Tayyip Erdoğan ve erkânı harbiyesinin takıyyeci AB çıkartmaları geçmiştekilere fersah fersah fark atmaya devam ediyor
Tam da haftalık yazımı yazmaya koyulmuştum ki, karşımdaki ekrana Fransız haber ajansı AFP’nin flaşı gülle gibi düştü… "Sürgündeki muhalif gazeteci Can Dündar 27 yıl hapse mahkum edildi."
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin beş yıldır Cumhur İttifakı zindanlarında tutsak edilen HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasını isteyen kararına karşı cumhurbaşkanının "AİHM terörle ilgili Türkiye’den giden her kararı onaylıyor. Bu karar bizi bağlamaz" diye kestirip attığı bir ülkede daha başka ne beklenirdi ki?
AKP serdarı cübbesini de sırtında taşıyarak işgal ettiği makamın tarafsız olması koşulunu ayaklar altına almış olan aynı cumhurbaşkanı daha bir ay önce kurduğu terör rejimine ve en son Dağlık Karabağ işgaliyle Kafkaslar üzerinden Orta Asya kapısını zorlayan İslami fütuhatına tepkileri yatıştırtabilmek için yeni bir takıyyeye başvurarak büyük bir pişkinlikle "Geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz" demişti.
Serdarın emir erleri de aynı doğrultuda seferber olmuş, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın 11 Aralık 2020’de yapılacak AB zirvesinden sert yaptırım kararları çıkmasına engel olmak için 21 Kasım’da apartopar Brüksel’e gelerek "Avrupa Birliği üyeliğinin Türkiye için stratejik bir öncelik olduğu" güvencesi vermeye çalışmıştı.
24 Kasım’da da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Meclis’te bakanlığının 2021 bütçesini sunarken yaptığı konuşmada hem Avrupa Birliği’ne, hem de Trump sonrası ABD’ye "yeni sayfa" açma çağrısı yapmıştı. Dahası, 2 Aralık’taki NATO toplantısı dolayısıyla geldiği Brüksel’de bir yandan Doğu Akdeniz gerginliği ve S-400’ler konusunda ABD dışişleri bakanı Mike Pompeo ile kapışırken, öte yandan AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarına mavi boncuk dağıtmaktan geri kalmamıştı.
Bu çok yönlü takıyye operasyonu meyvesini vermekte gecikmemiş, Brüksel’deki 11 Aralık 2020 zirvesinden Türkiye’ye yaptırım kararı çıkmamış, sonuç bildirgesinde AB'nin Türkiye ile ilişki geliştirmekte stratejik çıkarı bulunduğu tekrarlanarak, taraflar arasında iletişim kanallarının açık tutulacağı vurgulanmıştı.
Kendi iç çelişkileri ve açmazları, özellikle de Covid-19 ve Brexit‘in getirdiği yeni sorunlar nedeniyle 60 yılı aşkın tarihinin en sarsıntılı dönemini yaşayan Avrupa Birliği’nin nerdeyse son yarım yüzyıllık gelişimini ve Türkiye ile inişli çıkışlı ilişkilerini başkent Brüksel’de yakından izlemiş bir gazeteci olarak AB zirvesinin bu alttan alan tutumu karşısında hiç de şaşırmadım.
Onlar da böyle tavizkâr bir karara imza koyarken pek âlâ biliyorlardı ki, iktidar sahiplerinin tüm takıyyeci beyanlarına rağmen Türkiye’de insan hakları ihlalleri aynı hunharlıkla sürüp gidecekti… Aynen de öyle oldu.
• 18 Aralık’ta, beş yıldır zindanda bulunan Osman Kavala’nın tahliyesi reddedildi.
• 21 Aralık’ta, eski HDP milletvekili Leyla Güven 22 yıl 3 ay hapse mahkum edildi.
• 22 Aralık’ta, Erdogan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş’ın derhal tahliyesini isteyen kararını Türk adaletinin asla tanımayacağını açıkladı.
• 23 Aralık’ta, sürgündeki tanınmış gazeteci Can Dündar Türkiye’de 27 yıl hapse mahkum edildi.
Sadece bunlar mı?
• 11 Aralık’ta, Baku’da Dağlık Karabağ fütuhatını kutlamak üzere Erdoğan’ın ve Türk askeri birliklerinin de katıldığı törenlerde Ermenistan‘a yeni tehditler savruldu,
• 19 Aralık’ta, Belçika federal meclisinin Dağlık Karabağ’ın işgaline karşı oybiriğiyle aldığı bir kararı protesto eden Türk hariciyesi yine soykırm inkarcısı bir açıklama yaptı,
• 22 Aralık’ta, AB’nin Doğu Akdeniz’de gerginliğin düşürülmesi çağrılarına inat, Oruç Reis sismik araştırma gemisinin 15 Haziran 2021’e kadar sürecek yeni bir sefere çıkacağı açıklandı.
• Yine 22 Aralık’ta, İslamcı teröristlerle takviyeli Türk askeri birliklerinin Libya’daki görev süresinin 18 ay daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi TBMM’de onaylandı.
Evet, “Kör parmağım gözüne” dercesine art arda sıralanan bu ihlallere ve tehditlere rağmen, AB liderlerinin Türkiye’yi yeniden gündeme alacağı Mart 2021 zirvesinden de doğru dürüst bir yaptırım kararı çıkacağını sanmıyorum. Çünkü, 6 Milyar Euro’luk bir rüşvet karşılığında güney ülkelerinden gelen mültecilerin Yunanistan ve Bulgaristan gibi sınır ve sahil komşusu ülkelere geçmesini yıllardır engelleyen Tayyip’in başı sıkıştıkça mülteci şantajını kullanacağını başta Merkel olmak üzere tüm AB hükümet başkanları çok iyi biliyor.
Buna karşılık, Erdoğan da, 18 yıldır Avrupa’nın Batı yakasında oluşturduğu islamo-faşist ve fütuhatçı rejimin Avrupa Birliği’ne asla kabul edilmeyeceğini çok iyi biliyor. Muhalefette bulunduğu yıllarda Avrupa Birliği’ni bir “Hristiyan birliği” ve “Siyonizmin 5. kolu” diye niteleyerek Türkiye’nin olası üyeliğine sürekli karşı çıkmışken iktidarının ilk yıllarında sırf olası bir askeri müdahale tehlikesine karşı dış koruma sağlamak için AB’ci kesilen Türk-İslamcı Erdoğan’ın özünde AB disiplinine girmek gibi bir derdi olmadığı cümlenin malumu…
AKP’nin 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidar olmasının hemen ardından, Tayyip’in birdenbire Avrupacı kesilmesi üzerine AB’nin Aralık 2002 Kopenhag zirvesinde Türkiye ile üyelik görüşmelerinin başlatılmasına yeşil ışık yakılmış, Aralık 2004’te alınan bir kararla 2005’te ilk kez masaya oturulmuştu. Ne ki, aradan 15 yıl geçtiği halde, özellikle 2016’daki çakma darbe girişiminden sonra kurulan OHAL rejimiyle insan hakları ve özgürlüklerin tamamen ayaklar alınması, Erdoğan iktidarda kaldığı sürece AB’ye üyeliğin mümkün olmadığını açıkça ortaya koymuş bulunuyor.
Buna rağmen stratejik ve jeopoloitik nedenlerle, özellikle de mülteci kitleleri AB kapılarını zorlamaya devam ettiği sürece, iki taraf arasında ilişkiler sürüp gidecek, Cumhurbaşkanlığı danışmanları ve ilgili bakanlar Brüksel’in kapısını aşındırmaya devam edecek.
Kaldı ki, Türkiye-AB ilişkilerindeki gerilim sadece AKP döneminde değil, ondan önceki iktidarlar döneminde de sürekli var ola gelmişti.
Adaylıktan önce 1963’te Ankara’da ortaklık anlaşması, 1970’de Katma Protokol imzalanmasıyla başlayan ikili ilişkiler 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinden sonra kesintiye uğramış, Turgut Özal’ın 1987’de tam üyelik başvurusu yapmasıyla yeniden başlamış, 1995 sonunda da Tansu Çiller ile Gümrük Birliği anlaşmasının imzalanmasından sonra daha ileri bir aşamaya girmiş, resmi adaylık statüsü kazanıp üyelik görüşmelerini bir an önce başlatabilmek için Ankara’dan Brüksel’e yoğun bir bakan, milletvekili, uzman ve gazeteci akını başlamıştı.
Hele Türkiye’ye “aday ülke” statüsü tanınmasının oylanacağı 11-12 Aralık 1999 Helsinki zirvesinden önce Ankara-Brüksel trafiği iyice yoğunlaşmıştı.
Yazıyı bu trafik üzerine Türkiye’deki Özgür Bakış gazetesine gönderdiğim ve 19 Eylül 1999’da yayınlanan Brüksel notlarımla tamamlamak istiyorum.
Eşek çıkartması
“Avrupa’nın başkenti Brüksel, 12 Eylül 1999 pazar günü son yılların en ilginç ve unutulması zor gösterilerinden birine sahne oldu. Eşek soyu, yüzyıldır süren bir ayrılıktan sonra, resmi bir törenle yeniden kent yaşamında tarihsel yerini aldı.
“Türk mahallesindeki Josaphat Parkı’nda düzenlenen ‘Eşek Bayramı’, bir anlamda Schaerbeek Belediyesi’nin yıllardır küstürdüğü eşek soyuna karşı kendini affettirme operasyonuydu.
“Yüzyıl önce Schaerbeek henüz Brüksel’in bağlık bahçelik bir kenar semtiyken sayıları insan sayısına eşit olan eşekler Yirminci Yüzyıl’daki hızlı kentleşmeyle birlikte yavaş yavaş ortadan kalkmış... Mahalle hâlâ ‘Eşekler Sitesi’ diye anıldığı halde, koskoca mahallede eşek soyundan eşantiyon olarak sadece Josaphat Parkı’nın bir pavyonuna kapalı Siska adlı boz eşekçik kalmış...
“İşte ‘Eşekler Sitesi’ namının hakkını vermek ve eşek soyuna kendini affettirebilmek için Schaerbeek Belediyesi ilk kez bu yıl belediye sarayında büyük bir eşek sergisi açtı, bununla da yetinmeyip dünyanın dört bucağından eşekleri Brüksel’e davet etti, günlerce onları civardaki bir çiftlikte ağırladı.
“Ve de 12 Eylül sabahı 70 santimlik cücesinden kadana endamlısına, bozundan karasına, beyazından alacalısına kadar yüzlerce eşeğin görkemli Brüksel ‘çıkartması’ görülmeye değerdi.
“Başına eşek külahı geçirmiş Belediye Başkanı Duriaux başta olmak üzere yüzlerce eşek bando mızıka eşliğinde Türk mahallelerinden geçtiler... Bazı eşekler şanına uygun olarak ön ayaklarını direyip kortejin ilerleyişini zaman zaman aksattılarsa da, aşka gelenlerin anırtıları boru ve trampet seslerine karışırken tüm eşekler halkın ve özellikle de çocukların sevgi gösterileri arasında Josaphat Parkı’na krallara layık bir giriş yaptılar.
“Belediye Başkanı dünyanın dört bir yanından gelmiş eşeklerin ve Belçikalı’sıyla, Türk’üyle, Faslı’sıyla, İtalyan’ıyla, İspanyolu’yla parkı dolduran 30 binden fazla hemşehrisinin önünde eşek soyunu mahalle yaşamına tekrar katacağına, halkı eşek yetiştirmeye teşvik edeceğine ve Schaerbeek’i yeniden namına yakışır bir ‘Eşek Sitesi’ yapacağına söz verdi.
“Böylece eşek soyunun Brüksel çıkartması, tartışma götürmez bir zaferle sonuçlandı.
*
“Ertesi gün, 13 Eylül tarihli Belçika gazeteleri, tarihi ‘eşek çıkartması’nın haberleriyle, röportajlarıyla doluydu.
“Aynı 13 Eylül günü, Brüksel bir başka ‘çıkartma’ya sahne oldu.
“Dışişleri Bakanı İsmail Cem, beraberinde kalabalık bir diplomat ve gazeteci ordusuyla Avrupa başkentini onurlandırdı.
“Avrupa Birliği’yle ilişkilerin neredeyse sıfır düzeyine inmesinden dolayı âdeta işsiz güçsüz kalan Brüksel’deki Türk gazetecileri, bu çıkartmayı günlerce önceden öylesine abartmışlardı ki, sanki Cem havaalanına ayak basar basmaz Brüksel’de yer yerinden oynayacak, trafik allak bullak olacaktı; iki yıl önce AB’nin bekleme salonuna dahi kabul edilmeyip küstürülen Türkiye’ye kendini affettirebilmek için neredeyse hava alanından kent merkezine kadar kırmızı halılar döşenecekti.
“Ve de böyle bir ortamda Cem on beş ülkenin dışişleri bakanlarını karşısına dizip bir güzel haşlayacak, politiko-akademik bir ‘demokratikleşme’ dersi verip hadlerini bildirecekti...
“Bu telaştan olacak ki Türk gazeteleri Türk mahallesinde bir gün önceki ‘eşek çıkartması’nı izlemeye dahi vakit bulamadılar, eşeklerin tarihi zaferi Türk basınında tek satırla bile yer almadı.
*
“21. yüzyılın ‘Türk yüzyılı’ olacağı ilan edileli beri postallı basının özellikle Avrupa baskılarında çıkartma haberlerinden geçilmiyor. Birkaç milletvekili Kopenhag’a yarı politik yarı turistik bir seyahat mi yapacak, ‘Türk milletvekillerinin Kopenhag çıkartması!’... Bilmem ne bakanı sıradan bir anlaşma bağlamak için Londra’ya mı gidiyor, ‘Bakanın Londra çıkartması!’... Ya da ‘Anadolu kaplanlarımız’ pazar bulmak, ortak aramak için Amsterdam’a mı geliyor, ‘İşadamlarımızın Amsterdam çıkartması!’
“Sanatçı çıkartması... Gazeteci çıkartması... Futbolcu çıkartması... Çıkan çıkana, çıkartan çıkartana...
“Küffarı çökertme amaçlı bu çıkartmalar eskiden sadece kılıç kalkan ekiplerimizin, mehter takımlarımızın işiydi. Barış, kardeşlik ve sevgiyi kutsamak için bir araya gelmiş insanlara bol bol savaş, düşmanlık ve korku salma gösterisi yapılırdı. Varsın, yüzyıllardır Avrupalı’nın ortak belleğine karabasan gibi işlemiş ‘Aman Türkler geliyor!’ korkusu bir kez daha hortlatılsın!
“Şimdilerde kılıç kalkan ekipleri, mehter takımları yine arada bir Avrupa metropollerinde boy gösteriyorsa da, akıncılığımız da çağa uymuş, ‘çıkartma’ artık politikacılarımızın, işadamlarımızın, futbolcularımızın, sanatçılarımızın ve de pek bir ‘vatansever’ gazetecilerimizin misyonu olmuştur.
Devlet destekli bu seferler genellikle uçakla yapıldığından ‘indirme deyimini kullanmak dil açısından ve de askeri açıdan daha doğru da olsa, değişmez Osmanlı kafasında, biçimi ne olursa olsun, ‘çökertme’ amaçlı operasyon için ‘çıkartma’ daha uygundur.
*
“İşte Cem’in 13 Eylül Brüksel çıkartması, çökertme amaçlı ‘çıkartma’ların en tarihsel olanlarından biriydi.
“Ne ki, Belçika radyo ve televizyonlarında, gazete ve dergilerinde Türk diplomasisinin bu tarihi ‘çıkartma’sı, bir gün önceki ‘eşekler çıkartması’ kadar dahi yer almadı, Belçikalılar Cem’in Brüksel’den geçtiğinin farkında bile olmadı.
“Çünkü, eşeklerin Brüksel’in yaşamına yeniden entregrasyonu, en ufak bir gazetecilik nosyonu olan kişi için bile önemli bir haberdi.
“Ama bir dışişleri bakanı Avrupalı 15 meslekdaşının karşısında yeni bir şey söylemiyorsa, 1971 darbesinden beri temcit pilavı gibi tekrarlanan ‘demokratikleşmeyi siz dayattığınız için değil, kendimiz istediğimiz için gerçekleştireceğiz! demagojisiyle yine göz boyacılık yapıyorsa, insan hakları konusunda, Kürt sorununun, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda hiçbir yeni mesaj getirmiyorsa, elbette bu bir haber değildi.
“Bunun haber olmayacağını da herhalde kıdemli bir gazeteci olan Cem’in herkesten daha iyi bilmesi gerekiyordu! “
*
Üzerinden 21 yıl geçtikten sonra bugüne gelince…
Takıyyeci Sultan Tayyip’in ve mücahidlerinin Brüksel çıkartmasının yorumunu, bundan tam 44 yıl önce FGTB salonlarında düzenlediğimiz Nazım Hikmet’e saygı gecesinde birlikte kürsü aldığımız, onyıllardır aynı haklı kavgayı paylaştığımız karikatürist sevgili İsmail Kızıl Doğan’ın hem sosyal medyada, hem de bu yazının sunuş görselinde paylaştığım usta çizgilerine bırakıyorum.*