“Sahi nedir sevmek?
Bi muma ateş olmak mı?
Yoksa yanan ateşe dokunmak mı?”[2]
Güney Amerika’da 20. Yüzyılın son yıllarında baş gösteren ve kıta ülkelerinin büyük bölümünü etkisi altına alan sol yükseliş[3] (kısa sürede kendisine yakışan “Pembe Dalga” adıyla anılacaktı) 2010-2020 aralığında sol partilerin seçim yenilgileri, askeri ve sivil darbeler[4] ile hızlı bir geri çekilme[5] yaşadıktan sonra 2020’den itibaren yeniden yükselişe geçmiş gözüküyor...
2018’de Andre Manuel Lopez-Obrador’un (AMLO) Meksika devlet başkanlığına seçilmesi, bu yeni “Pembe Dalga”nın miladı kabul ediliyor. AMLO’yu 2019’da Arjantin’de Peronist Alberto Fernandez’in devlet başkanı seçilmesi izledi. Ancak kritik dönemeç, 2019’da seçimlere hile karıştırdığı iddiasıyla ABD destekli bir askeri-sivil darbeyle görevden uzaklaştırılıp yurtdışına çıkmak zorunda bırakılan Bolivya devlet Başkanı Evo Morales’in partisi MAS’ın (Sosyalizme Doğru Hareket), 2020’de yenilenen seçimlerde ezici bir çoğunlukla yeniden iktidara gelmesi idi.
2021, neoliberal parantezde sol iktidarlar dönemindeki kazanımlarını yitiren, yoksullarla zenginler arasındaki uçurumun daha da açıldığı, COVID-19’dan kırılmış Latin Amerika ülkelerinde, “Pembe Dalga”nın zirve yaptığı yıldı, denilebilir. Peru’da sendikacı, solcu bir öğretmen, Pedro Castillo devlet başkanı seçilirken, Şili’de 2019’da patlak veren halk ayaklanması, sol ittifak Apruebo Dignidad’ın adayı, eski öğrenci lideri Gabriel Boric’i devlet başkanlığına taşıdı. 2021 aynı zamanda Nikaragua’da Sandinist Daniel Ortega’nın bir kez daha devlet başkanı seçilmesine sahne olurken, Honduras’ta solcu Kurtuluş ve Yeniden Kuruluş Partisinin adayı Ziaomara Castro seçimleri kazanacaktı.
2022’nin “sürpriz”i ise, ilk Pembe Dalga’nın uzağında kalmış, uzatmalı bir iç savaşın, kontrgerilla faaliyetlerinin, narko-trafiğin ve kitle kıyımlarının ülkesi Kolombiya’da eski bir gerilla liderinin, Gustavo Petro’nun devlet başkanlığına seçilmesiydi. Aynı yıl Brezilya’da ise Lula da Silva’nın “Tropikal Trump” Jair Bolsonaro’yu az bir farkla geçerek Brezilya devlet başkanlığı koltuğuna bir kez daha oturmasına tanık olduk.
Bu gelgitin, sol cenahta genel olarak yeis ile öfori arasında bir salınıma yol açtığı söylenebilir. Dalganın çekilişi karşısında sola hâkim olan karamsarlık havası, Boric, Petro ve en son da Lula ile birlikte yerini sualsiz bir iyimserliğe bıraktı…
Oysa artık olan biteni dizginsiz duygulardan çok, sorgulamaya, anlamaya, ders çıkarmaya çalışan bir serinkanlılıkla değerlendirmeye ihtiyacımız var.
Kolombiya’da Petro’nun seçilmesi ve taşıdığı olanak ve sınırlılıkları daha önceki bir yazıda irdelemeye çalışmıştım.[6]
Bu yazıda bu irdelemeyi, Anayasa referandumu ile “duvara toslayan” Şili’nin Boriç’i üzerinden sürdürmek istiyorum.
Şili: Ne Olmuştu, Neler Oluyor?
Sıkça tekrarlanır: Şili, 1980’li yıllarda kapitalizmin krizine “deva” arayışında devreye sokulan neoliberal politikaların deneme tahtası olmuştu.
Sosyalist başkan Salvador Allende’yi 1973 yılında bir darbeyle devirip iktidarı ele geçiren faşist general Augusto Pinochet, “darbeden yaklaşık iki yıl sonra ekonomi yönetiminde köklü bir değişime gitti. Yüksek enflasyon ve aşırı bütçe açığı başta olmak üzere makro dengelerde aşırı bozulma devam etti. (Pinochet)… 20-25 Şikago Üniversitesi doktoralı Şilili ekonomisti ülkeye davet ederek onlara ekonomi yönetimini teslim etti. Bu ekonomistler doktora eğitimleri süresinde yoğunlukla Milton Friedman ve Arnold Harberger’in danışmanlığı altında öğrencilerdi ve uygulayacakları politikalar da daha şimdiden belliydi.
Gruba bizde de daha sonra aynı çağrışımı yapacak bir isim verildi: Şikago’nun Çocukları (Chicago Boys)…
Şikagolu ekonomi takımı ilk yıllarda çok da şaşırmayacağımız, günümüzde Türkiye ekonomisinde de yaşananların çoğunu hayata geçirdi. Biz de emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) kapsamında hükümet tarafının sıkça vurguladığı “Erken emeklilik bütçeye ağır yük getiriyor” yaklaşımıyla öncelikle emeklilik yasasını değiştirdi ve hatta sistemi özelleştirdi. Reel ücretlerde beklendiği gibi kırpmalar yaşandı, dış ticaret rejimi uluslararası rekabet söylemi çerçevesinde serbestleştirildi, sermaye yanlı politikalar uygulanmaya başlandı...
Şikago ekibi arkasından çok önemli bir adım attı ve asgari ücret uygulamasını ortadan kaldırdı. Dahası, işletme ve servet vergilerini düşürme ve sermaye piyasalarını liberalleştirme konusunda Pinochet’i ikna ettiler…
Yaklaşık yedi yıl yalancı zenginlik yaşayan Şili halkı 1982’den sonra acı gerçekle yüzleşmeye başladı.
Ne mi oldu?
Tam iki yıl önce, 20 Ocak 2019’da, The London Globalist yazarlarından Alissa Siara’nın analizinden bir kısım alarak sunalım ne olduğunu...
‘(Şili’deki) strateji sonuçta bir başarısızlıktı. İthalat kısıtlamalarının aniden kaldırılması, Şili endüstrilerini güçlü uluslararası rekabete maruz bıraktı. Sabit döviz kuru ve aşırı değerli Şili pezosu, Şili mallarını daha az rekabetçi hâle getirerek ihracat kazançlarının düşmesine neden oldu. ABD 1982’de faiz oranlarını yükselttiğinde, aşırı değerli döviz kuruyla birleşen yüksek borçluluk, Şili’yi borcunu temerrüde düşürmeye zorladı. Ekonomi çöktü. Neo-liberal deney, ekonomik refah yerine, Şili’ye daha da yüksek borçluluk, işsizlikte on kat artış ve oligopolistik bir şirketler holdinginin egemen olduğu bir ekonomi bahşetmişti. Neo-liberal şok tedavisi, 1969’da başlangıçtaki yüzde 17 olan yoksulluk içinde yaşayan Şilililerin sayısını 1985’te şaşırtıcı bir şekilde yüzde 45’e çıkarmıştı. Komşu ülkeler benzer borç krizlerinden mustarip olsalar da hiçbiri Şili’nin yaşadığı yüksekliğe ulaşamadı ve bu da GSYİH’de yüzde 11 düşüş getirdi ekonomiye.’”[7]
“Chicago Boys” eliyle hayata geçirilen “Şili mucizesi”nin yaldızları, eninde sonunda dökülecekti… Öyle de oldu.
“Şili diktatörlük koşulları altındaki 80’lerin sonlarından 2000’lere, yılda ortalama yüzde 5, kimi yıllarda yüzde 8, 9, 10’a varan oranlarla, son derece gürbüz büyüme hızları yaşadı,” diyor Binghamton Üniversitesi’nden sosyoloji profesörü René Rojas. “Sonuç hayat standartlarında bütünsel bir artıştı; bunu yılda 16-17 000 doları bulan kişi başına GSH ile ölçebilirsiniz. Kâğıt üzerinde model gerçekten de refah sağlamış gibi görünüyordu (…)
Ancak tabii ki, biraz daha kurcaladığınızda aynı nedenlerle Şili’nin devasa bir eşitsizlik düzeyi ve popüler ve toplumsal güvensizlikle karakterize olduyğunu görürsünüz. Nüfusun büyük bir kesiti çok düşük ücretlerle geçiniyordu. Şilililerin yüzde 30 ila 40’ı enformel sektörde çalışmayı sürdürüyordu, yani ailelerini geçindirebilecek yeterli geliri sağlayacak bir işleri yoktu. Pek çok insan sağlık hizmetlerine erişim, çocuklarını saygın bir okula gönderebilme gibi konularda kendi adlarına risk almak durumundaydı. Dev bir soruna yol açan bir başka şey de yaşlıların yaşam koşullarıydı, çünkü emeklilik özelleştirilmişti ve Şili’de emekli yaşlı işçilerin yüzde 70 kadarı asgari ücretin yarısı kadar bir gelir elde edebiliyor… Toplumsal-iktisadi cephede olan biten, bu…”[8]
İktisatçı Atilio Boron’un deyişiyle “Ruanda ile birlikte dünyanın gelir dağılımı en eşitsiz sekiz ülkesinden biri” olan, “ücretli çalışanların yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşayan, en tepedeki % 1’lik nüfusu milli gelirin % 26.5’ini elde eden”[9] bir ülkede bu durum ne kadar sürdürülebilir? Hele ki, 90’lı yıllardaki, faşist diktatörlükten “liberal (?) demokrasiye geçiş” sürecinin, iktidarın “merkez sağ” ile “merkez sol” (başını Şili Sosyalist Partisi’nin çektiği “Concertación” olarak bilinen koalisyon 20 yıl süreyle kesintisiz iktidardaydı) koalisyonları arasında salındığı bir farsa dönüşen koşullarda...[10]
Böylelikle, toplumun farklı sektörlerde zaman zaman başgösteren protestoların 2010’dan itibaren daha kitlesel, kapsayıcı ve uzun soluklu hâle gelmesine şaşmamalı. 2011-12’de tüm ülkeyi saran kitlesel öğrenci protestoları dalgası, böylelikle yalnızca informel sektörün en kırılgan kesimlerini değil, aynı zamanda ülke ekonomisinin anahtar sektörlerinde (madencilik, özellikle bakır) çalışan işçileri ve dok işçilerini de sardı. Ancak kritik dönemeç, 2019’da, yine öğrencilerin toplu ulaşım fiyatlarına yapılan zammın geri çekilmesi için başlattıkları eylemlerin, bir anda tüm ülkeyi kaplaması ve şiddet, taciz-tecavüze karşı çıkan kadınlardan sefalet düzeyindeki emekli maaşlarının yükseltilmesini isteyen emelklilere, asgari ücretin arttırılmasını talep eden işçilere, güvenceli çalışma hakkı isteyen informel sektör çalışanlarına, kimliklerinin tanınması için uğraşan yerli topluluklara… toplumun tüm ezilenlerini-sömürülenlerini içine alan bir orman yangınına dönüştü…
İktidarın tepkisi ise, her iktidarın, son otuz yıldır tüm dünyadaki neoliberalizm karşıtı ayaklanmalar karşısındaki tepkisinden farksızdı: olağanüstü hâl ilanı, ordunun sokağa indirilmesi, dizginlerinden boşanmış bir polis şiddeti, yoldan geçen herkesin üzerine boca edilen biber gazları ve kimyasal madde karıştırılmış basınçlı su, güvenlik güçlerinin protestocuların başlarına, gözlerine nişan alarak sıktıkları plastik mermiler, eylemcilerin üzerlerine sürülen panzerler, ters kelepçeli gözaltılar, kaçırılıp tecavüz-işkence edildikten sonra salıverilen, hatta kaybedilen göstericiler… Şubat 2020 itibariyle 36 göstericinin güvenlik güçlerinin elinde yaşamını yitirdiği, 427 kişinin yaralandığı bildirilecekti. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 18 Ekim-6 Kasım 2019 tarihleri arasında, yani 18 gün içinde 28 000 kişinin gözaltına alındığını kaydediyordu[11]…
Ancak Başkan Sebastián Piñera 25 Ekim 2019 günü Santiago sokaklarını zaptederek istifasını isteyen 1.2 milyonun üzerindeki gösterici karşısında havlu atıp 28 Ekim günü kabinesinden -içişleri bakanı dahil- sekiz bakanı değiştirdiğini, zamları geri aldığını açıklayacak, ayrıca “asgari ücretin artırılması, emekli aylıklarının artırılması, parlamenter maaşlarının düşürülmesi gibi önlemler içeren 20 maddelik bir reform paketi”ni duyuracaktı. Bu vaadler yetmedi… 15 Kasım’da ise yeni bir anayasa hazırlanması önerisinin referanduma sunulacağını açıkladı.
Covid-19 pandemisi nedeniyle 25 Ekim 2020’de gerçekleştirilebilen referandumda seçmenlerin yüzde 51’i oy kullandı ve yeni anaysa hazırlanması önerisi oyların yüzde 78.28’i oranında destek buldu. 16 Mayıs 2021’de ise yeni Anayasa önerisini hazırlayacak 155 Şilili seçilecekti…
Aynı yılın 19 Aralık’ında yapılan başkanlık seçimlerinde de 36 yaşındaki eski öğrenci lideri, solcu Frente Amplio (Geniş Cephe) lideri Gabriel Boric, Şili egemenlerinin ülkeyi sarsan ayaklanmalardan, 30 yıldır sürdürdükleri merkez sağ-merkez sol tahterevallisini bozacak kertede korktuğunun göstergesi olarak aday gösterdiği, faşist diktatör Pinochet’ye hayranlığını sık sık dile getirmekten çekinmeyen, 2017 seçimlerinde oyların yüzde 8’ini alabilmiş[12] José Antonio Kast[13] karşısında oyların yüzde 55.9’unu alarak devlet başkanı oldu…
Peki, kimdi seçilmesi yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da çoğu sol çevrede derin bir öforiye yol açan Gabriel Boric?
Sahi, Boric Kim?
“Şili’nin en genç devlet başkanı”nın 2010’lu yıllardaki öğrenci protestolarının liderlerinden olduğu sık sık vurgulanır. Ancak sol hareketin neresinde yer aldığı, pek bilinmez.
“(…) Bir öğrenci lideri olarak siyasal kökeni, Marksizm ile Gramsci düşüncesine dayanan ve siyasal eylem ile örgütlenişe, kendilerini Şili’nin geleneksel sosyalist kesimlerinin bir hayli soluna yerleştiren bir yaklaşım geliştiren, ‘Otonom Sol’ adlı bir gruba dayanır. Boric 2016’da bu gruptan ayrılarak iktidarı ele geçirmeye, koalisyonlar kurmak dahil daha pragmatik bir yaklaşım benimseyen Frente Amplio koalisyonunu kurdu.
Ancak Boric’in seçim platformuna bakıldığında, o denli radikal gözükecek pek az şeyin olduğu görülür. Kuşkusuz, herhangi bir ilerici gündemde bulunması beklenebilecek tüm onaylar var: feminizme vurgu, yeşil ekonomi, LGBT cemaatinden yerli halklara grupların tanınması. Ama aynı zamanda düzenleme var, millileştirme değil; mali sorumluluk var, savurganlık değil; Merkez Bankası’nın bağımsızlığına adanmışlık var. Haftalık çalışma süresini 44 saatten 40’a indirmeyi öneriyor, bu da Batı Avrupa standartlarıyla uyumlu. Daha ‘aşırı’ önerileri -kamu sağlık hizmetlerinin ve emeklilik kapsamının genişletilmesi, ulusal demiryolu ağının yeniden inşası- kısa vadede iktisadi açıdan verimli olmayabilir, ama pek de devrimci değiller. Yapmaya çalıştıkları şey, Şili kalkınma modelinin doğasını neoliberalden sosyal demokrata dönüştürmek. Gerçekten de ‘devrimci Boric’ bir sosyal demokrat olarak tanımlanma konusunda hiç de mırın kırın etmiyor.”[14]
Gerçekten de, hem Boric’in Frente Amplio’su, hem de onun Şili Komünist Partisi, ekolojistler, bölgeciler ve Hıristiyan Sol’un da katılımıyla oluşturduğu Apruebo Dignidad (Saygınlığı Onaylıyorum) koalisyonu Marksist soldan kuramda ve fiiliyatta bir kopuşa denk düşüyor. Frente Amplio, “radikal demokrasi” kuramcısı Chantal Mouffe’un “çeşitli demokratik direnişleri liberal demokratik rejimden ‘devrimci’ bir kopuşu gerektirmeyen bir tarzda birleştiren bir ‘halk’ı inşa etmeye yönelik bir sol popülist strateji, acil ihtiyaçtır”[15] sözleriyle uyumlu bir “esnekliğe” yatkın olduğunu, ilk günden belli etmeye koyuldu.
Belirtmeye gerek var mı; Mouffe’un jargonuyla “liberal demokratik rejim” ile barışık olmak, “serbest piyasa ekonomisi”yle, yani kapitalizmle barışık olmak demektir. Boric’in yaptığı, tam da bu: kendisini başkanlığa taşıyan seçimlerin ilk turunu faşist aday Kast’ın iki puan gerisinde tamamladığında (başkanlık seçimlerinin Kasım 2021’deki ilk turunda Cumhuriyetçi Parti adayı José Antonio Kast oyların yüzde 26’sını, Boric ise yüzde 24’ünü alarak ikinci tura kalmışlardı), vaadlerini “ılımlılaştırmış”, iş dünyasından ve zenginlerden alacağını söylediği vergiyi yüzde 7’den yüzde 5’e indirmiş, yönetimde “sürekliliğin esas olduğunu” vurgulamış, kendisini “ılımlı” olarak tanımlamıştı. Öyle ki, Şili Sanayi ve Ticaret Konfederasyonu Başkanı Juan Sutil seçimlerden sonra El Mercurio gazetesine yaptığı açıklamada, “Umalım ki seçilmiş başkan ikinci turda benimsediği daha ılımlı politikaları uygular,”[16] sözleriyle ihtiyatlı bir hayırhahlık sergileyecektir.
Gerçekte Boric, ikinci turu bu “ılımlılaşma” sonucunda, Hıristiyan Demokrat Parti adayı Yasna Provoste (ilk turda ot oranı: yüzde 11.8) ile sol-liberal İlerici Parti’nin adayı Marco Enriquez-Ominami’nin (yüzde 7.6) alarak başkan seçilebildi.[17]
Öte yandan, Boric’in Frente Amplio, hatta onu başkanlığa taşıyan Apruebo Dignidad’ın ne Kongre ne de Senato’da çoğunluğa sahip olmayışı (Kongre’de 21 parti temsil ediliyor ve hiçbiri çoğunluğa sahip değil; Senato’da ise Apruebo Dignitad, 50 koltuğun yalnızca beşini elde edebildi…) “liberal demokratik rejim”e bağlılığını her fırsatta vurgulayan Boric’i sermaye politikalarına daha da bağımlı kılıyor.
Aslına bakılırsa, uluslararası sermayenin Boric’in Frente Amplio’sunun “feminist, LGBTIQ+, yeşil, yerlici vb.” iddialarıyla fazla sorunu yok - bunlar sermayenin çıkarlarına çelme takmadığı sürece, tabii ki… Bu nedenledir ki The New Statesman, Guardian, Independent, Economist, Financial Times gibi anaakım medya organları Boric hükümetini “en radikal”, “solcu”, “ilerici”, “feminist”, “içleyici”, “dönüştürücü”,ve toplumsal değişimin habercisi” olarak selamlayabiliyor[18]… Londra’daki Banc Trust’ın araştırma daairesi başkanı Ramiro Blazquez (Şili peso’sunun ve borsasının -özellikle de maden şirketlerinin hisselerinin- seçimlerin hemen ertesinde “Şili Komünist Partisi’nin dahil olduğu sol koalisyonun”[19] başkanlık seçimini kazanmasının ardından keskin bir düşüş yaşamasına rağmen), bu güvenle Boric ve diğer “bölgesel popülistlerin daha dengeli bir siyasal iktidar dağılımı sayesinde radikal politika değişimlerine gitme konusunda ellerinin pek de serbest olmadığını”[20] söyleyebiliyor… Bu nedenledir ki ABD başkanı Joe Biden Boric’in devir teslim törenine bir heyet gönderirken, Boric’le “sosyal adalet, demokrasi ve insan haklarına ortak adanmışlıkları”nı teyit ettikleri bir telefon görüşmesi yapıyor[21]…
Ve Boric, bu nedenledir ki, Küba ve Castro’yu “diktatörlük”le suçlarken, Nikaragua, Venezuela ve Küba’daki insan hakları ihlâllerini mahkûm edip, ABD ve AB destekli Ukraynalı faşistlerin “kahramanlıkları”na alkış tutuyor…
Boric’i “Şili’nin yeni Allende’si”[22] olarak selamlayanlara son bir hatırlatma: Boric’in ne programında ne de (az ileride daha yakından irdeleyeceğimiz) “sakıt” Anayasa taslağında kamulaştırma diye bir gündem yok… Dahası, Boric, hiçbir zaman “Marksist” olduğunu söylemedi.[23] Ve son olarak, Boric’in (seçim süreci boyunca “komünistlerle içli dışlı” olduğu propagandası sağın ana propaganda malzemesi olmasına karşın) Şili Komünist Partisi ile arasındaki ilişki, her an kopuşa gidebilecek bir gerilimle yüklü… Nitekim ŞKP başkanlık seçimlerine önce kendi adayı, Recoleta Belediye Başkanı Daniel Jadue’yi aday gösterirken, Temmuz 2021’deki ön seçimlerde Boric’in öne çıkması nedeniyle Jadue’nin adaylığını geri çekti. ŞKP Frente Amplio’nun 2019 protestoları sırasında Başkan Piñera’nın “yeni anayasa yapma” önerisine destek vermesini ve Boric’in hükümetle yeni anayasa müzakerelerine katılmasını “rejime koltuk değneği” olmakla, sert bir dille eleştirmişti.[24]
Boric sınıf eksenli sol siyasetten koptuğunu yalnızca teoride değil, icraatında da göstermekte gecikmedi. Tüm “yerlici” söylemlerine ve Anayasa taslağındaki “çok-ulusluluk”, “çokkültürcülük” vaadlerine karşın, yerli halklar için bir çeşit özerklik vaat eden Anaysa taslağının açıklanmasından birkaç gün sonra Boric hükümeti, (Allende’ye karşı darbede de önemli bir rol oynayan) Kamyon Sürücüleri Federasyonu’nun da kışkırtmalarıyla, Mapuche cemaatlerinin çokuluslu şirketlerin maden çıkarma ve ormansızlaştırma faaliyetlerine karşı uzun süredir direndiği Araucania’da “olağanüstü hâl” ilan etti. Bölge, çokuluslu şirketlere karşı mücadele veren yerli eylemcilere yönelik saldırı ve suikastlerin Boric’in başkanlığa gelmesinden sonra da sürmesi ve hükümetin bu cinayetleri soruşturma konusunda ayak sürümesi nedeniyle, yeterince gergindi. Apruebo Dignidad içişleri bakanının Mapuche cemaatine haber vermeden, üstelik de ordu birliklerinin koruması altında Araucania’yı “ziyaret” etmesi gerilimi iyice tırmandırmış, ziyaret sırasında silahlar patlamış, cemaat önderleri bu tür dayatmalara boyun eğmeyecekleri yönünde sert açıklamalarda bulunmuşlardı. Hükümetin ortalığı yatıştırmak amacıyla Kongre’ye sunduğu, bölgeye giriş-çıkışlardaki askeri denetimi hafifletme önerisi ise, yalnızca muhafazakâr vekillerin değil, Boric’in koalisyonunun kimi üyelerinin oylarıyla reddedilecekti! Takiben ilan edilen olağanüstü hâl ise, eski emniyet müdürlerinden Miguel Ángel Toledo’nun da ifade ettiği üzere, “yalnızca ormancılık şirketlerinin çıkarlarına hizmet ediyor”du. [25] OHAL ilanının hemen ardından, çok bildik bir şey oldu: Mapuche örgütleri “terör örgütü” ilan edildi!
“İhanete uğradıklarını” düşünenler yalnızca Mapucheler değil… Şili’nin “en genç başkanı”nı bağırlarından çıkartan Şilili öğrenciler de, eylemliliklerini sürdürüyor. Ve hemen her eylemlerinde bu kez Boric’in Carabinero’larının (jandarma) gözyaşartıcı bombaları, basınçlı suyu ve gözaltılarıyla karşılaşıyorlar![26]
Şili’nin Rechazo’su
Geçtiğimiz günlerde, olayları kamuoyunda büyük bir şaşkınlık, sol çevrelerde ise derin bir düşkırıklığı yaratan bir olay oldu. 2019 kalkışmasının hemen ardından, Başkan Piñera’nın ortalığı yatıştırmak üzere çağrısını yaptığı ve hazırlanması Şili halkının büyük çoğunluğunun oylarıyla kabul edilen yeni Anayasa önerisi, bu kez büyük çoğunluğun oylarıyla reddedildi…
Şili’nin “yeni anayasası”na giden süreç, şöyle özetlenebilir:
“Kitlesel protestoların başlangıcından bir ay sonra 15 Kasım 2019’da “Yeni anayasa ve sosyal barış anlaşması” imzalandı. Bir yıl sonra, 25 Ekim 2020’de, düzenlenen anayasa referandumu yüzde 78’le kabul edildi. Anayasa referandumundan yedi ay sonra da 16 Mayıs 2021’de, ‘yeni anayasayı yazacak’ 155 sandalyeli Kurucu Meclis’in üyeleri halk tarafından seçildi. Anayasal Konvensiyon denilen Kurucu Meclis’in çoğunluğu da solculardan oluştu. Sağ partiler azınlıkta kalırken Meclis’te çoğunluğu oluşturan sol, sosyalist partilerin üyeleri ve sosyal hareketlerin bağımsız üyelerinin yanına yerli halkların 17 temsilcisi de eklendi. Haziran 2021’de ise 78 erkek ve 77 kadın üyenin halk tarafından seçilerek oluşturduğu Meclis’in üyeleri görevlerine başladı. İlk oturumda Kurucu Meclis Başkanlığı’na Mapuche yerlisi akademisyen Elisa Loncon seçildi. Ülkenin geleceğini şekillendirecek Kurucu Meclis, anayasa yazımına başladı.”[27]
Şili’nin Kurucu Meclis’i, büyük ölçüde “zamanın ruhu”nun ve de gücünü sokaktan alan Frente Amplio’nun basıncına uygun olarak, siyasi partilerin müdahalesinden bağımsız unsurları dâhil edecek biçimde oluşturuldu. “Kurucu meclisin üçte ikisini toplum içerisinden kişiler oluştururken, üçte birini siyasi partilerin temsilcileri oluşturuyor. Bu üçte ikisinin yarısını ise belirli sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri oluşturuyor. Bunların içerisinde çevre örgütlerinden, kadın hakları örgütlerinden, taban örgütlerden kişiler var.[28] Diğer yarısı ise siyasi partilere üye olmayan ancak geçmişte partiler ile ilişkisi olan kişiler. Geri kalan üçte biri ise parti temsilcileri. Böyle bir dağılımın olmasının nedeni anayasa yapım sürecinin toplumsal bir patlama, eski anayasaya yönelik bir başkaldırıyla meydana gelmesi.”[29] Bir başka deyişle, bir “tepki oluşumu”…
Ergin Yıldızoğlu bu bileşimin hazırladığı Anayasa’nın referandumda reddedilmesini, “Şunu asla unutmamak gerekiyor: Her yeni anayasa yeni bir iktidar kompozisyonunu (siyasi ya da “pasif devrimi”) temsil eder; kurmaz, yaratmaz, kurulmuş olanı, post factum, ifade eder. Bu bağlamda, Anayasa ne kadar radikal ise, oylama öncesinde, siyasi iktidar, en azından siyasi dengeler o kadar değişmiş olmalıdır. Yoksa Şili’deki gibi, tüm haklı, ilerici taleplerine karşın o anayasa taslağı gerçekleşemez, bir fantezi olarak kalır. Devrim olmadan ‘devrimci anayasa’ olmuyor...”[30] sözleriyle tartışıyor…
Gerçekten de, yeni Şili Anayasası taslağı, tabandan gelen “müesses nizamı dönüştürme” arzusuyla dümeni ele geçirenlerin “düzeni yıkma korkusu” arasında bir yere sıkışmış gözüküyor. Anayasa yazıcılarının mevcut siyasi partilerin temsilcilerinden oluşmaması, sıradan insanlar olması istenmiş, ama Kurucu Meclis’in çoğunluğu, “sivil toplum temsilcileri” beyaz yakalılardan seçilmiştir. Her biri kendisine ayrılmış kotalar oranında temsil edilen çevreciler, feministler, LGBT+’lar, yerli cemaatleri vb. İşin ilginci, “kimlik eksenli temsil” ağır basarken, “emek ekseni” Kurucu Meclis bileşiminde pek az vurgulanmış gözüküyordu. Örneğin, “Kurula gireceği tahmin edilen Birleşik İşçi Merkezi de temsil hakkı kazanamadı. Yıllardır sosyal güvenlik sisteminin yeniden tasarlanması için çalışan NO+AFP grubu da birçok aday çıkarmasına rağmen yalnızca bir sözcü çıkarabildi. Seçimin toplumsal hareketler için büyük zafer olduğunu söylemek de güç. Azınlık temsilcisi gruplar, ekolojistler ve öğrenci grupları olumlu sonuçlar alırken, örgütlü emek grupları beklenen başarıyı yakalayamadı,”[31] diyor Pablo Abufom.
Yeni anayasayı kaleme almak üzere bir araya gelen temsilciler, bizim de alışık olduğumuz tarzda, kendilerine verilen 9+3 aylık sürenin üç ayını çalışma yöntemi konusundaki tartışmalarla geçirdi.[32]
Kurucu Meclis’in sonunda ortaya çıkardığı Anayasa önerisi sol çevrelerde genellikle coşkuyla karşılandı.[33] Hem Pinochet yadigârı darbe anayasasının değiştirilmesi önerisi, hem de yeni anayasanın mevcut parlamento tarafından değil de yeni seçilecek bir kurul tarafından hazırlanması önerisi Ekim 2020’deki referandumda yüzde 78’lik bir çoğunluk tarafından kabul edildiğinden, taslağın referandumda kabul edilmesine “çantada keklik” gözüyle bakılıyordu.
Peki, neler vardı 178 sayfalık, 388 maddeli yeni Anayasa önerisinde?
Öncelikle, yeni Anayasa taslağı, devletin üniter ve merkezi yapısına vurgu yapan eski Anayasa’nın aksine, Şili’yi “Çok uluslu, kültürlerarası, bölgesel ve ekolojik bir sosyal ve demokratik hukuk devleti” olarak tanımlamaktaydı. Taslakta temel insan haklarının yanısıra, engelli ve yaşlı bireylerin hakları (istihdam ve yaşamın tüm alanlarına eşit katılım, sosyal güvenlik vb.), yerli halkların hakları (kendi kaderini tayin, kültürünü koruma, ülkenin sosyal-siyasal-iktisadi yaşamına eşit katılım); özgür, laik, kamusal eğitim; ücretsiz, yaygın, erişilebilir kamusal sağlık hizmetleri hakkı, tüm yurttaşları kapsayan sosyal güvence hakkı; hakkaniyetli bir ücretle, insan onuruna yakışan bir işte çalışma hakkı, insana yakışır ve yeterli barınma hakkı; yeterli, sağlıklı, gıdaya erişim hakkı; yeterli, sağlıklı, kabul edilebilir, uygun fiyatlı ve erişilebilir su hakkı; asgari düzeyde uygun fiyatlı ve güvenli enerjiye ulaşım hakkı; cinsel-duygusal yönelimler dâhil kimliğini özgürce yaşama ve geliştirme hakkı, toplumsal cinsiyet eşitliği, devletin doğayı koruma yükümlülüğü[34]…
Buna karşılık, Anayasa önerisinde kapitalist modelinden vaz geçildiğine dair herhangi bir önerme yoktu: örneğin kaynakların kamulaştırılmasından söz edilmiyordu (“Pek çok yatırımcı Şili’nin 1980 Anayasası’nda temellenen imtiyaz modelini geçici, geri alınabilir izinlere dönüştürmeye yönelik önerinin reddedilmesiyle rahat bir soluk aldı,”[35] diyor Nick Burns, Americas Quarterly’deki yazısında.) Ya da Şili emekçilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan informel sektör, görmezden gelinmişti…
Yeni Anayasa önerisi, toplumda beklenen karşılığı bulamadı. Ocak-Haziran 2022 tarihleri arasında yapılan kamuoyu araştırmaları, onayın yüzde 60’lardan yüzde 30’lara istikrarlı bir düşüş sergilerken, red oylarının ise yüzde 35’ten yüzde 50’nin üzerine aynı istikrarla yükseldiğini gösteriyordu.[36] Ve 4 Eylül 2022 günü gerçekleştirilen referandumla Anayasa önerisi, yüzde 62’yi aşan rechazo oyuyla reddedildi… Üstelik de “rechazo”cuların çoğunluğu, işçi-emekçi sınıf mensuplarıydı.[37]
O gün bugündür rechazo’nun nedenleri tartışılıyor: Boric iktidarının seçim zaferinin ardından rehavete kapılmış olması, Anayasa’nın yeterince anlatılamaması, sağın manipülasyonları, medyanın kara propagandası, sosyal demokratların ihaneti,[38] Boric’in popülaritesinin düşmesi, siyasal maksimalizm, ülkeyi yeniden kurma iddiası taşıyan radikalizm, sağın Kurucu Meclis’ten dışlanmış olması ve bu nedenle de yeni metnin hazırlanmasına katkıda bulunamaması, metnin çok uzun ve anlaşılmaz bir dille kaleme alınmış olması…[39] vb. vb.
Ancak belirleyici etken, öyle gözüküyor ki, Anayasa önerisinin Senato yerele ağırlık tanıyan Bölgesel meclislerle ikamesi yani adem-i merkezileşme ve ülkenin “çokuluslu” niteliğinin ilanıyla yerli topluluklarına (kendi örfi mahkemeleri dahil) geniş özerklikler tanıyan bir adem-i merkeziyetçilik ve çoğulculuğun ilanıydı.
Bunun neden “sorun” olduğunu anlayabilmek için, Şili’nin “Yerli sorunu” üzerine kısaca da olsa bir göz atmak gerekir. Yerlilerin nüfusun yaklaşık yüzde 6.6’sını oluşturduğu Şili’de “Yerli sorunu” pratikte “Mapuche sorunu”dur. Mapucheler tüm yerlilerin yüzde 87.2’sini oluştururlar ve yoğunluklu olarak ülkenin güneyindeki Araucania bölgesinde yaşarlar.[40] Mapucheler tüm kıtada İspanyol işgalcilere karşı en uzun süreli direnmiş ve özerkliklerini en uzun süre koruyabilmiş halkıdır. Şili ordusu bölgeyi ancak 1880’lerde kontrol altına alabilmiş ve bölge Şili topraklarına katılmıştır. Ancak bu “Mapuche sorunu”nun sonu olmayacaktı. Özerklik talebi 20. Yüzyıl boyunca sık sık dile getirilirken, diktatörlük yıllarında 1960’lı yıllarda cemaatlere dağıtılan toprakların geri alınmasıyla birlikte Mapuche direnişi radikalleşecektir. Cemaat topraklarının iadesi, Mapuche topraklarında hidroelektrik santrallerin inşa edilmesi ve kereste şirketlerinin Mapuche topraklarındaki ormanlardaki faaliyetleri Mapuche mücadelesinin başlıca eksenlerini oluşturmaktadır ve Cunta’dan bu yana Şili hükümetlerinin Mapuche direnişine karşı tepkisi, “teröre karşı mücadele” bağlamına yerleşmektedir. Sivil direnişçiler, Mapuche önderleri sık sık tutuklanarak cezaevlerine konulmakta, “faili meçhul”lere kurban edilmekte, yerleşimlerine düzenlenen saldırılarla köyler yakılmakta, kadınlara tecavüz edilmekte, köyler göçertilmekte… özetle, bizim burada bildiğimiz herşey orada da yaşanmaktadır.
Ancak sorun, Şili halkının büyük çoğunluğunun bunu böyle bilmemesidir. Şili’nin latino ve mestizo’larının büyük bölümü açısından “Mapuche sorunu” bir “terör sorunu”dur: “Cadem’in Mayıs 2022 kamuoyu araştırmasına göre Şilililerin % 76’sı Araucania bölgesinde terörizm olduğuna inanıyor. Bu 2017’de bu kanıyı paylaşan % 56’ya göre bir artıştır. Cadem araştırmaları aynı dönemde Araucania’da terörizm olduğu fikrine karşı çıkanların oranının % 41’den % 19’a gerilediğini gösteriyor.”[41] Şili nüfusunun büyük çoğunluğunun bilinci, Cunta rejiminden post-Cunta dönemine, “Şili’nin bölünmez bütünlüğü”, “Tek devlet, tek millet, tek bayrak”, “üniter devlet” dictum’larıyla biçimlenmiştir ve Mapuche’leri (ve diğer yerli halkları) Şili’nin “beyaz uygarlığını tehdit eden teröristler” olarak görmeye şartlanmış “orta sınıf benmerkezciliği”nin damgasını taşır. Siyasal ortam gerildikçe bu duygular daha fazla yüzeye vurmaktadır. Şili’nin neoliberal rüzgârların zirve yaptığı 80’ler sonu 90’lar başlarında Latin Amerika ülkelerinin büyük çoğunluğunu etkisi altına alan ve BM ile ILO’nun “Yerli Halkların Hakları”yla ilgili düzenlemelerini ulusal yasalara geçirmeye karşı en fazla direnen ülkelerinden biri olduğu, unutulmamalı…
Bu nedenledir ki, rechazo sonrası kutlamaların başlıca sloganın, “Yaşasın Şili! Reddediyorum! Mutluyum! Biz tek bir ulusuz, Mapuche (yerli halklar) Şilili’dirler, çokulusluluk yoktur!”[42] olmasına şaşmamalı.
* * *
Velhasıl, Şili’nin yeni Anayasası’na, devrimci 2019 kalkışmasını “müesses nizamın özü”ne, yani mülkiyet ilişkilerine dokunmadan, sosyal-demokrat vaad ve önlemlerle temellük edip yatıştırma işlevi gören bir iktidarın, “devrimcileştiremediği”, daha doğrusu “devrimcileşmesini engellediği” bir halkın önüne koyduğu “yeni sol” (Sungur Savran’ın isabetli tanmıyla “postmodern”[43]) fantazmalar damgasını vurmuştu. Nüfusun yüzde 30-40 kadarı informel sektörde çalışan, gelir dağılımı bakımından dünyanın en eşitsiz ülkelerinden birinde, emekçilerin, yoksulların, feminizmi, LGBTI haklarını, çevre duyarlılıklarını, hayvan haklarını, yerli özerkliğini içselleştirmeleri, bu taleplerin hayatlarına dokunduğunu kavramalarıyla mümkün olabilecektir ancak. Bunun için ise, önerilen düzenlemenin yaşamlarında köklü değişimlere yol açacağına inanmaları, daha da önemlisi, bu “yeni hayat”ın kurulmasına bizzat katılmaları gerekir. İşçi sınıfı, emekçiler, kendileri için geceleri yatağa aç girmeyecekleri, parasızlıktan hastane kapılarından çevrilmeyecekleri, çocuklarını kaygısızca yeteneğine ve hevesine uygun bir okula gönderebilecekleri, işsizlik korkusu çekmedikleri… bir ülkeyi el birliğiyle inşa etme sürecinde, dönüştürürler kendilerini.
Şili’de ise bu özlemler beyaz yakalı “yeni sol” elinde müphem “vaad”lere dönüşürken emekçiler “yeniden inşa” sürecinden dışlandı. Sokaklardan evlerine, okullarına, işlerine dönerek sadece oy/onay vermeleri istendi kendilerinden.
Döndüler de. Ama bu “normale dönüş”ün acısını çıkartacaklardı. Boric’li ayların yaşamlarında herhangi bir değişim getirmediğini, yine aç, yine işsiz, yine güvencesiz olduklarını duyumsadıkları ölçüde, iktidara parlak vaadlere karınlarının tok olduğu mesajını göndererek...
Şimdiden yeni Anayasa’yı “uzmanlar”a yazdırma önerilerinin tartışılmaya başlanmasına bakılırsa, rechazo olasıdır ki Boric’e iktisadi-siyasal elitlerle daha yakınlaşma, kendisini iktidara taşıyanlara ilişkin daha fazla tavizin yolunu açacak. Şili’de öyle görülüyor ki “Bir devrimci durum ‘yeni sol’ fantezilerle nasıl heder edilir?”in bir örneğini yaşıyoruz. Tıpkı Çipras’ın SYRIZA’sında, İspanya’nın Podemos’unda olduğu gibi…
9 Kasım 2022 10:22:55, İstanbul.
N O T L A R
[1] 3 Aralık 2022 tarihin İstanbul Özgür Üniversite’de yapılan sunum… Kaldıraç, No: 257, Aralık 2022…
[2] Şems-i Tebrizi.
[3] “Sürecin Hugo Chávez’in 1999’da iktidara gelmesiyle başladığı söylenebilir. Ardından 2000’de Şili’de Ricardo Lagos’un, 2002’de Brezilya’da Lula’nın, 2005’te Bolivya’da Evo Morales’in, 2006’da Ekvator’da Rafael Correa’nın seçim zaferleri yaşandı. Arjantin’de 2002’de sol-Peronist Nestor Kirchner, Uruguay’da Geniş Cephe’nin (Frente Amplio) adayı Tabare Vazquez’in seçilmeleri de solun başarı hanesine yazıldı.” (Hayri Kozanoğlu, “Latin Amerika’da İkinci Pembe Dalga Yükselirken”, Birgün Pazar, Yıl:19, No:803, 31 Temmuz 2022, s.8.)
[4] “…Pembe dalga, sermayenin ve emperyalizmin kapsamlı hegemonyasını tehdit ediyordu, önlenmeliydi. Latin Amerika’da başkanlık sistemi yaygın. Bazen konjonktürel etkenlerle solcu bir lider başkan seçilebiliyor veya seçildikten sonra sola kayıyor. 2010’lu yıllara doğru egemen güçler yeni bir önleyici yöntem keşfetti: Sivil/askeri darbe karışımları.
Bir darbe solcu lideri iktidardan uzaklaştırıyor, ama temsilî demokrasiye hızla dönülüyor: İlk örnek 2009’da Honduras’ta uygulandı. Başkan Manuel Zelaya bir darbeyle sabah saatlerinde alındı, uçağa bindirildi, Honduras’tan Kosta Rika’ya sürgüne götürüldü. Aynı gün meclis toplanıp başkanı görevden aldı ve başkan ve partisinin katılması engellenen bir seçimle iktidar ABD yanlısı faşist bir başkana devredildi. 2012’de Paraguay’da benzer bir operasyon gerçekleştirildi. 2019’da Bolivya’da Evo Morales darbeyle devrildi, parlamento başkanı kendisini geçici başkan olarak atadı.
Askerî değil “sivil darbe” özelliği taşıyan bir örnek 2015’te Brezilya’da denedi. Brezilya’da İşçi Partisi’nden Başkan Dilma Roussef’in iktidardan uzaklaştırılması, geçersiz suçlamalarla parlamento tarafından gerçekleştirildi. Daha sonra, bir önceki başkan Lula da Silva’nın başkanlığa getirilmesi, tümüyle düzmece olduğu sonra ortaya çıkan suçlamalarla yargılanması sonunda önlendi. Faşist Jair Messias Bolsonaro’nun 2019’da iktidara gelmesi böyle mümkün oldu. 2009-2019 arasında on yıl boyunca, sözünü ettiğim yarı-sivil darbeler solcu iktidarlara son verdi.” (Tuna Koç, “Prof. Dr. Korkut Boratav: Şili’den Alınacak Dersler”, Birgün, 24 Aralık 2021, s.5.)
[5] Brezilya’da Lula’nın ardılı Dilma Roussef’in 2016’da bir parlamento darbesiyle görevden alınması; Bolivya’da Evo Morales’e karşı 2019’da gerçekleştirilen asker destekli sivil darbe; Ekvator’da Rafael Correa’dan sonra devlet başkanı seçilen Lenin Moreno’nun sağa çark ederek neoliberal politikaların savunuculuğuna soyunması; Arjantin’de Cristina Kirshner’in seçim yenilgisiyle yerini 2015’te sağcı-liberal Mauricio Macri’ye bırakması; Honduras’da Manuel Zelaya’nın 2009’da ordu müdahalesiyle Kosta Rika’ya sürülmesi; Paraguay’da Fernando Lugo’nun 2012’de Senato tarafından azledilmesi; Uruguay’da Tabare Vasquez’in yardımcısının adının karıştığı yolsuzluk nedeniyle gözden düşmesi sonucu destekçisi Geniş Cephe’nin adayı Daniel Martinez’in 2019 seçimlerinden yenik çıkması…
[6] Bkz. Sibel Özbudun, “Kolombiya, Yeni ‘Pembe Dalga’… ve Düşündürdükleri”, Kaldıraç, Ağustos 2022, sayı 253, ss.68-76.
[7] Veysel Ulusoy, “Şikago Çocukları”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2022, s.9.
[8] Cale Brooks ve Nando Vila, “Will Neoliberalism Finally End in Chile? An Interview with René Rojas” Jacobin, 07.06.2021, https://jacobin.com/2021/06/rene-rojas-interview-democracy-new-constitution-constituent-assembly-plebiscite-left-chile
[9] Alp Altınörs, “Şili’de Neler Oluyor?”, Sendika.org, 29 Ekim 2019, https://sendika63.org/2019/10/silide-neler-oluyor-alp-altinors-arti-gercek-567272/
[10] “İktidarı paylaştılar ve siyasal sistemin, tüm siyasa kararlarını alan ve Şilililerin büyük çoğunluğunu dıştalayarak kendilerini yabancılaşmış, temsil-dışı hissetmelerine yol açan oligarkları haline geldiler,” diyor René Rojas.Böylelikle Şili’nin darbe sonrası ilk seçimlerine katılım oranı yüzde 90’ları bulurken, otuz yıl kadar sonra, 2017’de bu oran yüzde 40’a düşecekti. Şilililerin çoğunluğu, kendilerini sistemin içinde hissetmiyorlardı. (Cale Brooks ve Nando Vila, a.y.)
[11] Wikipedia, 2019-2022 Chilean Protests, https://en.wikipedia.org/wiki/2019%E2%80%932022_Chilean_protests
[12] Ilerene Rojas, “Şili Siyasi Devrime Adım Adım İlerliyor”, Birgün, 18 Aralık 2021, s.13
[13] “Kast 9 çocuklu koyu Katolik, Pinochet hayranı, kürtaja ve eşcinsel evliliğine karşı görüşleriyle tanınan toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef tahtasına koyan, çekirdekten yetişme bir politikacı. Babası Almanya doğumlu, sahte dokümanlarla ülkeyi terk etmiş bir Nazi askeri. Kardeşi Miguel Pinochet’in Çalışma Bakanlığı ve Merkez Bankası başkanlığı görevlerinde bulunmuş bir Chicago Oğlanı. Kendisi mecliste evanjelik sağ ile işbirliği hâlinde ultra muhafazakâr politikaların bayraktarlığını yapıyor. Ülkenin kuzeyinde 3 metre derinliğinde hendekler kazarak Venezüella, Haiti vb. yerlerden gelecek mültecileri engellemek gibi tiksindirici görüşlerle Trump’a özeniyor. Girişim özgürlüğünü sağlamak, kanun ve düzeni tesis etmek temalarını öne çıkararak özellikle orta yaşın üzerine muhafazakâr seçmene, ülkenin taşrasına hitap ediyor. “Eşcinsel Lobisi” gibi cinsiyetçi mesajlarla rakibini karalamaya çalışıyor. Ülkeye komünizm geliyor diyerek korku iklimini sermaye yapıyor.” (Hayri Kozanoğlu, “Şili’de Solun Büyük Zaferi”, Birgün, 21 Aralık 2021, s.11.)
[14] Robert L. Funk, “Gabriel Boric and the New Left’s Old Problem”, Americas Quarterly, 13 Aralık 2021, https://americasquarterly.org/article/the-new-lefts-old-problem/.
[15] Akt.: Mauricio Saavedra, “Pseudo-left president takes office in Chile”, 18 Mart 2022, https://www.wsws.org/en/articles/2022/03/18/chil-m18.html
[16] “Chile’s stock market and currency fall after Boric wins presidency”, Financial Times, https://www.ft.com/content/b812367a-c020-43fa-b9a3-412546248604
[17] “Umut Korkuyu Mutlaka Yenecek”, Birgün, 18 Aralık 2021, s.13.
[18] Akt.: Mauricio Saavedra, “Pseudo-left president takes office in Chile”, 18 Mart 2022, https://www.wsws.org/en/articles/2022/03/18/chil-m18.html. Örneğin Financial Times, sermayenin Boric’e bağladığı umudu şu satırlarla dile getiriyor: “Boric’in Şili’nin, bu kez büyüme ve özel girişimi muhafaza ederken daha adil ve yeşil bir toplum yaratarak yeniden bir örnek ülke olabileceğini gösterme yolunda ender bir fırsatı var. Bu hem Latin Amerika, hem de gelişmekte olan dünya için yeni bir model olabilir.” (a.y.)
[19] “Chile’s stock market and currency fall after Boric wins presidency”, Financial Times, https://www.ft.com/content/b812367a-c020-43fa-b9a3-412546248604
[20] “Chile’s stock market and currency fall after Boric wins presidency”, Financial Times, https://www.ft.com/content/b812367a-c020-43fa-b9a3-412546248604
[21] Bkz. Saavedra, a.y.
[22] “Tarih: 19 Aralık 2021 / Gabriel Borik liderliğinde sol cephe Şili’de iktidar oldu./ Yani, Salvador Allende kazandı./ Yani, kamuculuk kazandı./ Yani, Pinochet kaybetti./ Yani, neo-liberalizm kaybetti./ Yani aslında ABD/ CIA kaybetti/ Şili solu canıyla verdiği 50 yıllık mücadeleyle nihai zaferi kazandı…” (Soner Yalçın, “Nazi Cemaati”, Sözcü, 24 Aralık 2021, s.10.)
[23] “Boric’in seçim vaatleri, Avrupa’daki sıradan bir liberal demokratın seçim vaatleriyle aynı. Burada liberal demokrat eğilimleri baskın olarak kendisini gösteriyor. Yeşil, kimlik, çevre, cinsel haklar gibi meseleler ve kavramları çok sık şekilde zikrederken; devletin dönüşümüne ve üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkilerinin eşitlik temelinde yeniden örgütleneceğine dair bir şey söylemiyor.” (Serhat Halis, “Plazadan Sallanan Pembe Bayrak”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:774, 26 Aralık 2022, s.11.)
[24] Pablo Abufom, “Şili’de Halk, Diktatör Kalıntılarını Siliyor”, Birgün, 24 Mayıs 2021, s.5.
[25] Carole Concha Bell, “Chile’s Identity Crisis: Mapuche Still Under Fire”, NACLA, 31 Mayıs 2022. https://nacla.org/chile-mapuche-boric-emergency
[26] “Şili’de solun ortak adayı olarak seçime girip ve kazanan Gabriel Boric’in seçim öncesinde sunduğu programdan ‘sağa saptığı’ yönünde yorumlar yapılmaya başlandı. 4 Eylül’de Anayasa referanduma gidilecek olan ülkede Boric’e olan destekte de azalma var. Gençlik hareketinden gelen Boric’in iktidarına karşı öğrenci eylemleri ve yerli halkların tepkisi var. Geçtiğimiz günlerde başkent Santiago’da yüzlerce öğrenci gıda sübvansiyonlarının artırılması ve okullardaki yapısal iyileştirmeler talebiyle sokağa çıktı. Öğrencilerin eylemine polis TOMA’larla saldırdı.” (“Boric’ten U dönüşü: Yerli Örgütler ‘Terör Örgütü’ İlan Edildi”, 4 Haziran 2022… https://rojnameyanewroz3.com/boricten-u-donusu/)
[27] İbrahim Varlı, “Şili Solu Yol Gösteriyor”, Birgün, 2 Kasım 2021, s.5.
[28] Sungur Savran, Kurucu Meclis’e “sol”un gösterdiği adayları şöyle tarifliyor: “Kurucu Meclis’e sol adına seçilenler aslında önemli ölçüde küçük burjuvazinin zengin modern kanadından ya da ücretli çalışanların ayrıcalıklı eğitimli katmanından gelmedir: öğretim üyeleri, gazeteciler, avukatlar, sanatçılar, dişçiler. Bunlardan biri oyunu çevrimiçi olarak duştan verirken yakalanmıştır. Bir başkasının, hem de meclisin başkan yardımcısının, sağlık sisteminin zalim karakterini ortaya koymak için kanser olduğuna dair yalan söyleyerek seçildiği ortaya çıkmıştır. İşçi-emekçi dünyasından kopuk insanlar yüzünden işçi sınıfı anayasaya sırtını çevirmiştir.” (Sungur Savran, “Şili Halkı Postmodernizmi Neden Reddetti?”, 5 Ekim 2022… https://gercekgazetesi1.net/politika/sili-halki-postmodernizmi-neden-reddetti )
[29] Umut Serdaroğlu, “Claudia Heiss: Pinochet Anayasası Tarihe Gömülecek”, Birgün, 21 Mayıs 2022, s.10.
[30] Ergin Yıldızoğlu, “Şili (İngiltere) Dersleri”, Cumhuriyet, 22 Eylül 2022, s.8.
[31] Pablo Abufom, “Şili’de Halk, Diktatör Kalıntılarını Siliyor”, Birgün, 24 Mayıs 2021, s.5.
[32] Yücel Demirer, “Şili’den Türkiye Soluna Mektup”, Evrensel, 17 Eylül 2022, https://www.evrensel.net/yazi/91614/siliden-turkiye-soluna-mektup
[33] “Umudun Anayasası” (Deniz Alp Yılmaz, Birgün 19 Temmuz 2022); “Halkçı anayasa” (İbrahim Varlı, “Ertan Erol: Halkçı Anayasayı Engelleyenlerin Hedefinde Solcu Başkan Boriç Var”, Birgün, 7 Eylül 2022, s.11); “en ilerici Anayasa (“Şilililer ‘En İlerici Anayasa’yı Reddetti”, 5 Eylül 2022, https://avrupademokrat.com/silililer-en-ilerici-anayasayi-reddetti/) “yurttaşların eşitliği ilkesine dayanan ilerici, feminist, ekolojik ve sosyal bir anayasa” (İbrahim Ö. Kaboğlu, “Şili ve Türkiye’de Anayasa Güncelliği”, Birgün, 15 Eylül 2022, s.4), vb. vb.
[34] Deniz Alp Yılmaz, “Umudun Anayasası”, Birgün, 19 Temmuz 2022, s.11.
[35] Nick Burns, “Chile’s Proposed Constitution: 7 Key Points”, Americas Quarterly, 7 Temmuz 2022, https://www.americasquarterly.org/article/chiles-proposed-constitution-7-key-points/
[36] Nick Burns, a.y.
[37] “Önce ‘hayır’ oyunun sahibinin emekçi halk olduğunu saptayalım. 2020 referandumunda ‘hayır’ oyunun başını Şili’nin en zengin mahalleleri çekmişti. Şimdi ise en yüksek ‘hayır’ en yoksul mahallelerde çıktı! Şili’nin 346 belediyesinden sadece 8’inde ‘Evet’ oyu çoğunluk elde etti! İşçi sınıfının yaşadığı bölgelerin hemen hemen hepsi (Recoleta, La Pintana, La Granja, Lo Espejo ve başkaları), geçmişten beri hepsi solun kalesi olduğu hâlde ‘hayır’ dedi! Bunlardan Recoleta’da Komünist Partili Belediye Başkanı Jadue 2021 Mayıs seçiminde %64 oy almıştı. ‘Hayır’ diyen başkent Santiago son seçimde 33 yaşında Komünist Partili bir kadın belediye başkanı seçmişti.” (Sungur Savran, “Şili Halkı Postmodernizmi Neden Reddetti?”, 5 Ekim 2022… https://gercekgazetesi1.net/politika/sili-halki-postmodernizmi-neden-reddetti)
[38] İbrahim Varlı, “Dünyanın En İlerici Anayasası Neden Reddedilir?”, Birgün, 6 Eylül 2022, s.10. Merkez solun parçası olan kimi gruplar da anayasa önerisini desteklemedi. Örneğin, “geçmiş Concertación hükümetlerinde görev almış bakanlar, eski kongre üyeleri, üniversite rektörleri ve akademisyenlerin olduğu bir grup Amarillos for Chile (Şili İçin Sarılar) ismiyle bir araya gelip teklife karşı kampanya yürüttüler.” (Sabancı Üniversitesi’nden Dr. Oya Yeğen’in açıklamaları, “Gerçekti, Düş Oldu”, Birgün, 6 Eylül 2022, s.10.)
[39] Miguel Zlosilo, Roland Benedikter, “Chile after the constitutional referendum”, Eastwest, 6 Ekim 2022, https://eastwest.eu/en/chile-after-the-constitutional-referendum/
[40] Sibel Özbudun, Latin Amerika Yerli Hareketleri, Dipnot Yayınları, 2013, ss.49-50.
[41] “Mapuche Conflict”, Wikipedia, https://en.wikipedia.org/wiki/Mapuche_conflict
[42] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Şili ve Türkiye’de Anayasa Güncelliği”, Birgün, 15 Eylül 2022, s.4.
[43] Sungur Savran, a.y.