Küba devriminin ve bağımsızlığının kellesini istiyorlar.

Geleceğin bu değerleri savunma görevini verdiği bizler

bu değerleri savunmak için savaşmaya kararlıyız.

Ama onlar devrimin kellesinden daha azına razı değiller.”(*)

(F.Castro)

70'li yıllarda, Kübacı goşistler olduğumuz eleştirileri alırdık. Bu eleştirilerden gocunmazdık. Küba devrimi yolumuzu aydınlatan devrimlerdendi. Devrimlerin tamamı bizimdi. Sovyet, Çin, Arnavutluk'a ilişkin eleştirilerimizin olması onları sahiplenmemize engel değildi. Ne var ki, bu ülkelerin kapitalizme çark etmeleri hepimizin moralini alt üst etmişti.

“Dünya Küba'yla Dayanışma Toplantısı”nın (Havana, 25 Kasım 1994) kapanış konuşmasında Castro şunları söyledi:

“Küba Devrimi'nin emperyalizm tarafından yok edilmesinin bütün ilerici güçler için, bütün devrimci güçler için, dünyada barışa ve adalete tutkun bütün güçler için ne anlama geleceğini anlıyoruz. Ve bunun için size karşı en temel ve en kutsal görevimizin hayatımız pahasına bile olsa savunmak olduğunu düşünüyoruz.” (“Zafer Savaşanla Beraberdir” s.52, Çözüm Yayıncılık, Mayıs 1995.)

Emperyalistler 1 Ocak 1959'dan bu yana, Küba'nın kellesini istiyorlar. ABD, 16 Nisan 1961 tarihinde gerçekleştirdiği Domuzlar Körfezi çıkarması ile Küba devrimini alt etmek istedi. Fakat çıkarma ABD açısından hüsranla sonuçlandı. Tıpkı Vietnam'da olduğu gibi, Küba'da da ağır bir yenilgi aldı. Fidel ve Raul Castro'nun görevlerini devretmelerini fırsat olarak değerlendiren ABD, “demokrasi götürme” adı altında karşı-devrimi ihraç etme peşinde.

Küba'da zaman zaman muhalif gösteriler yapıldı, fakat etkisiz oldu. ABD, Küba devriminin taban desteğinin çok güçlü olduğunu bilse de, 13 Temmuz 2021 tarihinde bazı yerlerde, muhalif gösterileri organize etti. Ve zaman geçirmeksizin muhalifleri desteklediğini açıkladı. Böylece, hazırlanan provokasyonun perde gerisinde kendisinin olduğunu açık etmekten çekinmedi. Hatta Miami Belediye Başkanı Francis Suarez, Küba'nın bombalanması çağrısında bulundu.

Raul Castro'dan görevi teslim alan Miguel Diaz-Canel'in göreve başlamasının hemen ardından bu gösterilerin başlatılması tesadüf değil. Bu gösterilerde ABD bayraklarının açılmasından hareketle “bunlar karşı-devrimci gösteriler” diyerek işin içinden sıyrılmaya kalkışamayız. Küba'da yaşanan ekonomik krizin toplumda yarattığı etkileri hesaba katmak zorundayız. Pandemi döneminde Amerikan ambargosunun yarattığı ticari sıkıntıların yanısıra, turizm gelirlerinin dibe vurmasının yarattığı sonuçların, Küba halkını etkilemeyeceğini düşünmek saflık olur.

Ülkemiz insanlara maddesel zenginlikler sunmak için çok yoksul olsa da; onlara eşitlik duygusu ve insanlık onuru sunamayacak kadar yoksul değildir.” (...) “Sosyalizmin başarısızlığından bahsediyorlar. Peki kapitalizmin Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki başarısı nerede?”

Castro'nun bu yaklaşımları elbette ki doğru. Fakat, toplum genelini eşitlik duygusu ve insanlık onuru sunulması gerçekliği ile sonsuza kadar peşimizde sürükleyebileceğimizi düşünemeyiz. Kapitalizmin yarattığı kötülükleri teşhir ederken, sosyalizmin başarılar hanesini öne çıkarmalıyız. Küba'nın diğer ülkelere sunduğu enternasyonalist yardım ve dayanışma ile sağlık alanındaki başarılarını taktir ediyoruz. Bu halkayı, toplumun temel gereksinimlerinin karşılanması anlamında genişlettiğinde, karşı-devrimci güçlerin örgütlenmesine uygun zemini yok edecektir.

Bizler devrimlerin olumlu yanlarını överken, eksiklerini, gediklerini eleştirmekten kaçınmayız. Raul Castro döneminde, yaşanan sıkıntıları atlatabilmek hedefi doğrultusunda anayasal birtakım değişiklikler yapılarak yabancı sermayenin de önünü açan bir yöntem benimsendi. Özel sektörde çalışanlarla kamuda çalışanlar arasında ücret eşitsizliğinin ortaya çıkması birtakım gerginliklere yol açtı. Üstelik, Küba halkının tüm yaşam malzemelerine sınırlı erişime sahip olması ve yokluk, yoksulluk, işsizliğin giderek artması ABD'nin işine yaramaktadır.

2004 yılında Venezuela ve Küba’nın anlaşmasıyla kurulan ve daha sonra Bolivya, Nikaragua, Honduras ve Ekvador’un da katıldığı ALBA (Bizim Amerika Halkları için Bolivarcı İttifak) yaşatılamadı. Keza, 33 Latin Amerika ve Karayip ülkesinin, ABD'nin bölgedeki üstünlüğünü dengeleyecek bir birlik oluşturma çabası da istenilen noktaya ulaşmadı.

BM üyesi 194 ülkeden 185'i Amerikan ambargosunun kaldırılması lehine oy kullandığı halde, ABD bu kararı tanımadı, veto etti.

ABD karşıtı gözüken Rusya, Çin, AB'nin hiçbiri Latin Amerika ve Karayiplerde yaşanan sıkıntıları aşma yönünde ciddi girişimlerde bulunmadılar. 2016 yılında Küba ile AB üyeleri arasında iyi ilişkilerin kurulması yönünde işbirliği sözleşmeleri imzalandı. Ne var ki, ABD Küba ile ilişki kuran şirketler aleyhine dava açma yönünde Helms-Burton Yasası'nı yürürlüğe koyarak bunun da önünü kapatmaya çalışmaktadır. Şunu da belirtmek zorundayız, AB'nin Küba ile iyi ilişkiler kurma çabasının arka planında, sermaye yatırımlarıyla Küba'yı sosyalizmden uzaklaştırma planı var.

Küba halkının uluslararası yardımlaşmaya, işbirliğine, enternasyonalist dayanışmaya yönelik gereksinimleri aciliyet kazandı. Emperyalizmin azgın saldırıları ve tehditleri karşısında Küba asla yalnız bırakılmamalıdır.

Sosyalizmin tabutuna çivi çakmak isteyenlerin karşısında, Küba'nın yaşadığı ciddi sıkıntıları en kısa sürede aşacağı inancındayız. Amerikan emperyalizminin Küba Devrimi'nin kellesini isteme kampanyaları karşısında her dönem haykırdığımız sloganı daha gür yinelemeliyiz:

“Patria o muerte! Venceremos!”


 

(*) “Zafer Savaşanla Beraberdir” s.23, Çözüm Yayıncılık, Mayıs 1995.)