1986 yılında üç ay kadar süren ve Kasım ayında sonuçlanan bir çalışma sırasında alınan notlarda şöyle demişiz; „ Osmanlı İmparatorluğu feodal yapısı gereği bilime pek açık olamamış,dolaysıyla bilimin karşısında konumlanan bu yapı, karakteri gereği hep gericiliği üretmiştir. Üretimi ve üretim teknolojisinde geliştirememiştir.
Osmanli ile rekabet halindeki diğer güçler bu konuda bir hayli mesafe alırken, Osmanlı İmparatorluğu adeta yerinde saymıştır. İmparatorluk çok büyük bir toprak parçası üzerinde hükümdarlık sürdürmesine rağmen işgal ettiği toprakları hem rekabet ettiği güçlere bırakmak zorunda kalmış, hem de işgal altındaki halklar isyanlar sonucu Osmanlı işgaline son vermişlerdir“.
Bu çalışmada İslam,Türklük neden Osmanlı da önem kazanmış. İslamiyet ve Türklüğün önemi ve yeri nedir soruları üzerinde hemen hemen hiç durulmamıştır. Oğuz, Moğol, Uygur ve Komanlar -Türk boyları olarak biliniyor- Orta Asyan‘iı bozkır steplerinde Mezopotamya üzeinde Anadolu‘ya, bir kısmıda Arap yarım adasına aşiretler ve boylar halinde akınlar düzenlemelerinin nedeni, üretimde yenileneyi ve artışı sağlayamamaları sonucu toplumsal ihtiyaçların karşılanmamasından kaynaklı olarak göç ve göçebelik zorulu hale gelmiştir.
Bu Orta Asya toplulukları genellikle hayvancılık ve avcılıkla uğraşmaları nedeniyle aşiretler halinde göçebe yaşıyorlardı. Ve tarımda belli ölçüde geçiş sağlamışlardı. Hızlı nüfus artışı karşısında, gerçekleştirilen üretim oldukça yetersiz kalıyordu.Tarımdaki çeşitliliği sağlanamaması, Mono külturdeki (Arpa, Buğday ve Çavdar vs.) süreklilik, göçü zorulu kılıyor, yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalıyorlardı.
Bu göç sırasında, çok yoğun olarak talan ve yağma, topraklara el koyma şeklindeki konaklama, o kültürün bir tezahürüydü. Bu dönemde bu topluluklar, yeni bir yaşam tarzı, kültür ve inançla tanışıyorlardı. Araplar ile bu topluluklar arasında 950 – 1000 yıllarında süren kanlı çatışmalar ve gerçekleştirilen katliamalar sonucu bu topluluklar, fetihçi akıncılar ve Araplar karşında yenilgiye uğramış, yurtları Arap saldırılarına karşı savunmasız kalmış, toprakları işgal edilmiştir.
Arapların bu saldırgan siyaseti karşısında bu topluluklar, sürdürdükleri ilkel komünal yaşamı terk edip, kendilerine ait inanç ve geleneklerden tümden koptular. Emevi devletinin yıkılışı, Abbasi devletinin kuruluşuyla birlikte İslamiyet bu topluluklar içinde daha etkili olmaya başladı. Bu topluluklar içinde İslamı yayma, İslamı etkili bir şekilde işlemenin önü ve yoları açılmış oldu.
Bu dönemde bile arap tarihçileri, bu toplulukları aşağılayıp, yaban hayvanları gibi yaşıyorlar diye suçlayarak, ne hakimlar, ne dinleri ne de itikatları var diyerek karalamaya çalışıyorlardı.Bu
topluluklara dışarıda empoze edilen tek yanlı islam dini, Orta Asya dan kalma Şamanizm inancında ne kadarını İslamiyete taşıdıkları bile şüphelidir. Bu derece kendisine ters düşmüş bir toplumun doğallığından bahsetmek elbetteki münkün değildir, sorunludur.
Türkler açısından böylesine trajedik bir dönem yaşanmasına rağmen hala Türklerin, İslamiyeti kendiliğinde seçtiği şeklindeki fikir resmi tarihçiler tarafından sistematik olarak işleniyor olması, yalan ve tahrifata resmiyet kazandırmak içindir. Belli ki, Orta Asya dan gelen bu toplulukların, Arap saldırılarına karşı direnmiş olması, resmi tarih yazıcıların fikir dünyasına ters düşüyordu.
Tarihle sağlıklı bir bağ kurmanın yolu, yaşanılanları çarpıtmadan, eğmeden-bükmeden resmetmek, sağlıklı bir tarih bilincine sahip olmak isteniyorsa, tarihin öznelerini, nesnel olguları, neden ve sonuçlarını iyi öğrenmek ve öğretmek zorundayız. Bu aynı zamanda, aydınların tarihe ve insanlığa karşı olan tarihi bir sorumluluğudur.
Müslümanlığı gerici, şeriatçı ve ırkçı siyaset içeriğiyle kurumlaştırıp, resmileştirmek, insanla tanrı arasına girmeyi, kendilerine göre tanrı adına hizmet sunan kimseler olarak görmeleri, sosyal yaşam üzerinde hakimiyet kurmaları ve kendilerine toplum içinde önemli bir yer edinme ve meşrutiyet kazandırma faaliyeti olarak görülmelidir.
Arapların hakimiyetinde biçimlenen İslam, Türklerin egemenliğinde benzer bir İslam biçimlenmesi ve formatı ortaya çıkarmıştır. Bu cografya da var olan tüm inanç ve kültürler, dönemin devlet ve iktidarları tarafından sunnileştirilmek suriyetle asimile edilmek istenmiştir.
X.yüzyılda yükselişe geçen Osmanlı İmparatorluğu, Doğu Akdeniz havzasında Kuzey Afrika`ya doğru ilerlemesi, İmparatorluğun Batı Akdeniz`e kadar açılmasını beraberinde getirdi. Arapların öncülüğünde, yeni ticari ve iktisadi olanaklar elde derek, bölgede gücünün artmasına paralel olarak yeni talan ve yağma alanları yaratmıştır. Böylece, Doğu Akdeniz ve Batı Akdeniz üzerinde kurdukları hakimyet sonucu sömürü kolaylaşmış, yarattıkları yeni yol ağları ile İberya adalarına kadar ilerleyerek (İberya, Mollarca, Menorca) ,Menorca içlerine kadar girerek, Adanın tarihi saraylarını tahrip ederek, kiliselerin kubbelerini yıkarak, yerine Cami minaresi dikilmiştir. Doğu ve Batı Akdeniz arasında başlattıkları bu işgal ve akınla ekonomik açıdan bakıldığında pek de faydalı bir sonuç elde edememişler ve bir müddet sonra Adayı tahrip ederek terk etmek zorunda kalmışlardır.
Akdeniz üzerinde geliştirdikleri bu sadırılar ve işgallerle bir hayli deneyimli olan İmparatorluk, yeni ticari alanlarını Doğu Akdeniz üzerinde batıya doğru genişleterek tam da yeni bir sömürü ve talan alanı yarattıkları hayaline kendilerini kaptırdıkları bir dönemde, l558 de Mencora`nın -Adanın- istilasında büyük bozguna uğradılar. Öyle ki, Batı Akdeniz de bir daha tutunamayacak olan bu saldırgan ve işgalci güç, İberya adalarında askeri varlığını yitirerek önemli bir liman şehri olan Mahon`a saldırılar düzenleyen bu fetihçi güç, şehrin tarihi binalarına, saraylarına büyük zarar vermişlerdir. Bu istila sırasında zarar gören kaleler yeniden onarılmış, surlar olabilecek saldırılara karşı daha da yükseltilmiştir.(1)
XV.yüzyilda itibaren baş aşağıya doğru giden, bir daha kendisini toparlayamacak olan İmparatorluk gerileme srecine girmiştir. Osmanlı İmpartorluğunda, siyasi düzenin bozulması ile düzenlediği saldırılar hem iktisadi düzen üzerinde olumsuz etkiler bırakmış, hemde siyasi yapıyı tahrip etmiştir. Bu durum, işgal ettigi topraklar üzerindeki hakimiyetin çözülmsine ve İmparatorluğun çökmesinde belirleyici olmuştur. Bu realitiyeti anlamak yerine,Türkiye de resmi tarihçilerin yaptıkları gibi kendi dünya görüşlerini, Osmanlı‘nın düşüncesi ile birlikte sunmaları, bize gerçeğin kendisini değil, olabildiğince resmi ideolojinin baskın şekilciliğiyle şematik ve gerici üretimi sunumu olmuştur.
Yüzyılın bu gerici üretimini anlayamayanlar, yerini tayin edemedikleri gibi gericiliğe de tavır alamazlar. Bu gericilikte demokrasi aranmaya başlanır. Türkiye de gericilik, İmparatorluğun yıkıntıları içinde imal edilmiştir. Söylendiği gibi İmparatorluk yıkılmamış, düşmanları tarafından yıkılmıştır. Böyle olunca, Müttefikler aynı zamada düşman olmuştur. Bu korku ve inkar ırkçılığı yaratmıştır .Zira bu zihniyet, hurafelerle dolu bir tarih üretmiştir. Bu gericilik, zora ve şiddete baş vurdukça, başkalaşıma uğramış çarpık bir lümpen kişilik ve kültür ortamı yaratmıştır. Bugün İslam ve Türkçülük bu zeminde semirtilmiş, iktidara taşınmıştır. Bu yüzden çok iddalı ve saldırgan söylemlerin arkasında hep bir düşman aranmaktadır. Resmi ideolojinin yeni ve eski Statükosu hep düşmandan besleniyor. İslamın ve Türkçülüğün bu reaksiyoner ideolojisine karşı tavır almadıkça, bu dünya görüşünün alt ve üst versiyonlarına karşı da tavır alınması giderek güçleşiyor.
Bunların hepsini bir kenara koymak, yeni bir düzleme geçmek ilerici insanlığın en sıradan görevi olmasının yanısıra, resmi ideolojinin yeni ve eski versiyonlarına karşı çıkmaktır. Oysa bir dönem demokrat, ilerci olan hatta solda gözüken bazı kimseler, kimi kişisel kaygılar ve çıkarlar için mevcut iktidarın garnütürü haline geldiler. AKP’yi yere göğe sığdıramayanlar, güya darbelere karşı AKP‘nin sivilleşme siyasetinden yana saf tutumaları, yaptıkları ise Sola, devrimci-demokratlara karşı itibarsızlaştırma siyasetini ortaklaşa yürüterek, sivilleşmeyen devleti sivilleşiyormuş gibi gösteriyorlar, demokratlaşmayan AKP’y idemokrat gösteriyorlar.
MHP faşizminin konfigurasiyonunda çıkmış unsurları, demokrat, liberal lanse etmeyi, devrimci-demokrat olmayanlarında, Sol adına ahkam kesmeleri, bunaların hepsinin demokrat oldukları anlamına gelmiyor. Mesla, F.Kentel, Devrimci Yol Dergisinin yüzbinin üzerinde satış yapmasını, Alevilerin inançalarını serbest yapamamasına bağlıyor. Aleviler inançaları üzerinde engeller kalkmış olsa, böyle bir şey olmaz diyor. İşte size Devlete, AKP‘ye yol gösteren, AKP kulvarında yeni bir solcu, demokrat ! Halbuki, Devrimci Yol Dergisinin yüzbinin üzerinde satış yapması tamamen o günün koşullarının ve konjöktürün bir sonucu ve Devrimci Yol örgütlenmesinin geliştirdiği bir model ve siyasi argümanları ile ilgili bir mücadele kesitidir.
Böylesine ucuz yöntemlere başvuranlar, verilerini hep sol üzerinde geliştiriyor olmaları, söylemlerin böylesine isabetsizce gündemleştirmeleri nasıl uğursuzca bir çabanın ve gayretin içinde olduklarını yeterince açıklıyor. Belliki bir dönem belki de sempati duydukları siyasi hareketleri öne çıkararak daha fazla göz doldurmak için düzen içinde yer tutmanın bir gayreti olarak atraksiyonları Taha Akyol masasında adeta bir show sahnesine dönüşüyor. Böyle yaptıkları için çok çabuk kariyer ve paye sahibi olabiliyorlar. Muhterem Kentel, o“ derin sosyolojik analizlerini“ açık ki kariyerine dayalı olarak yapmaya çalışıyor.
Melih Altınok, konuşurken, karşısındakine değil, önüne bakıyor. Cafer ise konuşması sırasında, nevrotik bir hasta görüntüsü vererek tavana bakıyor; yüzünü, gözünü cımralıyor. Elbetteki, bu kadar riyakarliıla, ikbal ve risk peşinde koşanlar, konuşurken, normal insani bir davaranış içinde olamazlar. C bununla da kalmıyor, boyunu asacak işlere karışıyor. İşçilerin, 1 Mayıs kutlamasını Taksim alanında yapmasına karşı çıkıyor. Valinin yalanlarına ortak oluyor. Anlaşılan Cafer de, M. Altınok kadar göz dolduruyor. M.Altınok, solcu sıfatıyla gevezelik yaparken, Marksitliğini de itiraf etmiş oluyor. Altınok, bu maskelerle öylesine ileriye gidiyor ki, Emperyalizmin Süriye‘ye saldırıda ciddi bir tereddüt yaşarken, Altınok bu güçlerle Süriye‘y e saldırmak için amigoluk yapıyor. AKP bataklığında birbirlerine karşı yürütükleri“ demokratlık, solculuk“ yarışına, Orhan Miroğlu da katılarak, “Başbakan ne yapti ki bu kadar nefret ..“ diyerek, Statüko üzerinde yürütülen tartışmada, Başbakanı sahipleniyor.
Başbakan „ Ne yapti ki ? Pes doğrusu. Diyarbakir da, Van da, Siirt de, Polislerin, anaları joplaması, savunmasız kadınları tekmelemeri ne çabuk unutuldu. Cizre de, Nusaybin de ve Bulanık vs. olanaları hatırlamaya bile gerek yok. Yüzlerce gerillanın katledilmesi, çocukların asker, polis kurşunlarına hedef olması size bir şey hatırlatmıyorsa, başka bir sey söylemeye gerek yok. Roboski kaltliamının üzeri örtülmek isteniyor. Hrank DINK‘nin katiller terfi edildi, bir çoğu Kürdistan’da önemli görevlere getirildiler. Bu olan biten Fırat‘ın doğusunda kayıtlara geçtiği gibi, muhakakki Fırat‘ın batısında kayıt altına alınacaktır.
Demokratik dönüşümde mahrum kalmış bir ülkede, üst üste gerçekleştirilen Cuntalar ile Faşizm dikey ve yatay olarak kurumlaşmış, çeşitli zorlamalarla yeni gerici bir sınıfın tarih sahnesine çıkışının ortamı hazırlanmıştır. İşte biz ile tanımlanan ve anlatılmak istenen yüzyılın gerici, şoven kaba milliyetçi üretiminin tüm versiyonlarına karşı her düzeyde tavır almak, baskı altına alınan, sömürülen, onurları ayak altında olan emekçileri duyarlı kılmak, hergün biraz daha kirlenen insanlığımızın önüne geçmek olmalıdır.
XX. yüzyılın başında, Anadolu ve Mezopotamya halklarına karşı İttihat ve Terakki eliyle çok planlı , bilinçli ve alçakca bir katliam gerçekleşti. Bu yüzyılın başında bu tehlike çok daha fazla cidiyetini koruyor. Irak da yaşanan trajedi bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.Tarihi bir de bu yönüyle bilince çıkartmak, anlamak gerekiyor.
Kaynakça
Prof.Dr. Akdağ, Mustafa Türkiye‘nin İktisadi ve İçtimai Tarihi Cilt I,II /Aydın,Erdoğan Nasıl Müslüman Olduk? / Timur,Taner Kuruluş ve Yükseliş Döneminde Osmanlı Toplumsal Düzen, /Dr.Kıvılcımlı,Hikmet
1) Adalar (İberya, Mollarca ve Menorca) Katalanya bölgesinda yer alıyor. Ada Tarım ve hayvancılığın yanısıra Deri, Dokuma ve Gümüş işlemeceliği yapılıyor. Katalanların, Franco faşist diktatörlüğüne karşı aldıkları tavır dolaysıyla Ada adeta taş üstine taş koymadıkları bilinmesine rağmen geçen süre içinde ekonomik alanda önemli gelişmeler sağlandı. Çevrenin korunması odukça önem verilmiş,Türkiye de olduğu gibi kıyılar betonlaşmalaıin öününe geçilmiştir. İspanya, Franco sonrası Federal bir yapıya kavuştu. Katalanya, kendi başına otonom bir bölge. Katalanların dilleri yasal statüye kavuşmuş, aynı zamanda eğitim dili olarak yasal ve serbestce kullanılıyor. Info 2/2013 Torismus in Insel