"AKP'nin stratejik boyutta bir politikası yok" diyenler, fena halde yanılıyor. AKP'nin derinlikli bir stratejisi var ve günlük politik adımlarını da bu doğrultuda atıyor.

'Güçlü Türkiye', 'Büyük Türkiye' veya 'Güçlü ve Müreffeh Türkiye' söylemleri, gelmiş-geçmiş Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin neredeyse hemen hepsinin ortak sloganı olmuştur. Fakat Türkiye ne güçlü oldu, ne de müreffeh. Bugün benzer çağrışım yapan sloganı AKP atıyor: 'Yeni Türkiye' Bu slogan, bir tarihle birleştiriliyor: 2023.

Birçok insana göre AKP, bu sloganla, daha önceki hükümetleri taklit ediyor. Onların ki gibi bu da içi boş, klasik bir slogan. Biraz daha farklı bir yaklaşımla hem geçmişe dönüşü hem de gelecekte geçmişi canlandırma özlemi çağrıştırdığından bu slogana "Yeni Osmanlılık" diyenler de var. Bu bakış açısına göre "Yeni Türkiye" ile AKP, stratejik bir yaklaşımdan çok, geçmişe duyduğu nostaljik bir özlemini dışa vuruyor. Geçmişe dönülemeyeceğine göre, bununla uğraşmak bile gereksiz. Bu yaklaşımın toplumda yarattığı algı: AKP eşittir bildiğimiz Osmanlı. Basında çıkan Erdoğan'ın padişah giysileri içinde tahtta oturan karükatürleri ile birleştiğinde, daha sulandırılmış oluyor ve AKP bu kesimler tarafından ciddiyetten uzak eleştiri ve değerlendirmelere tabii tutluyor. AKP çevrelerince seslendirilen "AK Parti'nin alternatifi yok" görüşü bu koşullarda pek de haksız sayılmaz.

Doğru - yanlış, kabul eder veya etmezsiniz ama AKP, Türkiye'yi 'yeni' bir sürece sokmuş bulunuyor. "AKP'nin bir politikası (stratejik boyutta) yok" diyenler, fena halde yanılıyorlar. AKP'nin derinlikli bir stratejisi var ve günlük politik adımlarını da bu doğrultuda atıyor. Hiç bir söylemi, adımı amaçsız ve gelişi güzel değil. Stratejisini yaşama geçirme noktasında da kararlı bir duruşu var. Tabanı ve kadroları buradan besleniyor, canlı ve mücadeleci bir hal alıyor. Partinin bu dinamik yapısal hali, partiyi hızla tek kişilik hiyegrarşik merkeze doğru sürüklüyor ve tabanını o merkez etrafında daha sıkı bağlarla bütünleştiriyor.

Durum bu iken, 'Yeni Türkiye' sloganını öncekiler gibi 'içi boş' bir slogan olarak görmek, yüzeysel bir yaklaşımdır. Bu yüzeysel yaklaşım, sadece AKP'yi tanımamakla sınırlı değil, bir sığlığı ve stratejik derinlik yoksunluğunu da ortaya koyuyor.

Bu yazıda AKP'nin yeni stratejsini ve olası sonuçlarını ele alacağız.

'Cihanşümul Türkiye'
Adına ister "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi" densin, ister başka bir şey… AKP'nin kendine göre hazırladığı 'yeni' bir yol haritası var ve her adımını bunu göre atıyor. En başta devleti buna göre yapılandırmak istiyor. Başkanlık sistemi tartışmaları, çözüm süreci, 'paralel yapı', Ortadoğu, NATO, AB, IŞİD, Nükleer enerji - HES benzeri herşey bu yol haritasına göre dizayn ediyor. Bölgede Türkiye'nin Rusya gibi, Çin gibi çekim merkezi olmasını istiyor. İstanbul için geliştirilen mega projeler, Kanal Projesi, 3.Köprü, 3. Havaalanı, hatta Çamlıca Tepesi'ne inşaa edilmekte olan camii, bunların tümü bu "büyük strateji" ile ilişkili. Bütün bunlardan da AKP'nin Türkiye'yi bulunduğu bugünkü dünyadan başka, 'yeni' bir yere, eksene taşımak istediği sonucu çıkıyor.
Şöyle deniyor:

Yiğit Bulut yeni tezler üzerine çalışıyor
"Türkiye yeni rotasını çizerken ve en önemlisi gerekirse BİRLEŞEMEYECEKSE, (büyük karekterler yazarın kendisine ait.) tekrar ediyorum; Türkiye'nin büyüklüğüne yakışan bir tam üyelik süreci işlemeyecekse, yeni dünya düzenine de uygun olarak "AB'ye alternatif olarak genleşen" yeni senaryo ve tezleri net ortaya konmalı. Türkiye, "Amerika, Türkiye-Rusya çizgisi, Çin" ve periferileri olmak üzere üç "yeni merkez" oluştuğunu analiz ederek yönünü Amerika-Doğu ekseninde yeniden çizmeli ve Rusya'nın durumu dikkatle izlenmeli." (Yiğit Bulut, 8 Ekim 2014, Star Gazetesi)

Yiğit Bulut, Erdoğan'ın başbakanlığının belirli bir döneminden itibaren başdanışmanlığını üslenen kişi. Bu konu üzerinde çokca yazılar yazdı. Yiğit Bulut'un yazdıklarını bir yazarlık kimliği ile sınırlandırmak yanlış olur. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'a en yakın isim. Yazdıkları, devletin yeni "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi" niteliğinde. Dahası, hazırlanmış bir "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi"nin tezlerini işliyor, demek daha yerinde olur. Bu saptamalarda Türkiye'nin, bulunduğu yerden memnun olmadığı görüşü çıkıyor. Uzun zamandır Cumhurbaşkanı'ndan yerel yönetim ayaklarına kadar olan alanda dile getirilen sloganlar da bu yönde: "Kurallara uyan ülke değil, kural koyan ülke olmalıyız!"

Bu slogan ve tezlerdeki 'Yeni Türkiye'den anlaşılan, dünyadaki Merkez Güçler'in çekim merkezinden kopmuş, kendi çekim alanını oluşturmuş bir Türkiye'dir. 'Bağımsız Türkiye' sloganının gümdemleştirilmesi bu nedenledir. (Ama 'Bağımsız Türkiye' burada, '68 Kuşağının attığı halkın egemenliğine dayalı, başka halkların bağımsızlığını da sahiplenen 'Bağımsız Türkiye'yi içermiyor. Demokrasiden yoksun, toplumun ben merkezci istencini otoriter bir yönetimde toplamış, kendi çıkarları için çevresindeki halklarının bağımsızlıklarını bastırmış bir Türkiye isteniyor. Tipik bir Rusya hali)  "Her alanda söz sahibi olan bir Türkiye", "Batı-Doğu Merkezlerini etkileyen, uluslararası dengelerde yön belirleyen bir Türkiye"

Denen o ki, Türkiye'nin kendisinin bir eksen bir çekim merkezi haline gelmesi. Başka bir anlatımla dünya devleti veya Osmanlıca deyimle 'cihanşümul' olaktır. Bir ülkenin cihanşümul olabilmesi için bir galaksinin oluşumu gibi, önce kendisinin güçlü çekim merkezi, yani eksen haline gelmesi gerekmektedir. Çekim merkezi haline gelmek ise sanıldığı kadar kolay değil. Çekim merkezi veya 'dünya gücü' dendiği zaman dört ayak akla geliyor: Gelişmiş ekonomi, siyasi istikrar, güçlü askeri yapı ve tabii sosyo-kültürel yetkinlik. Bu özelliklere sahip bir ülkenin, kendi yakın çevresi başta olmak üzere genleşeceği, bölge ve uluslararası alanda daha etkili yer edinmek isteyeceği sistemin doğal karakteristik özelliğidir. Yine bu karakteristik özelliği nedeniyledir ki, bir ülkenin uluslararası alanda söz ve yetki sahibi olmaya kalkışması kolay değil. Pazarların yeniden paylaşımını istemek demek bu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın yaşanmasının nedenleri yani. Almanya genleşmek ve 'karar koyucu' olmaya kalkmıştı. Fakat bu kalkış, her seferinde büyük felaketlerle sonuçlandı.

Şimdi, Türkiye 'cihanşümul' bir devlet olmak için bu kapıyı zorluyor. Bu olanaklı mı değil mi ayrı bir konu. Eksenlerin bulunduğu bir bölgede eksen olmak isteği veya kararlılığı sadece karagözlülükle olacak bir şey değil, topyekün (ekonomik-sosyal-siyasi-askeri) bir hazırlığı gerektiriyor. Türk dış politikasının bütün bunları hesaplamadığı söylenemez. 'Yeni Türkiye' çatışmalı bir süreçten geçerek kurulacağına göre, buna dönük hazırlıklarda yapılmıştır ya da yapılıyordur. Biraz kestirmeden oldu, ama çıkan sonuç bu.

Ne var ki, dünya ve bölgesel koşulları okumak o kadar kolay olmuyor. Çünkü her taraf toz-duman içinde. Karşıt ideolojik yapılanmalar ve karşıt çıkarlarına karşın, olmadık güçler bir cephede biraraya gelebilmektedir. Genleşme veya eksen olmak isteyen Türkiye, bu bilirsizlik ve kargaşa ortamında kendisine nasıl bir çıkış yolu çizecek ve bu çizgi onu hangi Merkez Güçlerle karşı karşıya getirecek, bu durumdan hangi merkez güçler yararlanacak? Bunları bilmek önemli. Büyük stratejiler belirlenirken yol üstündeki engeller ve olanaklar önem ve büyüklüklerine göre mutlaka sıralanır ve sınıflanır. Güç, rakip ve zamanlama, üç önemli ayak. Doğruluğu-yanlışlığı bir tarafa, AKP iktidarının da böyle bir hazırlık içinde olduğu fark ediliyor. Söylemleri, tavırları eskisinden farklılıklar gösteriyor.  AKP bulunduğu yeri kabullenmediğini söylemekle kalmıyor, nerede olması gerektiğini de söylüyor. Bunun için hem kendisini hem de çevreyi dizany etmek istiyor, bu alanda girişimlerde bulunuyor. Artık başka stratejileri 'İleri Karakolu' olarak kalmak değil, kendi karakolları olan bir 'Güç-Merkez' olmak istediğini söylüyor.

İtirazdan çatışmaya doğru
Son yıllarda Türkiye, yarım yüz yıldır stratejik partner olduğu Batılı kurumlarla itirazlarla başlayan ve giderek çatışmaya dönüşen bir ilişki içinde. Çatışma, güncel konularda takınılan farklı yaklaşımlardan çıkarak giderek daha çok stratejik konularda ve yaklaşımlarda yoğunlaşıyor. Zamanla çatışma alanı genişlerken şiddeti de yükseliyor: AB'nin Kopenhag Kriterleri'ne karşı 'Ankara Kriterleri'ni gösteriyor. "IMF bizi yönetemez", "NATO'nun Libya'da ne işi var?", "İslam dünyası bizim eski etki alanımız", Rusya'nın ağırlıkta olduğu Şengay Beşlisi'ne alınması girişimleri, Çin ile füze ve nükleer satral anlaşmaları, IŞİD ve Kobanê konusunda cephesel bir tavır içinde olmak… Bütün bunlar, itiraz boyutunu çoktan aşmış tavırlardır. Yaşanılanlar bir düşünce ayrılığı değil. Durumun boyutlarını göstermesi açısından şu sıcak gelişmeyi aktarmak gerekiyor.

Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Ekim günü döndüğü Afganistan gezisinden havalanında şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu bölgedeki gelişmeleri analiz ederken ben adeta bir yay örneği vermek durumunda kaldım. Pakistan'dan alın, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Tunus'a kadar adeta yay gibi Filistin bu arada, bu halkı Müslüman olan ülkeler üzerinde ciddi bir operasyon var. Burada bir huzursuzluk… Bunların hepsi de bölünmeye yönelik huzursuzluklar. Biz buraları nasıl böleriz. Böl - parçala - yut veya böl - parçala - yönet mantığıyla çalışma yapılıyor. Perde arkasında bütün proje hazırlanmış durumda, ona göre de bu adımları atıyorlar." (Anlatımdaki cümle düşüklükleri bana ait değil- Hayri Argav)

Bu 'proje'yi kim veya kimler yönetiyor? Türkiye'nin müttefikleri Amerika ve Avrupa. Çünkü bu yay üzerinde etkin olan onlar. Erdoğan'ın kast ettiği de onlardan başkası değil. Müttefikler arasındaki çatışmanın ne boyutta olduğunu göstermesi bakımından ilginç bir değerlendirme. Demek ki köprüler atılıyor. Erdoğan'ın söyledikleri, sorunlara yaklaşıma, gidişata dönük bir itiraz değil, bir duruşu, tavrı ifade ediyor. Afganistan Devlet Başkanı ile yaptığı görüşmenin içeriğini anlatırken bu konuyu örnek vermesinin nedenini de gizlemiyor. İslam dünyasına hitap ederek onları 'böl-parçala-yut projesi'ne karşı çıkmaya ve birlikte hareket etmeye çağırıyor. Bu işin öncüsü kim? Sorunu gündeme getiren ülke, yani Türkiye.

İslam dünyasını örgütleme çabası
Bölgeyi işaretlemekle İslam coğrafyasını önemsediğini, koruyup kollamaya çalıştığını göstermek istiyor. Demek ki, Afganistan ziyaret edilen- edilecek olunan ne ilk ne de son ülke olacak. İslam dünyasını Türkiye etrafında toplama çalışması sürecek. Türkiye bölgenin sorunlarına sahip çıkma pozisyonu alırken, hali hazırda bölgede etki kurmuş olan güçlerle bir çatışma içine girdiğinini de göstermiş oluyor. Bu bölgede etki kuran güçler ise kendi 'müttefikleri' Amerika ve Avrupa. Türkiye'nin koşulları belli: En başta ekonomisi; kendine yeten bir durumda değil. Ordusu deseniz keza öyle. Bunun için zamana ihtiyacı var. Ama karşılarına çıkmak istediği güçler bu zamanı ona tanırlar mı? Asıl sorun burada.

Eğer üçüncü bir bir güç olarak ortaya çıkmak istiyorsanız, var olan güçler arasındaki çelişki ve çatışmaları iyi kullanmayı bilmeniz gerekiyor. Erdoğan'ın çizdiği Pakistan'dan Nijerya'ya kadar uzanan İslam coğrafyası, tabii ki Doğu'nun Merkez Güçler'ininin de ilgi alanı. Kendileri için çok da önemli. Örneğin Rusya Suriye'de fiilen işin içine girmekten çekinmedi. Türkiye'nin Batı ile çatışmaları artıkça Doğu'ya daha fazla göz kırpıyor. Böylece onları da işin içine çekmek istiyor. Doğu-Batı çatışmasından yararlanma taktiği… Doğu dediğimiz Rusya-Çin bu politikaya ne kadar yatar, bunu bilmiyoruz ama Türkiye rüştünü elde edene kadar güçlü Batı'ya karşı bütün Doğu'yu arkalamanın bir zorunluluk olduğunu görüyor.  (Bu plan tutar mı? Ayrı bir tartışma konusu. Şu kadarını belirtmekle yetinelim: 'Yeni Türkiye'nin Türk İslam Sentezi, Moskova ve Pekin'de Orta Asya'nın kalbine saplanacak bir hançer olarak görüldüğü veya görüleceği kuşku götürmez.)

Türkiye halen NATO–AB, yani Batı ekseni içinde bulunuyor. Gerçekteyse yüzünü çoktan başka yöne dönmüş durumda. Yiğit Bulut'un 'Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'inden aktardıklarından (Bulut, MGSB demiyor, ama yazdıkları ancak bu belgede yeralabilecek şeyler) yola çıkacak olursak, Türkiye'nin 2023 Vizyonu'ndaki yeri şurası: Kıbrıs'ı da "Türkiye ile etegrasyon içine alarak" Ortadoğu ve Kafkaslar'daki "enerji", "eğitim", "bileşim teknolojisi," "finans" vb. potansiyeli kendisinde toplayan, "çok kültürlü" yapıyı "tek kimlik" (tabii ki bu Türk kimliği olacak) altında birleştiren, bütün bu özellikleriyle Doğu-Batı denklemi arasında yer tutan, üçüncü bir  "Emperyal (emperyalist değil) Güç."  Bu 'emperyal gücün' nasıl bir eksene oturacağını ise Yiğit Bulut şöyle açıklıyor: "Türkiye ve "periferisinde" yeni bir "emperyal" güç doğuyor. Emperyal fakat emperyalist değil! Bu fark ÇOK ÖNEMLİ! Bu oluşuma sadece "Türk-İslam" sentezi olarak bakmayın. Bu yapı Rusya, Çin, İran, Hindistan, Ortadoğu ve Orta Asya'da birçok "yeni beraberlikleri de" içine alıyor ve birçok yeni tezi de kapsıyor. Bir örnek vereyim; bu yapı temelde "Türk-İslam" coğrafyasını temel-çekirdek olarak alsa bile aslında "Türk-İslam-Ortodoks" işbirliğini de, Türk-Çin sentezini de hatta Türkiye sınırları içinde yaşayanlara "tek kimlikli-çok kültürlü" yeni bir "açılımı da" içeriyor…" (aynı yazı)

İşte Türkiye'nin Batı ile çatışmalarının nedeni: bulunduğu yeri artık kabul etmiyor. Biz, Türkiye'nin bölge veya dünya devleti olup olmadığını kanıtlamanın peşinde değiliz. Bu ayrı bir tartışma konusu. Bu yazının bütün meselesi, Türkiye'nin yeni rotasını ortaya koymak Türkiye ve Türkiye halklarının karşı karşıya bulunduğu bugünkü sorunların geleceği ile ilgili boyutlarına dikkat çekmektir.  AKP iktidarı, artık Türkiye'yi 'Bölge Devleti' statüsünden çıkarmak ve onu 'Dünya Devleti' yapmakta ısrarlı. Bu tezin sahiplerinin "Türkiye'nin koşullarında değişen ne" sorusuna verilecekleri yanıtı mutlaka vardır. Ama işin karışık gelen tarafı, Türk İslam Sentezi'nin dayanacağı 'Ortodoksluk' boyutudur. İslam, üstelik de Sünni şeriatçı İslam'ı arkasına almak isteyin bir hareket Ortodokslukla nasıl bir ortak zemin yakalayacak, ondan beslenecek, bu belli değil. Başbakan Doğutoğlu'nun 'Stratejik Derinlik' tezinde bu sorunun yanıtı yok.

Not: Yazı dizisi iki bölüm halindedir. İkinci bölüm hafta sonu yayınlanacaktır
.