Kızıldere'de, darağaçlarında ve işkencehanelerde devrim marşları söyleyip slogan atanların heykelleri, bir gün mutlaka, ülkenin dört bir yanına dikilecektir.
“BENİM OĞLUM, YARALIYKEN BİLE AMAN DİLEMEDİ ONLARDAN”⁽¹⁾
Murat Bjeduğ'un “Devrimci Bir Subay / Saffet Alp Kitabı”nı, '68 süreci, THKP/C, Kızıldere'nin ayrıntılarını öğrenme düşüncesiyle büyük bir ilgiyle okudum.
1949 doğumlu Saffet Alp'in babası Hamit Alp, Kayseri-Pazarören Köy Enstitüsü mezunu, ilerici bir öğretmendir. Okuma aşığı Saffet, aynı zamanda ud çalar, tiyatroyla ilgilenir. Kardeşlerini geliştirmek için çaba gösterir. Küçük kızkardeşi Fikret'in abisi ile ilgili anlatımı şöyle:
“Çok okurdu, bana da okumam için telkinde bulunur, kitaplar okutur, sonra sorular sorar, açıklamalar yapardı. (...) bağırmadan, çağırmadan, sakin sakin konuşur ve hep o ikna ederdi. Başarılarını o kadar olağan bir sadelik ve tevazuyla anlatırdı, övünmeden, sadece sonucu söylerdi. Biz de öyle öğrenirdik, sınıfını geçtiğini, Harbiye'yi kazandığını, lisedeyken tiyatro ile de ilgilendiğini, müziğe merakını, okulu dereceyle bitirdiğini, evlendiğini...”⁽²⁾
Saffet Alp, Hava Harp Okulu'nu birincilikle tamamlasa da, ikincilikle tamamladığı açıklanır. Uçuş eğitiminde de “uçuş sahası dışına çıktığı” gerekçesiyle pilotluk yapamayacağı kararı alınır. Kızıldere'de katledildiğinde kolundaki saat Başbakan Süleyman Demirel'in verdiği ikincilik ödülüdür.
Hava Yer Teğmeni Saffet Alp, çıkardıkları 'Göksenin Kültür Yıllığı'nda, “Türk Düşünüşünün Batılılaşma Eylemleri İçerisinde Evrimi” başlıklı bir yazı yazar. 9 Mart cuntacısı Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, 'Göksenin Yıllığı'nı övse de, bir süre sonra tepki göstermiştir. Generaller takımı, subaylar arasındaki sol eğilimin önüne geçmezlerse ortaya çıkacak tehlikenin farkındadırlar. Çünkü, Saffet Alp'in yazısının son cümlesi generalleri rahatsız etmiştir:
“Bir toplumun kalkınması, çağının uygarlık düzeyine paralel bir düzeyde yürütülmek isteniyorsa, ilk önce bağımsızlığa kavuşturulması, ondan sonra da topluma sürekli bir devrimcilik anlayışının egemen kılınması zorunludur.”⁽³⁾
'68 Sürecinde silahlı kuvvetler içerisinde de antiemperyalist bilinç güçlenmeye başlamıştır. 1969 Haziranında, Hava Yüzbaşı Orhan Savaşçı ile birlikte birçok yüzbaşı, üsteğmen ve teğmenin katılımı ile Hava Harp Okulu'nda düzenlenen toplantıda “Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü”nü kurarlar. Kısa bir süre sonra, THKP-C ile birleşirler. Orhan Savaşçı THKP-C'nin ilk Genel Komitesi içindedir. Tutuklanan yüzü aşkın Hava Harp Okulu öğrencisi, teğmeni, üsteğmeni 'Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü'ndendir.
Saffet Alp'in lisedeki en samimi arkadaşı, THKO kurucularından Hüseyin İnan'dır. Darağacından kurtarmak istedikleri 'Üç Fidan'dan biri Hüseyin İnan'dır. Hüseyin İnan, THKO'yu kurdukları sırada bir yoldaşını Saffet Alp'e göndererek kendilerine katılmasını ister.
“Saffet, Hüseyin'i çok sevdiğini ve güvendiğini ama geç kaldığını söyledi. Uzun süreden beri Mahir Çayan ile birlikte çalıştığını, Hüseyin'i geri çeviremeyeceğini ama ayrılıp gelemeyeceğini söyledi. Hüseyin'den özür dilediğini, Hüseyin'in de kendisinin yerinde olsa aynı şeyi yapacağını, kabul edemediği için çok üzüldüğünü anlattı. Zamanla belki de mücadele içinde yine bir araya gelmelerinin mümkün olduğunu söyledi.(...) Hüseyin'i buldum ve konuşmamızı anlattım. Hüseyin'in oldukça üzüldüğünü bugün gibi hatırlıyorum.”⁽⁴⁾
'68 sürecinde alt kademedeki subaylar da, işçi, köylü, emekçi hareketlerinden etkilenmiştir. Mitingler, yürüyüşler, toprak işgalleri gündemin ilk sıralarını almaya başlamıştır. Kendisini solcu göstermeye çalışan 9 Mart cuntacıları, Dev-Gençliler ile devrimci subayları maşa olarak kullanmak ister. Fakat devrimci subaylar, içinde yer aldıkları THKP-C'nin cunta karşıtı düşünceleriyle uyum içerisindedir.
THKP-C ile THKO, Maltepe Firarı ve Kızıldere Direnişi'nde “Üç Fidan”ın kurtarılması mücadelesinde birlikteliği pratikte sağlamışlardır. Saffet'in Hüseyin İnan'a ilettiği, “Zamanla belki de mücadele içinde yine bir araya gelmelerinin mümkün olduğu” cümlesi Maltepe ve Kızıldere'de gerçekleştirilmiştir.
Burada bir noktaya daha değinmek zorundayız. Kızıldere tartışmalarında dile getirilen spekülasyonlardan biri şudur: “Mahirler adım adım takip edilerek Karadeniz'e yönlendirildi.”
Karadeniz Dev-Genç, THKP-C denince ilk akla gelen isimlerden biri, 2011 yılında yaşamını yitiren, “Çörtük İsmet”lakaplı İsmet Öztürk'tür. Çörtük İsmet, Kızıldere eylemi sırasında direnişçilerin zaman kazanması için, gerekli gördükleri kurum ve kişilerin telefon hatlarını kesme eylemini gerçekleştirmiştir. Ölümü öncesinde yayımlanan kitabında yazdığı aşağıdaki değerlendirmesi bu tür spekülasyonlara verilen yanıttır:
“Benim aranıp aranmadığım belli değildi, ama Ertan [Sarıhan -b.n.] serbest dolaşıyordu. Uğur Mumcu'nun köşe yazılarına malzeme olan “Ertan aranmasına rağmen polis hüviyetine bakıp serbest bıraktı” safsataları boş kuruntudan başka bir şey değildir. Ertan'ın arandığına dair şüphelerin oluşması, ... Mahir'leri Karadeniz'e geçirdikten sonra izini kaybettirmesinden kuşkulanan polisin izini bulmak için sürdürdüğü çabaların sonucu olmuştur. Yani Fatsa'ya geldikten sonra.”⁽⁵⁾
Ünye'de üç ajanın kaçırılması karşısında, CIA'nin güdümünde hareket eden Hiram Abas ile Mehmet Eymür görevlendirilirler. Bu ikili, direnişçilerin Kızıldere Köyüne gittiklerini öğrenirler. Kızıldere Köyü Muhtarı'nın evi kuşatıldıktan sonra, direnişçilerle konuşulmak istenir. Konuşmak amacıyla çatıya çıkanlar arasında yer alan Mahir Çayan, keskin nişancıların açtığı ateşle katledilir. Mahir Çayan'ın öldürülmesi karşısında, sağ ele geçirilmeyeceklerini anlayan direnişçiler rehin aldıkları üç ajanı öldürürler. Zaten, İngiliz ve Kanada hükümetleri, Türk devletine ajanlarının sağ kurtarılması yönünde bir çağrı yapmamış, öldürülmelerine onay vermiştir.
Evin bir duvarından girip öte tarafından çıkan roketler, havan atışları, gaz bombaları ve her türlü ağır silahlarla taranması sonucu dokuz kişi katledilir. Evin içinde sağ kalanlar Ertuğrul Kürkçü ile yaralı Saffet Alp'tir. Cuntacıların sivil uzantısı başbakan Nihat Erim, solun üzerine “balyoz gibi inileceğini” açıklamıştır. Katliam sonrasında yaptığı basın açıklamasında, “ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler,” diyerek Saffet Alp'in sağ yakalanıp katledildiğini itiraf etmiştir.
Kuşatma sırasında orada olan bir asker yaralı Saffet'in infaz edildiğini anlatır:
“...evden de marşlar, sloganlar söylediklerini duyuyorduk. Başımızda Antep'li bir çavuş vardı. Komutanlar her birimize ikişer tane bazuka verdi. Emir geldiğinde bazukalar aynı anda eve atılacaktı. Çavuş, bazukalar dağıtılırken alçak sesle evin içinde Mahir Çayan ile arkadaşlarının bulunduğunu o gençlerin üniversitelerde okuduklarını, bizim gibi fakirler, garibanlar için mücadele ettiklerini, istikballerini bizler için feda ettiklerini fısıldadı. Bir cümle söyledi ki hiç unutmadım; “Ne yapmamızın lazım geldiğini siz bilirsiniz işte.” Bu söz üzerine kendi aramızda konuşmaya başladık, duygulanıp ağlayanlar oldu, ben bu bazukaları atmayacağım diyenler oldu. İkaz ettik, belli etmeyin kurşuna dizerler hepimizi, eve atıyor gibi yapıp yere düşecek şekilde atalım, dedik. Ben iki roketi de evin ön duvarının dibine doğru attım.(...) kimse eve giremedi. Mahir Çayan'ın içeride ölüsünün olması bile tedirginlik ve korku veriyordu. Bir yüzbaşıydı galiba, ben girerim dedi. Çelik yelek giydi eve kapıdan girdi. (...) Komutan girdi ama hemen çıktı yanında bir yaralı vardı. Kapının iki üç metre önünde durdular. Komutan yaralıya çok ağır hakaretler etneye başladı, küfür de edince yaralı komutana doğru bir yumruk hamlesi yaptı, komutan geri çekildi, korktu da. Herhalde erlerin, bizlerin önünde düştüğü duruma sinirlendi, tabancasını çekti yaralı vaziyetteki o insanı alnından vurdu. Kurşun alnına gelince yere yığıldı cansız halde, hemen ölmüştü. Sonradan öğrendik teğmenmiş o yaralı haldeyken vurulan. Donduk kaldık, genç bir insan gözümüzün önünde vurulup infaz edilmişti. Yaralıydı ama ölecek gibi değildi. Vurulmasaydı yaşardı herhalde.(...) ana tanık olan bir er akli dengesini yitirir.”⁽⁶⁾
Bilindiği gibi, oraya getirilen askerler de, süreçten etkilenmiştir. Yoksul halkın tavrı da farksızdır. Saffet'in cenazesini almaya giden dört yakını Niksar'da bir kahvehaneye girerler. Kahvehanede oturanlar içeriye girenlerin yabancı olduklarını anlayınca ziyaret sebebini sorunca, cenazeyi almaya geldiklerini söylerler.
“Biz böyle söyleyince masalarda oturanlar teker teker gelip başsağlığı dilediler. Bir tanesinin söylediği sözü hiç unutmadım Murat Bey, şimdi söylenmiş gibi hatırlıyorum: Gün gelecek onların heykelleri buraya dikilecek!”⁽⁷⁾
Kızıldere, 68 sürecine damga vuran bir direniştir. Farklı bir örgütten yoldaşlarını kurtarmak amacıyla gerçekleştirilen direniş dünya soluna da örnek olmuştur.
Kızıldere'de, darağaçlarında ve işkencehanelerde devrim marşları söyleyip slogan atanların heykelleri, bir gün mutlaka, ülkenin dört bir yanına dikilecektir.
⁽¹⁾ Evlat acısını kırk yılı aşkın yüreğinde taşıyan Saffet'in annesi Arife Alp'in gurur duyarak söylediği sözdür. (“Devrimci Bir Subay /Saffet Alp Kitabı” s.84.)
⁽²⁾ “Devrimci Bir Subay /Saffet Alp Kitabı” s.57
⁽³⁾ S.Alp, Göksenin Yıllığı (1968), Kuledibi Yay. 2014, s.127.
⁽⁴⁾ Age, s.123.
⁽⁵⁾ “THKP-C'den Kurtuluş'a Mücadele Hayatım”, İsmet Öztürk, Dipnot Yay, 2010, s.64.
⁽⁶⁾ Age, s.53-54.
⁽⁷⁾ Age, s.91.