Bazen bir film bile solu karşı karşıya getirebiliyor. Bazen bir yürüyüşte atılan sloganlardan kavgalar çıkabiliyor. Bazen Stalin eleştirileri örgütleri karşı karşıya getiriyor. Bazen de aynı geleneğin, aynı partinin takipçileri biririyle çatışabiliyor. sokaklarda pusular kuruluyor, evler basılıyor, bürolar tahrip ediliyor. Bazen sözlü tartışmalarla ortalık karışıyor, yumruklar konuşuyor, sopalar inip kalkıyor, kafa kırılıyor silahlar konuşuyor. Bazen AKP iktidarına yetmez ama evet diyenlerle, 12 Eylül faşist anayasının oylamasını kabul eden kimlikler, biribirine hain diyor. Bazen devrimci cinayetlerin soğukkanlı analizlerini yapanlar, dergilere, gazetelere sızan talihsel kıyıma mazeret gösterme telaşları, Stalin’i karşı devrimci, Troçki'yi en büyük devrimci yapanlar gibi, Mayakovski’yi çıldırtanların Türkiye’deki artıkları’’ gibi nahoş saldırılarla dolu polomikler ortalığı tozu dumana katıyordu. Farklı sol görüşlerde ki dergiler çarşaf çarşaf solun biribirine olan tahammülsüzlüğünü yayınlıyordu.
Solun geleneğinde Maocu Bozkurt-Sosyal Faşist, Stalinist,Troçkist, Orta yolcu ve Goşist vb diye bir gelenek ‘’ Siyasal Tahammülsüzlük ’’ , (aynı şekilde, karşı devrimci, ajan, hain, darbeci, revizyonist-oportionist diye bir düşman ve ‘’karşı devrim’’ odağı ‘’yaratan’’ ve genelimize ilişkin tek doğrucu zihniyeti ve onun maddi temellerini anlamaya çalışmak sorunuydu karşımızda duran.
Sol, Sosyalistler, Devrimciler; bugün dağınık bir coğrafyada, dayanışmada gösterdiği başarısızlık kadar eşitsiz bir gelişme özelliğine de sahiptir.
Sosyal yaşam ve süreç, farklı siyasal geçmişlere ve örgütlenmelere sahip olan birey, çevre grup ya da partilerin kendilerini aşarak siyaset sosyolojisi içinde erimeleri amaçlanmalıdır.
Bu nedenle gelişmeyi donduracak, sürecin zenginliğini, birikimini, gelişimini, dönüşümünü, esnekliği ve kapsayacılığı sınırlayacak, sekter, dar görüşlü, sığ aceleci yaklaşımları tümüyle rededen ; varolan siyasal akımları, kurumları, idelojik ve kültürel farklılıkları gelişmenin zenginliği ve dinamiği olarak gören; siyasal kimliklerin varoluş biçimlerini ihmal etmeksizin , bireyi/leri temel alan adalet duygusuyla, eşitlik uygulamasıyla her türlü örgütlenme biçimlendirmelidir.
Bunun aşılabilmesi öncelikle devrimci gelişimin, siyasal dönüşümün ve çalışma tarzının sosyalistlerin olmazsa olmazı olmalıdır.
Sınıfsal ve cinsel ayrımın ve haksızlıklara karşı mücadeleyi; egemen iktidarların baskılarına karşı mücadele kadar kabul edilmelidir. Egemen sınıflara karşı, sınıfsız bir toplum için, özgürlük, eşitlik ve ortaklaşan yaşamdan yana bütün emeğin dostları, görüşleri kendisini öncelikle ve en özgürce ifade edebildiği, gelişterebildiği ortak duygularda ilişkilendirebildiği ekonomik, politik ve kültürel bir yaşam alanının garantisi olmalıdır. Özgürlük, Eşitlik ve ortaklaşa yaşamı temsil eden bütün uluslardan emekçilerin ortak sorunu olarak gören enternasyonalist bir tutumla örgütlenmelidir. Buna uygun bir dil, bir mücadele ve yaşam tarzı geliştirmeyi zorunlu saymalıdır.
Bireyler neden solu ve sosyalistleri sevmelidir. Bir anlamda başa dönmekte yarar olabilir.
Bu yazının karşılığı olup olmama sorunun ziyade kullanılan üslübun içerikleri tartışma konusudur.
Bir filmden tedirginlik duymak yerine, bir tartışmada kini ve nefreti geliştirmek yerine, dayanışma yürüyüşlerinde saldırgan bir tutum takınmak yerine; Trajedimizin bu bölümlerini ya izlerken ya yaşarken duygulanmamız gerekir. Yaratılan ve geliştirilen olumsuzluklardan içimizin burkulması gerekir. (Ben dört yakınını sol içi cinayette kaybetmiş bir insan olarak özel yaramın kanadığını hep hissettim.) Türkiyeli sosyalistlerin bir türlü yüzleşemediği, sorgulayamadığı ve hesaplaşamadığı Moskova Yargılanmaları yüreğimizdeki en büyük yaradır diye düşünüyorum. Bizi kirleten, Sosyalist demokrasiyi yok sayan, sosyalizmi inşa irademizi elimizden alan ve hiç bir mazaretle aklanamaz bir trajedi olarak karşımızdaydı. Bürokratik sosyalizm, Tek lider, önder anlayışı sorgulanması gereken bir durumdu. Ama tarih duygularla anlaşılamazdı. Bu yolla ders de çıkarılamazdı ondan.
Çünkü duygusal tarafgirliğimizi bir yana bıraktığımız da görüyoruz ki, özelliklerimiz ve sınırlarımızla bu iki tarafta olan da bizdik. Sorun sosyalizm adına çıka çıka bürokratik ve totaliter yapılar çıkmasına neden oldu. Ve çıkan bu sonuç birbirimizin kafasındaki saf sosyalizm ise hep muhalefette kalmasına neden olan nesnel nedenlerin ve sosyolojik boyutların ne olduğu sorunuydu.
Üstelik burada bütün bir sosyalizm tarihi, yani 160 yıllık evrensel pratiğin gelip dayandığı çöküntüyü sorguluyorsak, zaafları kişilerin (Lenin-kautsky, Stalin-Troçki, Mao ve ya Kruşçev farketmez) sırtına atarak arınabileceğimiz yanılgısından da artık kurtulmalıyız. Kişilerin tarihte önemli bir rolü vardır kuşkusuz; ama bu temelde tarih anlaşılmaz. Özne ile nesne arasındaki ilişkinin diyalektik ve tarihsel materyalist anlamında düğümleniyor her şey.
Tarihin anlamları vardır. Gerçekler koşar adım, kaçar adım çarpıtılmaktadır. Üzerinize üzerine gelmektedir her şey... Çekilebileceğiniz son noktaya gündüz içinde apaydınlık geceye, gecenin içinde aylasına kırlar düşmüş ay tutulmalarına ve son olarak da şarkılar dinlemeye çekilmişsinizdir.
Ama üstünüze üstünüze gelmektedir, ''Eşitlik ve Özgürlük'' gibi kavramlar, ''Sosyalist Demokrasi'' gibi yani; örgütler arası kan gövdeyi götürmektedir.. İki yüzlü gökyüzünün ve süslü püslü cehennemlerin maskesi ‘’düşmüştür’’ zaman, mekan, her şey ama her şey tek boyuta indirgenmiştir. En sıradan insanın bile çok boyutu olduğu bilinmektedir. Resmi tarihe, Marx’ın Kapital’ine el bastırır gibi el bastırarak yola revan olunmak istendi. Suskunluk ve boyun eğmenin, eğdirmenin adı özgürlük olarak benimsendi. Ölümün adı, haksızlığın adı ‘’özgürlük’’ ve ‘’görev’’ olmuştur.
Yıllar yılı süren bir sosyalizm mücadelesi, mücadele içinde yaratılmış kazanılmış ‘’ben’’, kollektif bir destan olarak oturtulmuş, ‘’biz’’ soluğunu tüketmenin eşiğine getirmiştir. Devrimin hakkı yöneticiler, kendileri gibi düşünmeyen ‘’kurumları lağvedip yeni bir kurum yaratmanın’’ derdine düştükleri de ortadadır.
Hazımsızlık bilgisi sonucu bir çok olumsuzluk göz ardı edildi.
*Nasıl oldu da birbirimize karşı böylesi gözü karalaşabildiğimizin nedenlerini anlamaya ve yüzleşmeye çalışmaktır derdim.