28 temmuz 1951; Cenevre Sözleşmesi’nin imzalandığı gün.
70 yıl önce imzalanan bu sözleşmenin yıldönümünden iki gün önce; yani 26 temmuzda Almanya Hükümet Sözcüsü tarafından şu açıklama yapılıyor:
“Afganistan’da bulunan, silahlı kuvvetlerimize destek olan milis güçlerin, silahlı güçlerimizin çekilmesiyle birlikte ortada kalmasını ve Almanya’ya gelme taleplerini değerlendireceğiz. Vize sorunu var. Vize işlemleri tamamlandıktan sonra buraya gelmelerinin önünde bir engel kalmayacak.”
Basın mensupları soruyor: “Peki 10 ağustos tarihinde Afganistan’a göndermek üzere, terk verdiğiniz bir gurup Afgan var. Yani buradan oraya insan gönderip, can güvenliği olmayan milis güçleri buraya getirmeyi planlıyorsunuz. Bunu mülteci anlaşmaları kapsamında nasıl değerlendireceğiz? Cenevre Sözleşmesi’nin kriterlerini takibetmekte zorlanıyoruz.”
Almanya Hükümet Sözcüsü bu soruya şöyle cevap veriyor: “Buradan Afganistan’a göndereceğimiz insanlar, oradaki hükümetin iaedelerini talep ettiği cürüm işlemiş insanlar. Bu kapsamda yer alan insanları göndereceğiz.”
Basın mensupları soruyor: “Peki nasıl bir takas bu? Orada insanların can güvenliği yok. Savaş mağduru insanlar, Cenevre Sözleşmesi kapsamında korunması gereken insanlar. Buradan oraya gurup gurup insan gönderilecek, oradan buraya yine insanlar gelmeye devam edecek. Ve savaşlar hep sürmekte.”
Almanya Hükümet Sözcüsü şöyle cevap veriyor: “Vize işlemlerinin nasıl tamamlanacağını, buradan gönderilen suçluların nasıl muamele göreceğini izlemek yine bir süreç gerektiriyor. Buna uygun tam bir prosedür belirlemek için henüz erken! Ancak her şeyin yolunda gitmesi için elimizden geleni yapacağız.”
Bu açıklamaların ardından ise, bir göç ülkesi olan Almanya’da, yarım asrı aşkın bir süredir mülteci sorunlarıyla ilgilenen, mesleki olarak da bu alanda görev yapan sayısız kurum ve temsilci: “Cenevre Sözleşmesine Uyun” çağrıları yayınladılar. Ve 1951 ve bugün arasındaki farkları özetleyen yüzlerce makale yazdılar.
“Afgan Mülteciler” başlığı altında, yani nüfusu 40 milyonu bile bulmayan bu ülkenin sürekli göç eden ve hukuki olarak statüsüz bırakılan bu insanlığının kaşelenen adı altında, aslında ifade edilen: Önümüzdeki süreçte insan takaslarının nasıl hukuksuzca ya da nasıl bir hukukla gerçekleştirileceği.
“Afgan Mülteciler” başlığı altında dolaştırılan bu hayalet; aslında Cenevre Sözleşmesi’nin çiğnenmesinden ibaret! İnsan takasını meşrulaştırma girişimlerinden ibaret! Ve bu girişim meşrulaştırıldığında, “Savaşlar ve Göçler” bambaşka boyutlara ulaşacak.
Pandemi sürecinin en az ama en az birkaç yıl daha süreceği düşünüldüğünde; bu hukuksuzluğun başka bir hukuğa dönüşeceği çok büyük bir olasılık! Bu “Yeni Hukuk”un ön hazırlıkları tamamlanmak üzere! Ve bunun nasıl bir “Hukuk” olacağını, şimdiden kafamızda tasavvur etmemiz dahi mümkün değilmiş gibi görünüyor. Ancak bunun sürprizlik bir yanı kalmadı.
Her şey yasal, her şey meşru: Kime göre? Asıl bu soru büyük çalkantılara gebe.