Yıllar önce zindanda yatan siyasi bir kadın arkadaşla mektuplarda politik “Aşk”ı tartışıyorduk. “Aşka inanmadığımı” yazmıştım ona. Bana “Ben aşka inanıyorum ve ülkeme aşığım” diye yazmıştı. Ben de ona “Olabilir, neden olmasın, ama aşık olduğun o ülkenle çocuk yapamazsın” diye yazmıştım, küsmüş, mektuplaşmayı kesmişti.
Yaşamımda içinde “Aşk” sözü geçen bir çok öyküye tanık oldum:
“Aslında oğlan iyi de.. sünnet olması gerekli!”
“Abi bizimki kara sevda! Kavuşmamız olanaksız!”
“Niye?”
“Kız (Türk)-(Kürt) çıktı!”
“Alçak kadın, ben onu bakire sandığım için aşık olmuştum, oysa kız değilmiş!”
“Oğlana aşığım, ama adı Ömer! Biz Aleviyiz, babam dünyada razı olmaz onunla evlenmeme!”
Bunlar çevrelerine “Aşk sınır tanımaz” diye hikaye okuyan “Modern” cinsler.
“BİZİM OĞLAN SİZİN KIZLA YATACAK”
Eskiden ‘Aşk’ “Nikahta keramet vardır” sözüne uygun biçimde görücü usulü olurdu.
Denilir ki; Nasrettin Hoca bu söz nedeniyle temiz bir dayak yemiştir.
Efendim; Hoca gitmiş, komşusunun kızını oğluna istemeye. Sedire oturmuş, “Hayırdır Hoca” sorusuna yanıtı patlatmış:
“Bizim oğlan sizin kızla yatacak!”
Hoca’yı almışlar ellerine, yer misin yemez misin! Canını zor kurtarmış Hoca, bir duvarın dibinde inlerken başka komşuları görmüşler; “Hayırdır Hocam” diye sormuşlar. Anlatmış sorunu Hoca, gülmüşler, “E bre Hocam, kız böyle mi istenir? Gidelim biz isteyelim en iyisi” demişler.
Adamlar gitmiş komşunun evine, Hoca da gitmiş pencerenin altına, pusuya yatmış. Adamlar dereden tepeden konuşmuşlar, kahve içmişler, sonunda “Biz hayırlı bir iş için geldik buraya, sizin kızı Allah’ın emri Peygamberin kavliyle Hoca’nın oğluna istiyoruz” demişler.
Komşu “Allah ne yazdıysa o olsun, severim Hoca’nın oğlunu, efendidir, dürüsttür. Ama Hoca böyle demedi” deyince Hoca kaldırmış başını, seslenmiş pencereden:
“Öyle de olsa, böyle de olsa, yine benim dediğim olacak; bizim oğlan sizin kızla yatacak.”
Bilinir; üzerine en çok şiir, roman, öykü yazılan konu “Aşk”tır. Herkesin bir tanımı vardır aşk üzerine. Bu tanımlardan biri de “Aşk elma şekerine benzer, yalarsın sonunda sapı elinde kalır” biçimindedir.
İnsanlık tarihi boyunca “Aşk” yüzünden ölenleri, öldürenleri tam sayabilseniz sayı 1. Dünya Savaşı’nda ölenlerin, öldürenlerin sayısını fersah fersah aşar.
İSTİKAMET YATAK ODASI…
Gerçekte yalvarma, yakarma, sızlanma, elde edememenin yarattığı derin sıkıntıdır “Aşk!”
Elde edince, yatağa girince aşkın adı “Karı-koca” olur.
Sonra gelsin kıyamet!
Kerem ile Aslı evlenebilselerdi, beş-on yıl sonra Aslı’nın “Ah, kafama tüküreyim, beni ne beyler paşalar istedi de senin gibi bir çulsuza vardım” deme olasılığı %70’i geçerdi.
Ferhat ile Şirin evlenebilselerdi Şirin günün birinde “Ah, manyak kafam, bir kanal kazıcıya varacağıma bir paşaya varmadım” diyebilirdi.
Niye mi?
Dün “Seni seviyorum, senin için ölürüm, dünyayı yıkarım bre” diye bağıranların %90’ı evlilikten birkaç yıl sonra derin bir uykudan uyanıp boşanabilmek için mahkemelerin kapısına koşuyor da ondan.
Bakın çevrenize, boşanmış kaç aşık var orada.
Mahkemelere koşanlar elbette başlıyorlar döktürmeye:
“Hayvanın biri!”
“İnsan bile değil!”
“Bana ettiği eziyeti evdeki kediye bile etmedi!”
“Ağzı kokuyor!”
“Burnu akıyor!”
“Şerefsiz!”
“Namussuz!”
“Beni aldatıyor!”
Say sayabildiğin kadar. Çünkü boşanma işlerine bakan hakimler seviyorlar bu sözleri. Çiftler birbirlerini ne kadar aşağılar, karalarsa hakimler o kadar tatmin oluyor, sonra “Tamam, boşadım sizi” diyebiliyorlar.
Boşandıktan sonra en çok söylenen söz ise “Onunla dost olmak mı? Onunla bir daha görüşmek mi? Şeytan görsün yüzünü!”
Sonra bakıyorsunuz gazetelerde bir haber:
“Bana yar olmayanı başkasına yar etmem, onun için öldürdüm!”
SAYGI “AŞK”TAN ÖNCE GELİR
Ben “Aşk”a inanmıyorum.
Karşılıklı saygının yarattığı sevgiye inanıyorum.
Saygı ne kadar derinse ve her gün ne kadar artıyorsa sevgi de o kadar derin.
Saygı ve sevgi “Güven”e dayanır.
Güvenin olmadığı yerde kuşku, kuşkunun olduğu yerde kıskançlık, kıskançlığın olduğu yerde sevgisizlik yatar.
Hakimler de “Kıskançlığı” insani bir duygu sayar, cinayetlerde “Ceza indirimi nedeni” olarak kullanırlar.
Halk arasında da yaygın bir söz var: “Eşini kıskanmayan domuzdur!”
Bütün bunları neden yazıyorum?
Bu “Aşk” sözünden bıktım usandım da ondan.
En Marksist’inin, en “Özgürlükçüsü”nün dilinde bile bu söz var.
Yaşları 50’yi, 60’ı geçmiş kişilerin dillerinde hep aynı türkü:
“Yeni bir aşk arıyorum, haberin olsun!”
Eskiden “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” denilirdi.
En acılı aşk öyküleri de bu felsefenin ürünü olarak boy göstermişlerdi.
Ama günümüzde “Aşk”ın belirleyicisi paradır!
“Tamam, iyi hoş da bir ‘AYPOT’u bile yok cebinde, daha bir tek SELFİE eklemedi Facebook’ta sayfasına, çulsuzun teki!”
Araba, ev, yalı, halı, banka cüzdanı, altın var mı?
Aşk da var!
Bunlar yoksa “Aşk” hiç yok!
Alınan, darılan olursa umurumda değil.
“Aşkından ölüyorum” dedikleri kadınları evlerde köle eden, tekme-tokatla seven, üstelik kendilerine “Sosyalist-Özgürlükçü” diyen yığınla erkek tanıyorum.
Bir erkeği “Aşk” adına ellerine geçirdikten sonra ona dünyayı zindan eden “Aydınlanmış” kadınların sayısı da erkeklerden pek geride durmuyor.
Neden?
Saygı yok, sevgi yok, güven yok da ondan!
“Elde etmeye” dayalı uyduruk aşk öyküleri de yatak odalarında kanlı çarşafların üzerinde ölüyor!