26-29 Eylül 2019 günleri arasında Hamburg’da düzenlenen “Yılmaz Güney Film Günleri”nin sekizincisinin düzenlendiğini Hamburglu bir yazar ve gazeteci olarak film günlerinin ortasında öğrendim. Alttan alıp kendi aksikliğim ve eksikliğim diye kendime söylesem de, etkinlik kapsamında gerçekleştirilen son günkü sempozyum da kazın ayağının hiç de öyle olmadığını, kendime haksıklık yaptığımı anladım. O yüzden böylesi etkinlikleri düzenleyenlere de bir yararı olsun diye bu yazıyı kaleme almayı uygun gördüm.

Sekiz yıl yani sekiz defa böyle bir etkinliği düzenleyenlerin tek bir basın metnine bu defa da denk gelmedim. Gerçi filmleri, yeri ve zamanı kapsayan bir el ilanı akıl edilmiş ama konuyla ilgili haber yapabilecek insanlara sunulacak derinlemesine bir iletişim bilgisi hazırlamak kimselerin aklına gelmemiş. Bunun yanı sıra bence çok ciddi bir eksiklik Hamburg’da faaliyet gösteren yerel göçmen medyasına da etkinlikle ilgili ne bir davetiye ne de çağrı yapılmış. Böylesi faaliyetlerin olmazsa olmazı olan ciddi ve seviyeli bir basın toplantısı veya açıklaması yine sıfırın altında seyir etmiş vaziyette. Kimselerin aklına gelmemiş.

İster ciddiye alınmasın ister görmezden gelinsin Hamburg’da uzun yıllardır faaliyet yürüten bir elin parmaklarından fazla internet haber sitesi, aylık yayınlanan dergiler mevcut, yine radyo programlarını da hesaba katarsak eğer bu insanların ulaştıkları binlerce okuyan insan mevcut. Gazeteciliklerinin niteliğini, haber kalitesini veya gazeteciliklerini tartışabilirsiniz ama ister hoşunuza gitsin ister gitmesin bu insanlar basın mensuplarıdırlar. Gazetecilik faaliyeti yürütmekte, çok zor ve ağır koşullar altında haberlerini yapmakta, basın mensubu olarak onlar da kendi mücadelelerini vermektedirler. Sen kalk hem boyundan büyük “sanat sansür tanımaz” de, sempozyumun görsel konuğunun da ele aldığı gibi basına Türkiye’de uygulanan sansüre değin ama burada kendi düzenlediğin etkinliğe yerel medyayı adeta sansür uygulayarak dışla, görmezden gel, haber verme, çağırma. Siyasi yanını bilmem ama kültürel açıdan ilkellik, düzeysizlik, bu işlerden anlamama ilk akla gelenler.

Bütün faaliyetler sosyal medya üzerinden yapılmış. Sosyal medya kullanmayan göçmenler şansına küsmek zorunda kaldılar. Dört gün süren film günlerinde üç kısa ve üç de uzun film gösterildi. Yılmaz Güney ile ilgili ne bir sunum yapıldı, ne bir konuşma, ne de yazılı bir metine ben denk geldim. Etkinliğin adı sinema dahisi ile ilgiliydi ama kendisi yoktu. Siyasi yanı bir yana kültürel ve sanatsal anlamda dar, fakir, yetersiz ve marjinal bir çevrenin, Gollom’un yüzüğüne sahip çıkması gibi bir sahiplenmeydi benim şahit olduklarım. Yılmaz Güney bizim, kimseye vermeyiz misali. Kendi kendime siz kim, Yılmaz kim demeden edemedim.

Konuşmacılardan el ilanında belirtilen Levent Üzümcü yoktu. Neden niçin nasılı ile ilgili bilgi de verilmedi. Kazım Öz yalnız kalmasın diye apar topar Hamburg’da yaşayan sinemacı, senaryo yazarı ve yapımcı Önder Çakar araya sıkıştırılmıştı. Salonda tek bir Alman’ın olması bence yüz karasıydı. O bir kişi için her yapılan konuşmanın çevirilmesi ise hem zamanı olmayan konuşmacılar hem de katılımcılar için kayıptı. Tercüman o şahısın yanına oturup sadece ona tercümanlık edebilir, zaman daha olumlu yönde değerlendirilebilirdi. Gerek Önder Çakar’ın gerek Kazım Öz’ün, gerekse de Doğan Özgüden’in ifadeleri etkinliğin kalıbına göre göz doldursa da sinemanın derinliğine dair oldukça yüzeysel basmakalıp bilinenlerin tekrarından başka bir şey değildi. Oysa zemin ve organizasyon daha verimli olsa çok daha eşsiz ve derinlemesine bilgiler edinilebilirdi. Gösterilen filmlerin dar bir sinema salonuna sığdırılması, gişedeki yığılmalar, küsüp gidenlerin hisleri bu yazının dışında kaldılar. Neresinden bakılsa yetersiz, niyet ve istem açısından samimi ve içten olunsa da, darkalıpçı siyasetin izlerini tepeden tırnağa görmek mümkündü. Gelecek yıllarda sanatsal açıdan daha zengin faaliyetlere dilemekten başka bir şey kalıyor geriye.

30.09.2019