İnsandan değil de bazı nesnelerden bahsediyor olsaydık; dünyadaki, etrafımızdaki yığınla değişikliğin-yasal düzenlemenin toplumsal döngüde yaratabileceği değişikliklere de coşkuyla kucak açabilirdik. Bilinen toplumlar tarihinden bu yana düşünülen, tartışılan, yazılan-çizilen en temel konularda, sistemsel ilkelerde; işte yirmibirinci yüzyılda koca bir traji-komedi sahnesindeyiz. Gerçekten de, ne gülebileceğimiz ne de ağlayabileceğimiz, sık sık donup kaldığımız bir sahnenin bir yerlerindeyiz... Sahneyi değiştirmek çok ama çok uzağımızda. Ancak en azından FARKINDALIK’ta ısrar edebiliriz.
***
“Ayrımcılık” kavramının bilinen-yazılı kullanımının başlangıcı 16. yüzyıldır. Ve o dönemde içeriği doldurulmaya çalışılan bu kavram 21. yüzyıla gelindiğinde, içi dolup dolup taşan, sürekli kusmalar gerçekleştirmek zorunda kalan bir kavram haline gelmiştir.
Yani bilinen-yazılı kullanımının ardından geçen 500 yılın ertesinde ayrımcılığın yok edilme taarruzu; traji-komedi diyebileceğimiz bir hukuki paketle önümüze serilmiş haldedir.
Yeni bir yüzyıla girmemizle birlikte ve abartısız son on yılda daha fazla; “ırkçılığa karşı, ayrımcılığa karşı” söylemleri sık sık patlatılır oldu. Bu kavramlar zaten solda yürüyenlerin asırlardır nice bedellerle, kan-can pahasına arkasında durdukları; tarihe böyle kazıdıkları değerlerdi. Ancak şimdilerde bu söylemlerin patladığı ağızlar devlet yetkilileri oluverdi. Bu sadece Avrupa Birliği Ülkeleri’nde değil, Türkiye de dahil olmak üzere; “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi temel kriterlerine uygun bir toplumsal yaşamın önemli adımlarını attık” diyen ülkelerde de böyle oldu.
Yasalarına “ayrımcılığa karşı” maddeler ekleyen, artık bu yönlü kurumsallaşma aşamalarını da geride bırakan ülkelerden biri ve belki de en önde gideni ise Almanya oldu.
Son birkaç yıldır, Almanya içerisinde herhangi bir belediye binasına ya da herhangi bir kuruma, vakfa, derneğe, okula, yurda vd. girdiğinizde artık mutlaka; “Diskriminierung” (ayrımcılık) ya da “Rassismus” (ırkçılık) kapaklı broşürlerin ve bunlara karşı oluşturulan kurumların tanıtımlarını görebilirsiniz.
***
Peki birdenbire ne oldu da; “ırkçılık, ayrımcılık tekrar ivmeleniyor. Buna karşı mücadele edeceğiz, izin vermeyeceğiz” denilir oldu? Peki birdenbire ne oldu da; bir ülkenin Belediye Başkanları’ndan İçişleri Bakanları’na dek herkes bu yönlü demeçler verir oldu? Peki birdenbire ne oldu da; birçok şehirde adeta bir yılbaşı kutlaması yapılıyormuşçasına, aksatılmadan; “Irkçılığa-Ayrımcılığa Karşı Hep Birlikte” gösterileri gelenekselleştirildi? (Bu gösteriler Şubat ayında yine gerçekleştirilecek. AfD hariç tüm partiler omuzomuza bu gösterilere katılmakta. Bütün bunlara rağmen, yanyana-birlikte olmaktan büyük bir memnuniyet duyduğumuz, “iyi ki varız” dediğimiz kesimler de bu gösterilere katılmakta.).
Olan kabaca şuydu:
2000 ve 2004 yılları arasında Avrupa Birliği Konseyi, Avrupa çapında bir yasal düzenleme çalışmasına başlar. Bu yasal düzenlemenin kapsamı; “Genel Eşit Muamele Yasası” olarak ifade edilir. Ve AB üyesi ülkelere, bu Eşit Muamele Yasaları’yla birlikte Eşit Muamele Direktifi adı altında dört madde de sunulur. Bu direktiflerin yeniden yeniden düzenlenmesi ve son halini alması ise 2006 yılına kadar sürer. Bu dört direktif Almanya tarafından da kabul edilir ve yasallaştırma süreci başlatılır. Nihayetinde; “das Allgemeine Gleichbehandlungsgesetz (AGG)” yani “Genel Eşit Muamele Yasası” olarak resmileşir.
Eşit Muamele Direktifleri’nin amacı şöyle açıklanır: “Direktifler, kendi kapsamları dahilinde, farklı ayrımcılık türlerinin tanımlarının yapılmasını sağlar ve bu diğerlerinin yanı sıra, eşit muamele ilkesinin ihlâli için etkili, orantılı ve caydırıcı yaptırımlar gerektirir. Ayrımcılıktan etkilenenler için kanıtları kolaylaştırmayı hedefler. Direktifler, AB Üye Devletleri'ndeki sosyal gerçekliği değiştirmeyi amaçlamaktadır, yani sadece ayrımcılığı yasaklamamalı, aynı zamanda etkili bir şekilde ortadan kaldırmalıdır”.
Ayrımcılığın hayat hakkı bulduğu ve engellenmesi gereken alanlar şöyle tanımlanır:
-Irkçılık düzlemindeki ayrımcılık.
-İş dünyasında insan istihdamı çerçevesindeki ayrımcılık.
-İş istihdamı alanında kadın-erkek ayrımcılığı.
-Cinsiyet ayrımcılığı (işdünyası dışında)
Ayrımcılığın belirlendiği dört alanın ve direktifin amacı da şöyle açıklanır:
-Irk eşitliği direktifinin amacı: Irk ayrımcılığıyla veya etnik kökene dayalı olarak gerçekleşenlerle mücadele etmek için bir çerçeve oluşturmaktır.
-İş istihdamı eşitliği direktifinin amacı: İş istihdamı ve mesleki istihdamlarda, din veya inanç, engellilik, yaş veya cinsel yönelim temelinde ayrımcılıkla mücadele etmek için genel bir çerçeve oluşturmaktır.
-Cinsiyet eşitliği direktifinin amacı: Kadın ve erkek arasındaki istihdam, erişim, mesleki eğitim ve terfi, ve çalışma koşulları açısından eşit muamele ilkesinin uygulanmasını ifade eder.
-İş dünyası dışında cinsiyet eşitliği direktifinin amacı: Mal ve hizmetteki erişim ve tedarik kapsamındaki cinsiyet ayrımcılığıyla mücadele açısından bir çerçeve oluşturulmasıdır.
***
Dünyanın yarısından fazlası savaşlarla, felâketlerle, açlıkla-yoksullukla boğuşurken; küçücük bir parçasında da bu düzenlemeler yapılıverdi. Peki neden?
-Sosyal haklar kırpıldı. Daha da kırpılacaktı.
-Eğitim-sağlık alanlarında üstü örtülü özelleştirilmeler yapıldı. Bu örtü biraz daha renklendirilecekti.
-AB ülkeleri arasındaki “emek gücü” dolaşım serbestliği, çok daha iyi bir kontrolle değerlendirilmeliydi.
-Göçler arttı. Daha da artacaktı.
-Kalifiye eleman göçü her zaman olduğundan daha iyi istihdam edilmeliydi.
-Çocuklar ve gençler; her ülkeye taşınan sömürülecek taze kan olarak heba edilmeden istihdam edilmeliydi....
Avrupa öncelikle kendi halkına: “Demokrasi bizim bağrımızda doğdu. Demokrasi kollarımızı daha eşitlikçi bir düzenle, daha büyük açacağız” mesajını vermeliydi. Ve geleceğe yönelik bu ve benzeri bütün düzenlemeler yasalar içerisindeki yerlerini almalıydı....
***
Peki bu yasaların çıkma sürecinin topluma yansıması nasıl oldu?
-Sayısız kurum ve vakıf (ilerici kurum ve vakıflar da dahil olmak üzere; sadece bir örnek Rosa Luxemburg Vakfı da dahil); “Ayrımcılık” kapsamında çok yoğun araştırmalar yapmaya başladı. Sayısız röportaj yapıldı ve bunlar; “bu toplumda ayrımcılık somut olarak nasıl gerçekleşiyor” verileri olarak belgelendi. Toplumsal-devletsel-sistemsel gibi bütün tarihsel olgular çöpe atıldı ve kişiye yönelik ayrımcılıkların bilimsel incelemelerine-istatistiki dökümlerinin yapılmasına girişildi! Sayısız dosya, kitap ve broşür hazırlandı
-Belediyelerden tutalım da İş ve İşçi Bulma Kurumları’na, anaokullardan tutalım da üniversitelere, Kürtler’den tutalım da Ruslar’a, İranlılar’dan Eritreliler’e, Kamerunlular’dan Filipinliler’e, Sünniler’den Aleviler’e, Süryaniler’den Yezidiler’e dek; yani toplumun bütün hücrelerine dek bu gündemli girişler yapıldı.
-Belediye Meclisleri’nden Eyalet Parlamentoları’na dek seçilmiş olan yabancı üyelerle, küçük-büyük bulunduğu sosyal çevrelerde tanınmış olan yüzlerle, Alman vatandaşlığı almış olan böylesi yüzlerce simayla; “Almanya’da kendinizi bir Alman gibi, kendi ülkenizdeymiş gibi hissediyor musunuz?” yönlü röportajlar gerçekleştirildi, yayınlandı. Ve genel olarak hepsinden; “Evet tabii ki! Hatta ülkemde ifade edemeyeceğim haksızlıkları, burada ifade edebiliyorum. Demokratik bir cumhuriyet çatısı altında yaşıyoruz” cevapları alınıp, manşetlere oturtuldu.
-Yapılan bu gündemli girişler, sayısız sosyal etkinlik içerisinde de(paneller, seminerler, şehir festivallerinde yapılan konuşmalar-dağıtılan broşürler, her derneğin-kurumun çatısı altındaki etkinliklere katılan sosyal çalışanlar aracılığıyla yapılan bilgilendirmeler vd.) veri tabanını oluşturan insanlarla yoğrularak, aşağıdan yukarıya doğru şekillendirildi.
Toplumun önemli bir bölümü, daha doğrusu burada yaşayan yabancıların önemli bir bölümü; “bu hamurda bizim de tuzumuz var” hissiyle yoğruldu. Bunun için çok özel ve yoğun bir çaba sarfedildi (nasıl bir çaba sarfedildiğini yazmaya sayfalar yetmez). Bütün bunlar belirli projeler kapsamında gerçekleştirildi, onbinlerce sayfalık proje raporu bakanlıklara sunuldu ve sadece işin bu kısmına yüzbinlerce Avro ayrıldı.
Bütün bu adımlardan sonradır ki tüm bunlar: “Ayrımcılık Büroları” adı altında cisimleşti.
Bütün bu adımlardan sonradır ki: “Türban Tartışması” tekrar medya tarafından dillere dolandırıldı.
Bütün bu adımlardan sonradır ki: Daha taaa 2. Dünya Savaşı öncesinde Almanya-Türkiye arasındaki bazı eğitim anlaşmaları hatırlatılarak-güncelleştirilerek, “Türk Lisesi” tartışmaları dillere dolandırıldı (yani bu süreç AKP yandaşlığı-karşıtlığından çok daha kapsamlı bir tartışma).
Bütün bu adımlardan sonradır ki: Bazı belediyeler, “Genel Eşit Muamele Yasası”nı dayanak olarak göstererek, bazı kurumlara şu duyuruyla memur alımı yapmaya başladı; “Eğitim seviyeleri eşit bir Alman ve bir yabancının yaptığı iş başvurularında, yabancı olan tercih edilecektir”.
Bütün bu adımların öncesindedir ki: Neredeyse her gündemin son paragrafı, “pozitif ayrımcılık-kadın kotası”yla parıldatılmıştı...
***
Peki Genel Eşit Muamele Yasası’nın amacı olarak belirtilen: “Ayrımcılığı yasaklamak ve yok etmek” mümkün müdür? Bunun hangi alanlarda-neden uygulanmadığını soranlara devlet yetkililerinin verdiği yanıtlar nelerdir? “Pozitif Ayrımcılık” kavramı nasıl doğmuştur?
Devletler tarafından; “ayrımcılığı yasaklamak ve yok etmek” gibi bir yasa-direktif paketi ortaya çıkınca, elbette solda yürüyenler de buna karşı söylenmesi gerekenleri söylemişlerdir. Bunun kapitalist bir sistemde mümkün olamayacağı; bildiğimiz tarihsel-teorik sunumlarla belirtilmiştir.
Ayrımcılığın dile yerleşikliği, bunların medya tarafından pompalanmasına yönelik sayısız sunumda bulunulmuş, acil değişiklik önergeleri hazırlanmış; bunlar meclislere iletilmiştir. Alınan cevaplar komedi dünyasına taş çıkartacak niteliktedir:
En basit, neredeyse her gün karşılaştığımız bir örnek: Bir çocuk tecavüzünden yargılanan Alman bir sanığın hangi ulustan olduğu haberlerde belirtilmez. “Alman bir erkek, bir çocuğa tecavüz etti” denmez. Ancak herhangi bir suçtan yargılanan sanık yabancıysa, bangır bangır; “yabancı uyruklu olduğu tespit edildi” haberleri verilir. Bizzat ilerici profesörlerin kendi bulundukları şehirlerde, yerel radyo-gazete ağlarına verdikleri bu tür öneri dilekçelerine verilen yanıtlar; “polisten gelen bilgi böyle olduğu için böyle aktardık. Irkçılık yapmak gibi bir niyetimizin olması mümkün değil” denilip, programlarında yer verdikleri ayrımcılık-ırkçılık gündeminin ağırlığından bahsedilme derekesinde kalmıştır.
Çocuk kitaplarına yönelik sayısız öneri yapılmış; kitaplarda yapılan “siyah-beyaz” dengelemesi, topluma bir devrimmiş gibi lanse edilmiştir.
***
Pozitif ayrımcılık; cinsiyetler arasında kadına yönelik bir kota uygulaması olarak formüle edildikten sonra, bu şablonun yabancılara yönelik bir kota uygulamasına da yapıştırılma denemeleri gerçekleştirilmektedir! Öyle ya; artık bütün ötekileştirdiklerini başka bir ötekileştirmeyle kendilerine katacaklardır!!! Peki, “Yabancı-yerli, kadın-erkek” gibi iki kategoriye ayrılan pozitif ayrımcılık iyi bir şey midir? (Bunu da, “pozitif ayrımcılık” kavramının tarihiyle birlikte, ikinci bir bölüm olarak ele almaya çalışacağım).
Çizim: Muzaffer Oruçoğlu