Seçim dönemleri kitlelerin siyasete en çok ilgi duydukları, tartışmaların yoğunlaştığı bir dönem olmaktadır. Kimler hangi tavrı alacak, izleyecekleri politikalar ne olacak, ilkesel duruş strateji ne olmalı türünden sorular siyaset gündemini doldurur. Bu yıl seçimlerin iki yeni özelliği var: Birincisi, yurtdışındaki göçmenler de ilk kez oy kullanacaklar. İkincisi, 90 yıldır ilk kez egemenlerin adayları dışında devrimci demokrat bir adayın seçim platformunda yer alması; böylece emekçilerin oylarını vereceği seçeneğin de ortaya çıkmasıdır.
Seçimlerde tavır belirlenirken halihazır koşulların özelliği, yani geleneksel deyişle somut durumlar gerçeklere bağlantılı olarak ele alınmalı; değişen koşullara ve şartlara göre hızlı değişim gösterebilme yeteneğine sahip taktikler üretilebilmelidir. Zira böyle dönemlerde kısa zaman aralıklarında hızlı taktik dönüşümlere ihtiyaç olabilir. Tarihte bunun örnekleri çok görülmüştür. Bundan dolayı yapılacak her seçim, yeni bir tavır gerektirebilir.
Bu sorun egemen sınıflar için olmasa da, sol için daima bir tartışma sorunu olmuştur. Sosyalistler tarihten dersler çıkarıp kendilerini yenileyebildiler mi? İlkelerine uygun davranabildiler mi? Kişisel yanıtım: Hayır! Devrimci hareketin durumu; emek hareketinin, sendikaların durumu; özgürlük mücadelesinin gerçekleri göz önüne alınmamaktadır. Bunun yerine, genellikle doğmatik, şabloncu taklitçi düşünceler, statik taktikler savunulmaktadır. Oysa biliyoruz ki bu kaçınılmaz bir sonuçtur: İşçi hareketinden, yığınlardan kopuk olunur ise, elbette objektif koşulları dikkate almakta, değerlendirebilmekte güçlük çekilir. Bu, salt kendi “yüce” duygularının peşinden giden, kendini tatmine yönelen sol lafazanlık olur. Ve biliyoruz ki bunun toplumsal mücadelede karşılığı yoktur. 40 yıllık tarihimiz bunun örnekleriyle doludur.
Boykot anlayışı da budur.
Seçimlerde üç aday var: Tayyip Erdoğan ve Ekmelettin İhsanoğlu aynı anlayışın Türk-İslam sentezinin ırkçı-faşist adaylarıdır. Her ikisi de “düzene en iyi uşaklığı ben yaparım” yarışındadırlar. Egemen sınıfları desteklemektedirler.
Diğer aday Selahattin Demirtaş, tüm emekçilerin, ezilenlerin, özgürlük ve demokrasi güçlerinin, yani mevcut sistem muhaliflerinin adayıdır. Birilerinin dediği gibi ne “düzenin adayı”, ne “devletin sübobu” görevini görüyor ne de “devletin uygulama normlarını” kabul edip “Cumhurbaşkanlığı kurumunun toplumsal devrimi yapacağı” düşüncesini yayıyor. Bütün bu iddialar gerçeklikle en ufak bir ilişkisi olmayan, sapkın düşüncelerdir. Dolayısıyla gerçeklikle bir ilişkisi olduğunu söylemek mümkün değildir.
SEÇİMLERE NEDEN KATILMALIYIZ?
Tarihi tecrübeler, dersler ve bunlardan edinilen ilkeler şunu göstermiştir ki, eğer gerici kurumları dağıtmaya gücümüz yetmiyorsa; emekçiler bu kurumlara hala güveniyorsa; dağıtma gücünü oluşturma çabamızın yanı sıra bu kurumlar içinde de çalışmak gerekir. Bu kurumlar devrimciler için tarihsel ömrünü çoktan doldurmuş olabilir, ama işçi sınıfı ve emekçiler için politik ömrünü henüz doldurmadığı açıktır.
Devrim ustalarının “burjuvazinin bizi sürüklediği domuzlar ahırında mızmızlanmadan devrim için çalışmalıyız” ya da “seçimlerin yarattığı bu kürsüleri kullanmak siyasal hedef olmalı” düşünceleri bize yol göstermelidir. Bu anlayışın bir başka benzeri, sistem içinde sistem kurumlarında demokratik haklar uğruna mücadeledir. Elbette devrimin yenildiği gericilik yıllarında seçimlerden devrimci amaçlarla yararlanmak gerekir. Bu nedenle de bu tür çalışma alanlarını egemen sınıflara terk etmeden, faşizme karşı mücadele cephesini güçlendirmeliyiz.
Bu somut koşullarda seçime katılanlar emekçileri aldatıp düzene bağlıyor tespiti de, genellemeci sol sekter anlayışlardan biridir. Devrimin felsefesini ve politikasını doğma olarak ele alan, yaşamın somut gerçekliğine uygun olmayan düşüncelerdir. Bu tür düşünceler ne kadar “sol” görünmeye çalışsalar da, özünde sağ bir anlayıştır. Siyaset alanlarını terk edelim! Yani “faşist ırkçı adayların emekçileri kandırması için meydanları onlara bırakalım; onların yolsuzluklarını faşist demagojilerini yalanlarını açığa çıkarmayalım; gerçek demokrasi ve özgürlük taleplerini anlatmayalım!” Ne güzel solculuk..
Seçimlere katılmalıyız!
Tüm ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, emek cephesinin, devrimci taleplerini anlatmalıyız!
Bunu bir fırsat olarak görüp, değerlendirmeliyiz! Düzene karşı, sistemin muhalifleri olarak mücadeleye katkı sunmak için katılmalıyız! Alacağımız her fazla oy devrimci demokrasi güçlerinin güçlenmesine yarayacaktır. Yenilginin getirdiği moral bozukluklarının dağılıp, umudun ve inancın gelişmesine hizmet edecektir.
ALEVİLER VE SEÇİMLER
“Seçimlerde taraf olmayacağız; Demirtaş’ı destekleyen açıklama yapmayacağız” anlayışı, politik olarak bir hayli geri ve iç tutarlılıktan yoksun bir anlayıştır. Bir yandan demokrasi mücadelesinde olumlu tavır almaya çalışacaksın, diğer yandan böylesi bir siyaset konusu üzerinde “ne şiş yansın ne kebap” oyunu oynamaya çalışacaksın… Bu, güven veren politik bir tarz olamaz.
Aleviler üzerinde büyük oyunların oynandığı bir süreçteyiz. Alevi gençleri devletin silahlı güçleri tarafından ve bilinçli bir politikanın güdümünde hedef olarak gösteriliyor ve katlediliyorlar. Cem evleri kurşunlanıyor, ibadet hane olarak kabul görmüyor; din dersleri zorlaması devam ediyor; eşit vatandaş olma hakkı kabul görmüyor… Ve bütün bu demokratik hak ve özgürlükleri gerçek anlamda savunan devrimci bir adayı desteklemekte açık, net tavır almaktan çekinmeyi; bunu kitlelere ilan ederek onun lehine kamuoyu yaratma çabasını reddetmeyi anlamak mümkün değildir. Adayların sergilediği böylesi somut bir tablo karşısında bile “tarafsızım” iddiasına yatmak; isim açıklamayı “tabanımızda sıkıntı yaratır” düşüncesiyle reddetmek sadece demokratik dürüstlük anlayışı dışına düşmekle sınırlı kalmaz, Alevi felsefesine göre de kabul göremez. Alevilerin tam da bu olanağın içinden hareket ederek Çorum’un, Maraş’ın, Sivas’ın katilleri olan zihniyete karşı devrimci-demokrat adayı desteklemeleri gerekirdi. Yine de Alevilerin bu tarihi fırsatı böyle değerlendireceklerine ilişkin umutlu bir beklenti içinde olduğumuzu söylemeliyim.
SÜRGÜNLER NEDEN DEMİRTAŞ’I DESTEKLEMELİDİR?
Sürgünler yaşadığı topraklardan zorla koparıldılar. Sorunları hiçbir zaman dile getirilemedi, varlıkları yok sayıldı. Ve ilk kez, bütün tarihleri katliamlar ve sürgünler içinden geçmiş, varlıkları reddedilmiş, yok sayılmış bir halkın içinden; o halkın bütün halkların özgürlüklerine ses olan bir evladı yürekli bir çıkış yaparak siyaset sahnesinde bulduğu bir boşluktan fırlayarak, “biz de varız!” dedi.
Sürgünler, tarihte ilk kez bir Cumhurbaşkanı adayı tarafından sahiplenildi. Terk etmek zorunda kaldığımız topraklara onurlu bir duruşla, özgürce dönebilmemiz için tüm engellerin kaldırılması için bütün yasal dayanaklarının oluşturulması talebinin arkasında duran bir aday oldu. Birilerini, yaşadığı toprakları terk etmeye zorlayan bütün politik gerekçeleri insanlık suçu olarak kabul eden ve kavgasını vermeye kalkışan bir aday ilk kez çıktı. İnsanları politik vb. gerekçelerle ülkesini terke zorlama suçunu işleyenlerin yargılanmasını savunan tek aday oldu.
Sürgünlerin ülkedeki sesi oldu, vicdanı oldu!
Bu nedenle elbette Demirtaş sürgünlerin Cumhurbaşkanı adayıdır.
Elbette Cumhurbaşkanımız olarak onu görmek istiyoruz ve bu nedenle desteklemeliyiz!
Avrupa topraklarında yaşayan Türkiyeli sürgünler olarak, Anadolu-Mezopotamya topraklarındaki demokrasi ve özgürlük mücadelesinin de parçası olduğumuz için yoldaşımız Selahattin Demirtaş’ı desteklemeliyiz!
Düzenin faşist adaylarına karşı olduğumuz için, sürgün ve muhalif olduğumuz için Demirtaş’ı desteklemeliyiz.
12 Temmuz, 2014