"Alnını

dağ ateşiyle ısıtan

yüzünü

kanla yıkayan dostum

senin

uyurken dudağında gülümseyen bordo gül

benim kalbimi harmanlayan isyan olsun

şimdi dingin gövdende

uğultuyla büyüyen sessizlik

bir gün benim elimde

patlamaya sabırsız mavzer olsun

başını omzuma yasla

göğsümde taşıyayım seni

gövdem gövdene can olsun..."

(Arkadaş Z.Özger)

Hüseyin Solgun'un "CEVAHİR" (Ayrıntı Yayınları) adlı eserinin sayfalarını okudukça, çocukluğumu yaşadığım yıllara gidip geldim. Cevahirlerimizin yürüttükleri mücadele sürecinin ayrıntılarını okudukça, "Mücadelemizin Cevahirleri ile ne kadar gurur duymuşsak haklıymışız," dedim.

"Cevahir"in yazarı Hüseyin Solgun ile aynı davada yargılandık. Karar aşamasında aramızdan elli yoldaşa idam cezası verilmesine hiç şaşırmadık. Çünkü Davanın başlangıç aşamasında hükmümüzün kesildiğinin bilincindeydik. Hüseyin Solgun ile İstanbul'da birer direniş odağına dönüştürülen Metris Askeri, Sağmalcılar Özel ve Bayrampaşa Kapalı cezaevlerinde zindan karanlığını birlikte soluyup, birlikte direndik. H.Solgun'un yayımlanmış ilk eseri "Cevahir" olsa da, cezaevinde de pek çok yazın çalışmasının üreticileri arasındaydı. En büyük dileğim, yeni eserlerini bize okutmasıdır.

Hüseyin Cevahir, 10 Nisan 1945'de Dersim-Mazgirt Muhundu/Şöbek köyünde doğmuştur. Hz.Ali soyundan geldiğine inanılan Baba Mansur Ocağı'ndan Cevahir ailesinin ilk çocuğudur. Beş kız kardeşi olan Hüseyin Cevahir'e Hz.Ali'nin oğlu Hüseyin'in adı verilir. Kar, yağmur, çamur dinlemeden nahiyedeki ilkokuluna gidip gelen, daha sonraki yıllarda evinden uzaktaki otel odalarında, kiraladıkları evlerde okuyan Cevahir, dünyayı okuyarak yutmak isteyen, "başka bir kumaştan dokunmuş" biridir. Lise bittiğinde bütün klasikleri okumuş çok başarılı bir öğrencidir. Güçlü edebiyat birikimine sahip olmasının arka planında olan bu okuma aşkıdır.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazanır. İstanbul'da bulunduğu dönem, 21-22 yaşlarında iken içerisinde Cevat Çapan, Edip Cansever, Metin Eloğlu gibi dönemin güçlü edebiyatçıla tıpta 2. sınıfı tamamladıktan sonra siyasal mücadeleye ve edebi çalışmalarına daha çok zaman ayırabilmek amacıyla tekrar sınava girer. Gitmek istediği Ankara SBF'ye gider. Bir dönem SBF Öğrenci Derneği başkanlığı da yapan Hüseyin Cevahir, Ankara'ya gelişi sonrasında edebiyat ve devrimci mücadeleyle ilişkileri daha yoğunlaşır. Ankara'da da edebiyat dünyasıyla bağını sürdürür. Cevahir'i SBF Öğrenci Derneği'ne götüren kişi tanıştığı okul arkadaşı şair Arkadaş Zekai Özger'dir. Eşber Yağmurdereli, Arkadaş Z.Özger'in, "Aşkla Sana" şiirini Hüseyin Cevahir için yazdığını açıklamıştır.

Daha lise yıllarında çağının özlem ve acılarını algılamaya başlamıştır. Dönemin toplumsal, siyasal ve kültürel ikliminden etkilenerek kendisini geliştiren Cevahir, gencecik yaşında 'Yeni Eylem', 'Yordam' edebiyat dergilerinde "Kalın Çizgilerle Edebiyatımızın Dünü", "Çocuk ve Allah'ta Simgeler, Görüntüler, Çelişmeler", "Cevizdere'de' Öyküsü Üstüne Bir Çözümleme" yazıları yayımlanmıştır.

"Cevahir" kitabının arka kapağına alınan şu değerlendirme, Cevahirlerimizi tanımlamaktadır.

"Bir insanı “unutulmaz” yapan en önemli şey, zamanının dışına taşabilmesi, kendi zamanının dışında da yaşayabilmesidir. Bu da ancak, ondan güç ve moral alınabilmesiyle mümkün olabilir. Hüseyin Cevahir, maratonu bırakmamış; ölümüyle, kendi sonrasına da güç ve moral vermiştir. Nasıl ki bir şair, ancak geleceğe taşan şiirleriyle ölümsüz olabiliyorsa Hüseyin Cevahir’i de “unutulmaz” yapan mücadelesi, edebiyatı ve sonuna kadar gidebilme karakterine sahip olabilmesidir. “Unutulmaz” olmak; güç alabilmek için geçmişten bir imge arandığında akla gelebilmektir. Hüseyin Cevahir (ve elbette Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Deniz Gezmiş ve diğer arkadaşları ile birlikte) dayandığı ve güç aldığı geçmişin yerine gelecek kuşaklar için yeni bir “geçmiş” olabilmeyi başarabilmiştir…"

68 Hareketi sadece Fransa ve Avrupa'yı değil, tüm dünyayı etkiledi. 1969 yılında ülkemizde güçlü bir devrimci mücadele süreci başladı. Ancak ülkemizdeki süreç gençlik hareketinin ötesinde 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, Ereğli, Aliağa, işçi direnişleri, köylülerin mitingleri, toprak işgalleri ile bütünleşmiştir. İşçi mücadelesinin paralelinde öğretmenleri, aydınları, hukukçuları, hatta subayları da içine alan muhalefet hareketinin güçlenmesini, Karadeniz ve Ege'de toprak mücadelesi, köylü mitingleri ile birlikte ele alıp değerlendirmek zorundayız. Nitekim Hüseyin Cevahir, Eylül 1970'de Aydınlık Sosyalist Dergi'nin 23. sayısında yayınlanan "Kitleler, Küba Devrimi ve Yeni Oportünizm" başlıklı yazısında şöyle yazıyor:

"Bugün zincirin Türkiye halkasını yöneten işbirlikçi iktidar çaresizlik içindedir. Ekonomik buhran ve kitlelerin rahatsızlığı emperyalizmi, zincirin bu halkasını kuvvetlendirmeye; ona yeni kan vermeye itmektedir. (...) Açıkça görüleceği gibi, yüz yıllık bir geçmişi olan işçi hareketimiz, elli yıldır sürdürülen proleter devrimci mücadele ve 16 Haziran olayları dosta düşmana artık bu tezi buruşturup çöp tenekesine attırmış ve bazılarının sandığının aksine işbirlikçilerin eteğini tutuşturmuştur."

Cevahir'in aile çevresi Dersim Katliamı'nın, 38 Sürgününün derin izlerini taşımaktadır. THKP-C'nin kır gerillası hazırlıkları sırasında, gerilla hazırlıklarının Dersim dışında başlatılmasını önerirken gerekçesi şuydu: "Dersim katliamına ilişkin bir duyarlılıktı bu. Eğer kırsal bölgelerin birinde gerilla savaşı başlatılacaksa bu bölgenin Dersim bölgesi olmaması gerektiğini düşünüyordu çünkü o bölgede yakın zamanda bir katliam yaşanmış, halk çok acı çekmişti. 'Devlet 1938'de Dersim'de katliam yaptı, eğer biz Dersim'den bir silahlı mücadele başlatırsak, bunu bahane ederek Dersim'i yok ederler'." (s.200)

Diyarbakır'a gönderilen H. Cevahir, Aydınlık Sosyalist Dergi'de yayınlanan "Doğu Sorunu Raporu"nu hazırlar. THKP-C'nin Kürt Sorunu konusundaki yaklaşımları henüz derinleştirilmiş değildir. Ancak, "TİP'e alternatif Proleter Devrimci Kurultay"da Mihri Belli'nin Kürt meselesini tam bir şovenist, bir küçük-burjuva milliyetçisi gibi ele aldığı değerlendirmesi yapılır.

"Marksist-Leninistlerin bütün meselelere halkların gerçek mutluluğunu, gerçek barışı sağlayacak olan sosyalist hareketi güçlendirme açısından bakacaklarını ve milli meseleye de bu açıdan bakmak gerektiğini; şartlara göre ayrılma, bölgesel özerklik, federasyon haklarının savunulacağını (abç) veya sadece asimilasyon politikasına karşı çıkılacağını unutuyor! [Milli mesele hakkındaki görüşlerimizi başka bir yazıda etraflıca koyacağız.]" (s.200)

Eseri okuduğumuzda sadece Hüseyin Cevahir'in yaşamını değil, 68 sürecinin ayrıntılarını da öğreniyoruz. Gençlik mücadelesinde ortaya çıkan FKF ile FKF'nin Dev-Genç'e dönüşmesini, TİP'ten MDD'ye (Milli Demokratik Devrim) gidişi, THKP-C ve THKO'da silahlı mücadelenin başlangıç aşamasını ayrıntılarıyla öğreniyoruz. Hüseyin Solgun bu dönemleri geniş kaynakçalar kullanarak ele almış. Farklı yaklaşımlara da yer vererek tek yanlılığın içine düşme eksikliğine düşmemiş.

Hüseyin Cevahir çevresindekilerle çok çabuk ilişki kuran yardımsever, alçakgönüllü, paylaşımcı biridir. Karşısındakileri sabırla dinleyerek onları anlamaya çalışan Cevahir, herkes tarafından sevilip, sayılır. Karakteristik özellikleriyle her ortamda görevlerini layıkıyla yerine getiren Cevahir, gerektiği anda Aliağa'daki işçilerin arasında veya Fatsa'da Ziya Yılmaz'ın yanındadır. Mahir Çayan onu yanından ayırmak istemez, çünkü üretken birikime sahip Cevahir ile her konuda konuşup tartışır. Cevahir kararlı bir devrimci olarak, THKP-C'nin ideolojik açılımlarına, manifestosuna imzasını atan devrimci bir liderdir.

29 Mayıs 1971 günü Mahir Çayan ile birlikte Maltepe'de bir evde kuşatıldıklarında, 14 yaşındaki Sibel Erkan'ı rehin almak zorunda kalırlar. Katledilmeleri sırasında Sibel Erkan'ın başına bir şey gelmemesi için her türlü önlemi alırlar. Operasyon tamamlandığında Sibel Erkan gazetecilere şunu söyler:

"Mahir ve Hüseyin abiler bana hiç fenalık yapmadılar."

1 Haziran 1971 günü saat 11.00'de keskin nişancıların ateşi ile başlatılan operasyonda Mahir Çayan sanılarak 83 kurşunla katledilen Hüseyin Cevahir 26 yaşındadır. O sırada işkencehanede olan yoldaşlarına Mahir Çayan'ın tipi sorulur. Onlar da Mahir Çayan'ın tam aksi yönde tip tarifi yaparlar. Fakat verdikleri tip tanımı Hüseyin'e benzemektedir. İlk basın açıklamasında "Mahir Çayan öldürüldü, Hüseyin Cevahir yaralı" denir. Ancak öldürülen Hüseyin Cevahir'dir. Bu durum Mahir Çayan'ın vicdanını o kadar yaralar ki, "Ve de CEVAHİRİM'i kalbime gömer / Dönerim hain hücreme" diye yazar "Adalı" şiirinde.

Hüseyin Cevahir'in cenazesi köyüne götürülür. "Köye gelişte, köyde ve civar köylerde ne kadar halk varsa oraya gelmişlerdi, köy mahşeri bir kalabalıktı." diyor, 'arkadaşım', 'kardeşim', 'öğretmenim' dediği Fevzi Özkan. Hüseyin Cevahir'in tabutuna bir fotoğrafını yapıştırır ve fotoğrafın altına Cahit Sıtkı Tarancı'nın şu dizelerini yazar.

"Kapımı çalıp durma ölüm, / Açmam; / Ben ölecek adam değilim."

Kavgamızın "Cevahirleri" ölmediler. On'lar yüreklerimizin en derinindeler. Onları bilincimize nakşettik.