Başlığa bakınca bu yaşananların ortasında bu nasıl bir saçmalık demezseniz 08.02.2023 günü Twitter'in bir “cinayet silahına” ve aynı zamanda bir “cinayet mahalline” dönüştüğünü hukuki açıdan kanıtlayacağım,
Evet maalesef ülkemizde inanılmaz bir felaket ve buna bağlı olarak eşi benzeri görülmemiş bir insanlık dramı yaşanıyor.
Ülkemizdeki yıkımın büyüklüğü ve ölen insanları gösteren rakamlar bile insanı dehşete düşürüyor, psikolojini bozmaya yetiyor.
Ortaya çıkan dehşet haraketsiz kalmayı, bakıp geçebilmeyi imkansız kılıyor.
Böylesine büyük bir felaketle sürgünde iken karşılaşmak; dehşetin, insanın zihninde ve bedeninde meydana getirdiği tahribatı kat be kat arttırıyor. Ne zihnimiz, ne bedenimiz hiçbir şey yapamamanın çaresizliğiyle baş edebiliyor.
İnsanların görmeye, duymaya, hatta okumaya bile dayanamadıklarını yaşayan insanlar var. Onların halini düşünmek bile imkansız ama kalbimizin derinlerinde, vücutlarımızın her zerresinde acılarını hissediyoruz.
Nereden geldiğini ve nasıl oluştuğunu bilmediğimiz bir sızı, kalbimizden bütün vücudumuza, oradan benliğimize yayılıyor.
Halen enkazın altında kurtarılmayı umut eden insanların varlığını ve onlara bir yardımın gitmeyeceğini; yaralı, aç susuz enkazın başında bir yardım eli beklerken soğuğa direnmeye çalışan binlerce insanın varlığını ve en acısı da bu insanların gözlerinin önünde son nefesini verecek olan sevdiklerinin çığlıklarını dinlemek zorunda kalacaklarını bilmek ve hiçbir şey yapamamak...
Deprem felaketinin üzerinden beş gün geçti ve yardım toplama çabalarımın arasında sadece içeriden dışarıya doğru öyle patlayayım ki, her zerrem evrene ışık hızında dağılsın ve evrenin her köşesindeki kötülüğü darma dağın etsin istiyorum. Çünkü bütün bu acı, ölüm ve yokluğun içinde, varlığını koruyabilmek için milyonlarca insanın kaybını ve acısını büyütmekte hiçbir sakınca görmeyen “Örgütlü Saf Kötülüğü” görüyorum.
Kayıplarımızın ve acılarımızın müsebbibi, hatta tek sorumlusu olan 'örgütlü kötülük', inatla kayıplarımızı ve acılarımızı büyütmeye devam ediyor.
Devlet şekline girmiş örgütlü kötülük, devasa bir ağır vasıta gibi önüne geleni eziyor; her yolla ve bütün imkanları kullanarak insanların can ve mal güvenliğini tehlikeye atıyor, hatta yok ediyor; herkesi, her acımızı, egosuna malzeme yapmaktan çekinmiyor.
Ne yardım için gece gündüz çabalayan insanlar, ne günler sonra enkazdan sağ çıkabilenler, ne anne babasını kaybetmiş kimsesiz çocuklar bu kötülükten kurtulabiliyor.
Elbette yaşananlara bakınca bir hukukçu olarak en çok, yıkılan evlerin müteahhitleri ve diğer sorumluların cezalandırılması veya depremden zarar gören yerlerin “Afet Bölgesi” ilan edilmesi yerine neden “Olağan Üstü Hal Bölgesi” ilan edildiği üzerine bir şeyler söylemem beklenebilir. Ancak, birçok önemli hukukçu bu konularda söylenebilecek birçok şeyi söyledi.
Siyasal açıdan da OHAL ilanının seçimden kaçmak için bir mazeret yaratma gayreti olduğuna ilişkin birçok şey de söylendi. Bunları tekrar etmeye gerek olmadığını düşünüyorum.
O nedenle ben bu 'örgütlü kötülüğün' işlediği başka bir suçtan söz etmek istiyorum.
Pek dikkat çekmeyen. hatta hukukçuların bile görmezlikten gelmekte sakınca görmeyeceği, çünkü illiyet bağı kurmakta zorlanacağı bir suçtan.
Twitter'in kısıtlanması, Anayasa'nin 22. maddesindeki “Haberleşme Hürriyeti” ve 26, maddedeki “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti”ni düzenleyen maddeleri ihlali anlamına gelir. Ancak ben bu suçlardan da söz etmeyeceğim.
Bu suç 08.02.2023 günü Twitter'i kullanılmaz hale getirerek, bazı insanların ölümüne sebep olma suçudur.
Bu suçun Türk Ceza Kanunundaki (TCK) karşılığı 83. madde de yazılmıştır.
TCK 83. maddesi aynen şöyledir:
“Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi
Madde 83- (1) Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir.
(2) İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin;
a) Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması,
b) Önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması, Gerekir.
(3) Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında, temel ceza olarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar, diğer hallerde ise on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir.”
Bu suçun en belirleyici yanı birinci fıkradaki, “Madde 83- (1) Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm” sözüdür.
Olayımıza baktığımızda, on binlerce insanın göçük altında kalmış olması nedeniyle sakatlık ve hatta ölüm riski ile karşı karşıya kaldığını izaha bile gerek yok.
Devlet ve iligili makamların buradaki sorumluluğu bütün iletişim ve diğer imkanları açık tutmaya çalışarak insanlara yardım ulaşmasını öncelikli görev olarak yerine getirmesi beklenirken, tam tersine insanların yardım çığlıklarını görünmez kılmak için Twitter'e kısıtlama getirildi. Twitter üzerinden yapılan yardım çağrıları görmezden gelindi. Bu tam da yasada gösterilen suçun oluşması anlamına gelir.
Teknik imkansızlıklar nedeniyle isim vererek ölenleri gösteremeyeceğim açık, ancak ilk iki gün boyunca birçok insan gerek kendisi, gerekse yakınları için Twitter üzerinden yer bildiriminden bulunarak kendilerine yardım ulaşmasını sağlayabildiklerini ve böylece ölümden kurtulduklarına tanık olduk. İzledik, okuduk.
Dolayısıyla Twitter bir anda hiç öngörülemeyen bir şeye dönüştü.
Twitter'in insanlara, yakınlarına veya yardıma ulaşmada sağladığı kolaylık anlaşılınca, Twitter üzerinden yapılan yardım çağrılarında önemli bir artış olmuştu ki, hükümet tarafından Twitter'e erişim engeli getirildi. Tepkiler geri adım atmalarına neden olacak büyüklüğe gelene kadar da Türkiye'den Twitter'e ulaşmak ve kullanmak 24 saat boyunca neredeyse imkansız hale geldi.
Elbette bütün umudunu buradan kendisine ulaşacak bir yardım eli bekleyen göçük altındaki insanlar açısından bu felaket oldu.
Birçok insan bir yardım eline ulaşma imkanını; dışarıdaki insanlar, hayati tehlike altındaki yakınlarına, ekipler ise yardım bekleyen insanlara ulaşma imkanlarını kaybetti.
Yukarıda da söylediğim gibi, teknik imkansızlıklar nedeniyle, Twitter'e ulaşımın neredeyse imkansız hale geldiği o 24 saat içinde ölenleri gösteremem. Ancak savcılar, devlet imkanlarını kullanarak, kısıtlama öncesinde atılan Twitler'i inceleyip, bu insanlardan kısıtlama içinde hayatını kaybedenleri tespit edebilir.
Ailelerin veya enkaz altında kalan insanların yardım çağrılarına rağmen, onlara ulaşılamadığı için kısıtlamanın olduğu o 24 saat içinde ölenlerden, kısıtlamayı getirenler, hükümet ve hatta kötülüğü organize eden devlet'i bizzat sorumlu tutmak mümkün.
Devlet ile birlikte ilgili makamlardaki tüm yetkililerin bu ölümler nedeniyle maddi, manevi ve cezai sorumlulukları vardır. 83. maddenin 3. fıkrasında belirtildiği gibi suçun cezası çok ağırdır. “Ağırlaştırılmış Müebbet” gibi ömür boyu hapis gerektiren bir suç var ortada. Bu suçun yüzlerce, belki binlerce insana karşı işlenmiş olma ihtimali var. Dolayısıyla araştırmayı ve incelemeyi hak eden bir durum da var ortada.
Zaman geçmiş ve o Tweet'lere ulaşma imkanının kalmadığı düşünülebilir. Ancak ben, bütün interneti sürekli olarak depolayan en az üç tane site olduğunu biliyorum. Bu siteler aracılığıyla savcıların, silinmiş olsalar bile eski Tweet'leri bulup incelemeleri mümkün.
Ben bu kadarını biliyorsam, eminim uzmanlar çok daha fazla olanağı ortaya çıkaracaklardır.
Anlattığım sebeplerle şu anda Tweet'ler aynı zamanda bir “cinayet mahallidir”. Savcılar burayı inceleyerek, zarara uğrayan ve özellikle hayatını kaybeden insanları tespit etmek ve sorumluların cezalandırılması için üzerlerine düşen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Aynı şekilde tüm hakimler de bildikleri üzere, ağır cezalık bu suçların ortaya çıkarılarak soruşturulması konusunda resen harekete geçebilirler.
Bu yazı tüm hakim ve savcılar için bir suç duyurusudur ve görmezden gelmeleri, kendileri açısından görevi ihmal, suçu gizleme, hatta suça katılma gibi başka suçların oluşmasına neden olabilir. Bu yazı yayınlandığı andan itibaren görmedim, duymadım deme şansları da yoktur.
Ülkemiz şu anda 1941-1942 yıllarındaki Almanya ile büyük benzerlik göstermektedir. Kötülük örgütlü olarak tüm devlete hakim durumdadır. Kötülük birçok alanda sıradanlaşmıştır. Kötülük kendini, herkesin ve her şeyin sahibi, durdurulamaz bir Tanrı buyruğu gibi görmektedir.
İkinci Dünya Savaşının son günlerinde bile Alman basınının kahramanlık hikayeleri ve zafer haberleriyle dolu olduğu unutulmamalıdır.
Olayın vahameti ve zarar gören insanların sayısal büyüklüğü nedeniyle depremde zarar gören insanlara karşı işlenen ve işlenecek suçların gerçek hukukçular açısından “İnsanlığa Karşı İşlenen” suçlar kapsamında değerlendirileceğini şimdiki hiç kimse, en çok da hiçbir savcı ve hakim unutmamalıdır.
Adil ve bağımsız mahkemeler ülkemizde de bir gün mutlaka kurulacaktır,
Nürnberg mahkemelerindeki yargılanan Nazi dönemi hakim ve savcıları gibi, yargılama sırasında kafasına poşet geçirmek istemeyenler, bugün üzerine düşen görevleri yapmak zorundadır.