaroğlu'nun oylarını artırabilmek için aşırı sağcılarla flört edip Kürt ulusal direnişine karşı devlet terörünü güçlendirme ve milyonlarca mülteciyi sınır dışı etme vaadi içeren protokoller imzalamasına rağmen, tıpkı milletvekili seçimi gibi, cumhurbaşkanlığı için ikinci tur seçimi de Millet İttifakı için yenilgiyle sonuçlanmıştır.
Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, sol cenahtaki Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güçbirliği İttifakı'nı oluşturan siyasal partiler açısından da seçim sonuçları tek kelimeyle başarısızdır.
2024 yerel seçimlerine bir yıl kalmışken, tüm muhalefet partilerinin, vakit kaybetmeksizin yetkili organlarını, gerekirse kongrelerini toplayıp ciddi bir özeleştiri yapmaları, gerekirse yönetim kadrolarını yenilemeleri, bundan sonra yapılacak tüm seçimlerde kuracakları ittifakların seçmen karşısına tek listeyle çıkmasını bir ilke edinmeleri gerekmektedir.
Biz siyasal sürgünlere gelince, doğduğumuz, yetiştiğimiz, on yıllarca düşüncelerimizin mücadelesini verdiğimiz ülkemize kavuşmak bu seçimde de gerçekleşmemiş olsa bile, solun Türkiye'de yeni bir ivmeyle sürdüreceği mücadeleye elimizdeki tüm olanaklarla destek olmak boynumuzun borcudur.
Her ülkedeki demokratik göçmen kuruluşlarımızla, üyesi olduğumuz sendikalarla, özgürlükçü medyamızla...
Haydi sil baştan, ama önce ciddi özeleştiriyle…