Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler
Atilla Keskin 68´lerde Deniz, Hüseyin, Yusuf, Sinan ve daha niceleriyle çıktığı yolculuğu "Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler“ adlı anı-romanında anlatıyor.
Romanı okuyanların yorumlarına bakıyorum.
Yazıların ortak özelliği, okurken insan nutkunun tutuluyor olması!
Nasıl olmasın?
"Ölüme İlk isyanım“ ile başlayan kitap, "Ölümle İkinci Ciddi Tanışmam“ ve "Ölüm ve Yanlız“ diye devam ediyor…
Bende de farklı olmadı.
Uzun bir süre kendime gelemedim.
Bir süre hareketsiz kaldım!
Düşünme yetim kayboldu!
Ve hala okuduklarımın etkisindeyim.
Kitabın 160'ncı sayfasındanki bir fotoğrafın altına şunları yazmış sevgili Atilla:
"Sinan Hocamız üstünde bir tek külot var… Delik deşik olmuş güzelim erkek fiziği… Kurşun yaralarını saymaya çalışıyorum. O kadar net görünüyor ki delikler…“
O satırları okuduğumdan bu yana kurşun yaraları sayar oldum.
O kadar net görünüyor ki Sinan Hoca'nın bedenindeki delikler, kurşun yaralarını sayıyorum durmadan usanmadan sevgili Atilla.
Hem de nutkum tutulmuş bir halde saymaya devam ediyorum. Sonra… Sonra mı? Delik deşik olmuş oğlunun naaşını almaya gelen Sinan Hoca`nın annesi Nazife Cemgil’in oğlu için söyledikleri çınlıyor kulaklarımda. Saymayı bırakıp bu kez yüreği yaralı ananın insanların vijdanına seslenişini okumaya başlıyorum. On kere, yirmi kere, yüz kere… usanmadan, bıkmadan sürekli okuyorum. Nutkun tutulma noktasını aşıyorum bu kez… Bir nokta bulup, o naktaya saatlerce bakıyorum. Düşüncelerim kördüğüm oluyor, yutkunamıyorum! Nefes alıp vermede zorlanıyorum. Nefes alamaz durumdayım!
Adıyaman Gölbaşı ilçesinde cenazeyi almaya giden Nazife Cemgil ana çevresini saran kadınlara şöyle seslenmiş: "Bu oğlum Sinan... Bunlar da onun arkadaşları (Kadir ve Alpaslan), kardeşleri, onlar da oğullarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı birer güzel insandı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar. Size yalan söylüyorlar. Onlar eşkiya değildi."
Atilla Keskin eşkiya mıydı? Hayır! O`da eşkiya değildi. Tam aksine Atilla Keskin de ülkesini ve halkını sevdi. Başka bir isteği yoktu. O`da bir dehaydı. Dileseydi düzenin adamı olsaydı, şimdi sürgün hayatı yaşamaz bir milyoner olarak üsten bakıp caka satardı. Ama O, halkı ve bizleri, devrimi sevdi. Regis Debray'ın “Devrimde Devrim” adlı kitabını bir solukta defalarca okuduktan sonra bizim sorunlarımızı omuzlayıp bizlere, halka, emekçilere, yoksullara destek verdi. Hasan Hüseyin Korkmazgil'in "Acıyı Bal Eyledik“ şiirindeki gibi, “Kanadık toprak olduk, çekildik bayrak olduk, döküldük yaprak olduk, geldik bugüne. Ekmeği bol eyledik, acıyı bal eyledik, sıratı yol eyledik, geldik bugüne…“
Toplumcu-gerçekçi şiirin önde gelen üstadı Hasan Hüseyin Korkmazgil böyle yazmış ama "Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler“`in sayfalarını devirdikçe Atilla Keskin'in bugüne kolay gelmdiğini görülüyor. İnsanın kaldıramıyacağı, altında tuzla buz olacağı, hüzünlü ve sonu gelmez acılı hikayelerin yaşandığı, trajedinin eksik olmadığı ve yaşamın O’na gülmediğine tanık oluyorum 51. sayfaya kadar. Ve… kendimle konuşmaya, sorular sormaya başlıyorum bu kez: "Kolay olmayan bir yaşama rağmen neden kin ve öfkeyle dolu değil Atilla? Bunun bir formülü var mı diye bilmek istiyorum. Tüm bu yaşanan acılara rağmen sevecen, gülen ve çevresine umutlar aşılayan insan nasıl olunur sevgili Atilla?
Sayfaları devirdikçe altında kalmaktan korktuğum açılardan kurtuluyorum!
Merak ettiğim konuları birer birer öğreniyorum.
Çünkü ayak sesleri duyuyorum.
Sevgili Atilla Keskin'in 51. sayfadan sonra duyduğu ayak sesleri bana kadar ulaşıyor.
Beni rahatlatıyor.
Bedenim kitabın ilk sayfalarında yaşadığı açılardan kurtuluyor.
Vesveleden sıyrılmış bir akla kavuşuyorum.
Ve aklım bana:
‘‘Atilla Keskin toplumun vicdanıdır, belleğidir, geleceğidir‘‘ diyor
Teşekkürler sevgili „Ato“
Gülümseyişlerin hiç ama hiç eksik olmasın.