Geçen cuma gününden bu yana katıldığım eylemlerde, eylemlerin aciliyeti üzerine ön sıralarda konuşmalar yapılıyor olsa da, geride duranlar daha çok semboller üzerine tartışma sürdürüyorlardı. Oysa hiç bir sembol üzerine tartışacak kadar vaktimiz yok. İşçilerin, Sendikacıların, Aydınların, yazarların, Belediye Başkanlarının, Milletvekillerinin beşer, onar tutuklandığı; bir ülkenin geleceğinden kaygı duyan duyarlı insanlarının yarın başına ne geleceğini bilmediğimiz karanlık bir süreçten geçiyoruz.

Bir iktidar kendine biat etmeyen her muhalifi dize getirmek, kendi gücüne boyun eğdirmek için her türlü faşizan kirli yolları deniyor. Yasaları kendi ideolojilerine göre çıkarıyor, güvenlik kararnamelerini, iletişim yasalarını kendilerine kolaylık getirecek biçimde formüle ediyorlar, biz hala bu tehlikenin boyutunu göremiyoruz.

Semboller üzerine tartışmayı bu yaşıma kadar bir türlü anlayabilmiş de değilim aslında. İnsanlar yanımda mı, karşımda mı odur ölçüm.

Böyle değil tabi, bu duruma neden ideolojik bakmıyorsun? Gibi sorular sorulabilir. Peki, ideoloji dediğimiz şeyin insanların refahı, mutluluğu, sevinci ile bir bağı varsa ve biz bu bağı güçlendirmekle görevlendirmişsek kendimizi, neden kendi ellerimizle bu bağı kesiyoruz; Mücadelesini verdiğimiz gelecek insanlığın mücadelesi değil mi? İnsanlarla yan yana gelme olanakları varken, öteki görmek, öteki gördüğümüzü kendimize benzetmek yada bizden uzaklaştırmanın ideolojik bir anlatımı var mı bu durumda? Öyleyse, kim hangi rengiyle geliyorsa, kim kendisini nasıl ifade ediyorsa; yan yana olabileceğimiz herkesi dost, yoldaş görmeye alışmalıyız.

Karanlık bir iktidarın kendinden geçmiş bir hırs ve acelecilikle karanlık bir diktatörlüğe doğru koşar adım gittiğini görürken, insan yaşamı, insan geleceği üzerine kafa yorulması üzerine yoğunlaşmak yerine, üç beş sembole takılmanın izah edilecek yanı yoktur. Sembollerde taşınanların suç olup olmadığını belirleyen sistemden hem şikâyet etmek, hem de onun ağzıyla konuşmak farklı bir tartışma konusu. Her konuşmamızda GEZİ RUHU’ndan bahsederken, gezi ruhunu da anlayamadan konuştuğumuz çıkıyor ortaya.

12 Kasım 2016 tarihinde Avrupa Alevi Konfederasyonu Köln şehrinde bir miting çağrısı yaptı. Binlerce insan bu çağrıya ses verdi, Ren nehri kenarındaki meydan doldu. Bu insan kalabalığına birlikteliğin gücü anlatılmalıydı, bu yapılamadı. Sembollere tosladı otuz bin insan.

Alevilerin değişik kimliklerden olduğunu biliyoruz, değişik siyasi gruplardan olduğunu da biliyoruz. Yaşananlardan ve geleceklerden rahatsız olan herkes kendi sembolünü orada açsaydı fotoğrafımız çok daha zengin olacaktı. Gezi olaylarında hepimiz şahit olduk, insanlarımızın öyle sembollere falan takıntısı yok. Sorunlu olan örgütlerimizin siyasetlerini pratiğe uygulamasından kaynaklı.

Eylem sonrası yazılanları içim kanayarak okuyorum. Herkes kendi örgütünün ne kadar doğru, ne kadar becerikli olduğunu yarıştırıyor. İnsan ne söyleyeceğini ne yazacağını bilemiyor bu durumda. Eyleme katılanların hepsi iktidarın hedefindeki insanlar, karanlığın karşısında durmaya çalışan insanlar. Mitingler, kitle psikolojisini, kitle cesaretini yükseltmek için yapılıyorsa, buna uygun hareket etmek yerine, neyin yarışıdır, neyin becerisidir bu yapılan anlayabilmiş değilim. Pir Sultan duruşu dediğiniz şeyi beceremediniz arkadaşlar, hiç kusura kalmayın. Otuz bin insana umut değil, karamsarlık verdiniz; otuz bin insana cesaret değil, kaygı verdiniz. Bu durumu hemen düzeltmelisiniz. Bilerek, isteyerek yapmadınız elbette ama sonuç böyle.

Hiç bir şey için geç kalınmış değil. Ülkemizin sadece insanları değil, her karış toprağı, her damla suyu, her yeşili tehlike altında. Bizim daha büyük birlikteliklere ihtiyacımız var, ayrışımlara değil. Aydınları, yazarları, gazetecileri, bilim insanları, belediye başkanları, milletvekilleri hapislerde olan insanların sorumluluğunu öne çıkararak gel. Zalimliğe dur demek istiyorsan, nasıl geliyorsan öyle gel. Hangi sembolle geliyorsan öyle gel. Yeter ki gel… Diyebilmeliyiz. Yarışma yapmadığımızı, üzerimizde tarihi bir insanlık yükü taşıdığımızı bilincimizden çıkarmadan.

Yaklaşan tehlikeli karanlıktan ancak çoğalarak çıkabileceğimizin bilinciyle… Birarada yaşamanın bedelini göze alarak….

Sevgiyle.