Kristof Kolomb Küba’ya ilk adım attığında, XV. yüzyılın sonlarıdır. Ve rivayete göre, sefer defterine şunları yazmıştır: “İnsanın gözlerini kamaştıran bir ada!... Bir adamla karşılaştım. Bana bir şey hediye etmek istedi. Kuru kocaman bir yapraktı bu. Belli ki bu yaprak onun en kıymetli hazinesiydi”1. Bu yaprak tütündü!
XV. Yüzyılın sonlarıdır Amerika’nın keşfi. XVIII. Yüzyılın sonlarıdır ABD’nin kuruluşu. Ve ABD’nin Florida Eyaleti’nden Florida Boğazı’na inilip, hemen ayak basılabilen yerdir artık Küba. Kuzeyindeki Bahama Adaları’ndan aşağıya inilip, hemen ayak basılabilen yerdir artık Küba. ABD’nin güneyinden, karadan Meksika’ya geçilip, oradaki Yukatan Kanalı’na inilip, hemen ayak basılabilen yerdir artık Küba.
Kristof Kolomb Küba’ya adım attıktan neredeyse tam dörtyüz yıl sonra, 1800’lü yılların sonunda; bu topraklardan 800.000 ton şeker elde eder hale gelmiştir Amerika. Elbette “beyaz” olmayanlarla! XVI. yüzyılın başlarından itibaren, Afrika’dan Küba’ya taşınan “siyahlarla” !!!
Fernando Ortiz’in “Şeker ve Tütün, Özgürlük ve Kölelik” adlı makalesinde betimlediği gibi, Kolomb’un elindeki yaprak keşfedilmiş ve tütüncüler şekere de göz dikmiştir artık: “Küba tarihini araştırmak -iç ya da dış politikası açısından olabilir-, daima şeker ve tütün tarihinin, bunların ikisine uygun ekonomik sistemin araştırılması anlamına gelir. Tütün üreticiliğidir şeker arazilerini yaratan tütüncüleri getiren.”2
***
Altı yıl prangaya mahkum edilip çalıştırılan, köleliği bilen José Martí, kendilerine yönelen silahlar karşısında: “David’in sapanı, benim sapanımdır” der, bağımsızlığa özlemi ve inançlarını böyle ifade eder. Ve tesadüf olmasa gerek, canlı kalan son köle Cimarrón’a, ölümüne çok yakın bir zamanda ulaşıldığında, o da sözlerini: “Ölmeyi istemiyorum. Gelecek olan savaşlara da varım ben. Kendimi toprağa gömmüyorum. Yeni bir silaha ihtiyacım yok. Benim eski bıçağım, benim büyük bıçağım; daha fazlası lazım değil.”3 diyerek bitirir.
José Martí, Küba’ya dönmeden önce bir yoldaşına yazdığı mektubunda: “Kolomblar yeni yollar bulmak üzere servetleri reddettiler. Ancak şimdi dünya keşişler-papazlarla doldu. Dünya bu keşişlerin üzerinden döner oldu. Ancak iş, bu papazların yanında oturmaya değil, aksine Kolomb’la sefere çıkmaya vardı. İleriye bakmak, zamanla birlikte ilerlemek gerekiyor. Geriye çakılanların değil, aksine gözünü ileriye dikenlerin alnı ak olacaktır”4 yazar.
Adı tarihe geçmiş ya da geçmemiş olan sayısız yazar, şair, gazeteci; çocuk yaşlarda prangalara vurulup işe sürülmüş olanlardır. Topraklarının bilgiye açlığını bilirler. Ötekileştirildiklerini bilirler. Ona besin üretmekten vazgeçmezler. Yıllarca sürgünde yaşasalar dahi, o asırda yaşayan neredeyse tüm sürgünler gibi; topraklarının kendilerine olan ihtiyacını unutmazlar. Sürekli bağımsızlık savaşlarının filizlendiği bu adanın nüfusu, o zamanlar topu topu 10 milyon kadardır. Topluca tekrar adalarına dönerler. Son bağımsızlık savaşına eşlik ederken kurşuna dizilerek, yüreklerine taht kurdukları halklarına veda ederler...
***
Bunca kanlı bir tarihin ardındandır ki: Artık sallarla değil, motorlarla Kolomb’a eşlik edenler çoğalır. “Che”ler ayağa kalkar! Okuma-yazması dahi olmayan halkların başına geçtiklerinde, bürokrasiden uzak bir eğitmen olmanın okulunda öğrenim görmeyi tercih ederler! 1958; Bir yoldaşı Che’ye, Castro’nun farklı talimatlar verdiğini aktarır. Ve Che’nin talimatlarına uyacaklarını, ancak verdiği sözleri yerine getireceğine dair resmi bir imza beklediğini yazar. Che’nin cevabı: “Yoldaşlar arasındaki sözün değeri, dünyanın en önemli imzalarından daha değerlidir. Ben birinden imza talep ediyorsam, sebebi ona güvenmeyişimdir.”5 olur.
Ve sadece vurulmuş haldeki fotoğrafı dağıtılan Che’nin cansız bedeninin, Küba topraklarına aktarılması için dahi; tüm dünyada “sosyalizm” kelimesine yeterince çamur atılması beklenir.
Castro; bu tarihlerle yoğrulan bir halkın başına, bir mirası devralan olarak geçer. Bunca kaybın ardından halk, bu tarihlerin canlı tanığı olan Castro’yu sahiplenir.
***
Ardından özellikle Avrupa, masa başlarında yatırır Küba’yı masaya! Fizikçiler, matematikçiler; ekonomistler; gidilen yolları ölçüp-biçip, hesap hatalarını yazıp çizerler. Binlerce sayfa yazılır Küba’daki devrimin yolu hakkında...
Şimdilerde, yani devrimin 60. yıldönümü ve Havana şehrinin kuruluşunun 500. yıldönümünün kutlandığı 2019’da; ya yine yüceltilir, ya da yine yerden yere vurulur Küba.
Ve tam da bu dönemde Küba’ya yine “hööööt” der Amerika! Ekonomik ambargo koyar Mayıs ayında. Parlak turizm adasının pranga izlerindeki sancıları tekrar sızlatılır ve anayasadaki özelleştirme maddeleri değiştirilmek üzere halkoyuna sunulur: Yeniden çatırdar keskin analizler! Kesin bildiğimiz çok yalın şeyler vardır oysa: Devrimin gerçekleştirildiği asır; ancak susulup oturulduğu takdirde kan akıtılmayacak olan bir asırdır. Ve onlar susmayanlardır! Devrimin gerçekleştirildiği asır; sosyalizmin inşaasının sürdürüldüğü ülkelerin varolduğu bir asırdır. Ve onlar; emperyalizme karşı sosyalist ülkelerin müttefiği olmaya karar kılanlardır!
Küba edebiyatına, onların kendi aktardıklarına inildikçe, bütün sözlerimiz hükmünü yitiriyor. Oradaki yaşanmışlıklar, kültür, bu yaşanmışlıkların kendi kültürleriyle aktarılışı, bizim sözlerimizi zayıflatıyor. Bu yüzden son sözü; Küba’yı ve etrafındaki adaları kucaklayarak, ABD ve diğer sömürgeci ülkelerin dışında başka bir Birleşik Devlet kurma ideallerinin peşinde koşan José Martí’ye bırakmak istiyorum:
“Avrupa’nın aç topluluklarından, hasisliklerinden ve kinlerinden tanıdığımız, güçlü komşulardan birinin olası kazanma hırsı ve diğerinin tam bir dengede olmayışı karşısında; takım adaların mucizevi bağımsızlığı herkesin ortaklaşmasını teminat altına alacaktır. Doğa bu takım adaları, dünyanın düğüm noktası yaptı. Kıtalar, karşılaşmak ve kucaklaşmak üzere oradan oraya patladığında, tarih de bu takım adaları özgürlüğüne patlattı.”6
Karşılaşan ve kucaklaşan bu kıtalar arasında talan edilen bütün coğrafyalarda; kimlerin-nerelerin gerçekten özgürlüğe kavuşacağı hâlâ ve hâlâ meçhul...
*Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 2019, Sayı 90’da, yazımda alıntılar yaptığım: José Martí’nin şiiri ve yazısı, Fernando Ortiz’in “Şeker ve Tütün, Özgürlük ve Kölelik” makalesi, son köle Cimarrón’un anlatıları, Castro’nun mahkeme savunması, Che’nin yeni nesil üzerine iki kısa yazısının çevirilerinin tamamıyla birlikte, bir dosya halinde yayınlanmıştır.
1 Bert Hoffmann, Kuba: Verlag C. H. Beck oHG, München 2000.
2 Bert Hoffmann, Kuba: Verlag C. H. Beck oHG, München 2000.
3 Hans Magnus Enzensberger’in Almanca’ya çevirisinden: Kursbuch 15, 1968.
4 Kursbuch 18, 1969.
5 Kursbuch 18, 1969: Bu mektubu Che, 1958 Kasım’ında Sierra kodadlı yoldaşına yazar.
6 Kursbuch 18, 1969: José Martí’nin 17 Nisan 1894’te Fransa’dayken yazdığı “Devrim Ruhu ve Küba’nın Amerika’daki Görevi” adlı edebi çalışmasından.