“İnsan Hakları’nın evrenselleştirilmesi (ortaklaştırılması-tekleştirilmesi) düşüncesi, bu düşüncenin yepyeni ve korunabilir oluşu; insana ait değildir. Aksine Globalizm’in iktidara ilgisinden ileri gelen, böyle ortaya çıkan bir düşüncedir...
Yani kabul ettirmek istedikleri: Gelişim-ilerleme olmadan, sadece birbirini takibeden vakalarla (bahsedilen gaddarca uygulamaları içeren sistemlerle-bn.-), kalıcı ve nihai olduğu farzedilen gelecekteki kati dünya gerçekliğinin kabul edilmesidir...”*
Bugün Almanya’nın 20’yi aşkın şehrinde merkezi yürüyüşler düzenlendi. Bu yürüyüşler sayısız organizasyonun ve binlerce insanın ortak çabalarıyla gerçekleşti. Protesto edilen; insanların paketler halinde Afganistan’a geri gönderilmeleriyle cisimleşen, hukuk dışı insan hakları ihlalleriydi. Bu protestolar aylardır sürüyor ve devam edecek.
6 yıldır Almanya’da yaşayan, şimdi 23 yaşında olan, terk alıp güç bela Duldung’la (‘kalınmasına müsamaha gösterme’ içerikli, kapsamlı bir yasa) burada kalması sağlanan bir Afgan genç var bulunduğum şehirde. Öğretmenler-öğrenciler de, bu gence terk verilmesini engellemek için öncesinde bir etkinlik düzenlediler. Yaş ortalaması en fazla 18 olan, arkadaşlarını bilinmez bir yolculuğa teslim etmek istemeyen gençlerin göz yaşları çok değerliydi. Ve yığınla gencin, ailenin üzerindeki; “acaba bu gün ne olacak?” külfeti hala taşınmakta. Günden güne daha da ağırlaşarak...
Pro Asyl adlı kurumun sekreteri Günter Burkhardt aylardır şu açıklamaları yapıyor; “İnsan Hakları ihlali gerçekleştiriliyor. Hukuk dışı uygulamalar gerçekleştiriliyor. Hem de tam bir seçim sürecinde. Kamuoyuna yansıtılan haberlere karşı dikkatli olalım. Gözümüzü açık tutalım. Irkçılık başka kıyafetlerle insanların karşısına çıkarılıyor. Ve Afd’nin açık ırkçılığına, başka söylemlerle bezenmiş ırkçı politikalarla yanıt verilerek oy toplanmaya çalışılıyor...” .
Elma-armut değil bu ayrılanlar! İnsan! Neye göre ayrıldıklarının, paketlenip gönderildiklerinin resmi olarak açıklanamadığı insanlar!
Almanya’da Aralık ayından itibaren ikinci kez Afgan mülteciler topluca paketlenip ülkelerine gönderildiler. Bu mültecilerin hepsi yeni iltica etmiş olanlar değil; aksine!! Okula başlamış öğrenciler, 10 yılı aşkın süredir burada “Duldung” denen müsamaha statüsüyle oturanlar, kadınlar, çocuklar! Bunlar neye göre belirlendi ve ayrıldı? Araştırmacılar bile bu soruyu yanıtlayamadıklarını ifade ediyorlar.
Araştırmacılar bu soruyu yanıtlayamazken yığınla söylem yazılı hale getirilip yayılıyor ortalığa: “Halk “müslümanlar”ı istemiyor, halk “suç işleme potansiyeli taşıyanlar”ı, yani “Kuzey Afrikalılar’ı istemiyor”... Nedense halk yine-yeniden “BEYAZ” olanlar dışında hiç kimseyi istemez hale getiriliverdi topluca! Köln, Berlin saldırılarını da “mülteciler” yapmıştı nasıl olsa! Hem de yine tam bir seçim sürecinde! Günter Burkhardt’ın dikkat çektiği gibi, ırkçılığın kaç çeşit kıyafeti!
Türkiye’yle yapılan Mülteci Anlaşması’nın ardından, Aralık 2016’da 28 Avrupa ülkesinin Başbakanları 4.Dublin Kararnamesi’ni görüşmek üzere toplandılar. Bu toplantıda, adeta atom çöplerini istifleyecek ülke tahkikatı yapıyormuşçasına; mültecileri Avrupa dışına istifleme tahkikatlarına, yeni topraklar ekleme taslakları hazırladılar.
Mültecileri istiflemenin yeni adresi: Kuzey Afrika! Libya, Fas, Mısır gibi başlıca üç ülke adres olarak belirleniyor. Adreslerin baş ülkesi ise Libya olacak. Pro Asyl defalarca; “Libya Cenevre Sözleşmesi’ne dahi imza atmamış bir ülkedir. Libya’daki mültecilerin akıbeti hep şaibeli kalmıştır. Mültecilere sunacak barınma koşulları olmayan Libya; sayısı dahi bilinmeyen yığınla insanı öldürerek, yeni mültecilere yer açmıştır!” yönlü soru önergeleri hazırlasa da, bu sorulara cevap dahi verilmemiştir.
9 Şubat’ta Merkel’in açıklamalarıyla kamuoyuna duyrulan; “Almanya’nın mülteci kabul kapasitesinin sınırlandırıldığı, buna uygun olarak terk işlemlerinin hızlandırılacağı” yönlü kararname, sadece yeni gelen mültecileri kapsamamaktadır. Bu kararnameye maruz kalacaklarla -30 yıldır burada yaşayan vatandaş olmayan işsizler dahi bu kapsama girebiliyor- ilgili yeni yasalar zaten çok öncesinden resmileştirildi. Ancak pratik adımlarını ne zaman gerçekleştirecekleri meçhul. (Tıpkı 2002’den beri resmi yasa olarak duran, önce seyrek seyrek, sonra topluca cepten çıkarılan 129b maddesi gibi!)
2014’te 27.000 kişiye, 2015’te 58.000 kişiye, 2016’da 80.000 kişiye terk verilmiş ve 2017’de de bunun artacağı kesin.
Paketler halinde gönderilen insanlar arasında; çocuk ölümleri geçen yıla oranla %25 artmış, savaş süren bir ülkenin insanları reklam olarak gezdirilmekte. Afganlar! (Neden Afganlar sorusuna yanıt bulamıyor insanlar. Afganlar yaklaşık 35 yıllık göçmenlik tarihlerinde; hep bu paketlenmeye maruz kalmışlar). Ve gönüllü dönmek isteyenlerin yol masraflarının karşılandığı reklamları yapılmakta. Tekil “pozitif-mutlu” insan yüzleriyle; “bakın, gönüllü dönenler de var” kısmı gözlere sunulmakta.
Afganistan güvenlikli bir ülke değildir! Libya asla!
Türkiye güvenlikli bir ülke değildir! Türkiye’yle yapılan Mülteci Anlaşması sonrası, Yunanistan’daki adalara hapsedilen, Avrupa’ya geçişleri tellerle-duvarlarla engellenen; kayıt altına bile alınmamış yüzbinlerce mülteci çocuk kayıptır! Bunların organ ticaretçilerinin mi, çocuk tüccarlarının mı eline düştüğü meçhuldür!!! (Sınır Tanımayan Doktorlar bu konuda sürekli raporlar sunmaktadır).
Türkiye’yi “Güvenlikli Ülke” ilan edip, milyonlarca savaş mağdurunu da oraya istifleyip: “Türkiye bir diktatörlüğe doğru yol alıyor. Ülkemizdeki müslümanlar da diktatörlüklere destek verirlerse; ülkemizi terketsinler” demenin; ne hukukla ne de mantıkla bağdaşır bir yanı yoktur!
Ve aynı anda, önceki gün Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’in, tüm yayın ağlarında ilk haber olarak yer alan: “Almanya içerisinde de bir merkezileşmeye gidileceği, eyaletlerin inisiyatifleri yerine genel polis ve cinayet masalarının daha çok yetkilendirileceği” açıklaması işte böyle bir dönemde yapılmaktadır. Almanya tarihinde, ‘Kabul Merkezleri’ kurumsallaşmadan önce varolan ‘Terk Merkezleri’nin, sonrasında insan hakları ihlallerinin önü alınamadığı için kapatılmış olan bu kurumun yeniden oluşturulacağı açıklanmaktadır.
Bu gün “Afganistan’a geri göndermelere son” başlığıyla karşı çıkılan; hukuki açıklaması olmayan insan hakları ihlalleridir.
Uzaklardaki insan hakları ihlallerinin görünürlüğü ve tahammül edilemezliğiyle; haklı olarak çok duyarlıyız. Ancak sadece Almanya’da değil, tüm Avrupa ülkelerinde yanıbaşımızdaki bu gelişmeler karşısında ‘empati’ dahi yapamaz hale gelirsek; “ırkçılık”a gerçekten karşı olduğumuzu nasıl haykırabileceğiz?
Arkadaşlarına terk verilen gençlerin; henüz kirlenmemiş, insani duygularla atan samimi yüreklerinden, göz yaşlarından, değiştirme ateşi içerisinde yanışlarından öğrenebilmemiz umuduyla...
“Hiçbir başka alçakça münasebetsizlik, iyilerin çoğunluğunu, böyle milyonlarcasını sokaklara süremez: Yabancı düşmanlığı dışında!
Temenni edilen eşit değerliliğin, istenilen eşit değerlilik tasvirleriyle-yansıtışlarıyla inşa edilmeye çalışılışı, ırkçılığın aslında sürekli varolan, ancak varolduğu sürekli reddedilen gerçek suretini çıkarır.”*
*Hans Branscheidt’ın İlhan Kızılhan’ın ‘Yezidiler’ adlı kitabına önsözünden.