“Haykırdım.  

Bin bir çeşit bolluk dolu bu dünyada. 

Açlık acısı bitsen diye kural kırdım. 

Bir de ölüm kuyuları kazılmasın. 

Ülkeler arasına kanlı tarih yazılmasın.

İlk-yazlar boğazlanmasın. 

Yıldız saçakları bozulmasın diye. 

Haykırdım."  (Necati Mert)

Ömrünü haksızlıklara karşı haykırmakla geçiren Necati Mert, 1944 yılında Gümüşhane’nin bir köyünde dünyaya gözlerini açtı.

Doğu Karadeniz'de büyüdü. İstanbul'da ekonomi okudu. 1969'dan beri Almanya'nın Saarbrücken kentinde yaşıyordu. Burada tedavi olmak için gelmişti. Şartlar onun burada kalmasına zorladı.

Almanya’da "Die Brücke - Irkçılık Karşıtı Politika ve Kültür Forumu" dergisini çıkardı. 180 sayı yayınladı. Her sayıda ortalama 130 - 150 arası yazar, şair ve sanatçının çalışmalarına yer verdi. Göçmen kökenli kültür, sanat ve edebiyat insanlarıyla Alman kültür, sanat ve edebiyat insanlarını bu dergide bir araya getirdi.

Kültür Bakanlığının ve Kültür Dairelerinin yapması gereken işi bir nevi Necati Mert üstlendi. Sosyal toplumlarının gelişiminin analizlerine eleştirel yazılar, yazdı. Bunların yanı sıra M. Kurtuluş adıyla şiir ve öyküler yazdı. Çalışmalarını Almanca ve Türkçe yayınladı. Yoksul bir aileden gelmiş olmasına rağmen gerek Türkiye’de gerekse Almanya’da önüne çıkan çok olumlu fırsatları elinin tersiyle itti. Sıradan bir yaşam sürdürmeyi, yazın ve sanatın emekçisi olmayı tercih etti.

Doğduğu günden beri hep hastalıklar bırakmadı yakasını. 07 Nisan 2022 günü kendi evinde sonsuzluk uykusuna girdi.

Necati Mert’in kültür, sanat ve edebiyat çalışmalar ile kişiliği konusunda binlerce sayfalık kitaplar yazılabilinir. Önce Necati Mert’in yaşamını kendisinin kaleminde okuyalım:

“Kıtlık senesi derler benim doğduğum yıllara ikinci dünya Savaşı'dır, ana tarafından dedem (Hasan Kandaloğlu), Birinci Dünya Savaş’ından sonra emperyalist işgalcilere karşı baş-kaldıran çetecilerdendir, babam (Yusuf Mert) kurtuluş Savaşı gazilerinden...

1950 yıllarının başlarında eğitmenlik bitirenlerdenim, daha sonra bir kış kuran kursuna gidenlerden ardından Kale'de dördüncü sınıfa gittim, iki saatlik yolda tek başınaydım, Trabzon'da ilkokulu ve liseyi bitirdim.

1960 başlarında İstanbul'da makine mühendisliği öğrenimine başladım olmadı, hastalandım yedi ay sanatoryumda verem ile savaştım kazandım sağlığıma kavuştum, güzel Sanatlar Akademisi’nin mimarlık Bölümü’ne girdim ancak maddi gücüm devam etmeye yetmedi, daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdim, sosyal siyaset kürsüsü ‘ne asistan oldum, iki yıl devam ettikten sonra 1969 yılında doktoramı tamamlamak için Almanya'ya geldim, bir daha dönmek kısmet olmadı. "Göç tek yönlü bir toplumsal harekettir“ savunduğum tez’ in adı.

Gençliğimin ilk yıllarında hep burjuva olmaya özendim olamadım aslıma bağlı kaldım, Yazıp çizdiklerimle emperyalizme karşı kanatta yerimi aldım, ihanet hükmüne karşı direndiklerimle1971 askeri darbesinden sonra İstanbul’da bıraktığım sandık dolusu kitaplarım ile birlikte kendi yazdıklarımda yakıldı, bir parçam yandı.

Önceleri resim yapmaya meraktım, bu merak ara sıra ekmek parası kazanmaya bile yaradı, on yedi yaşımdan beri şiir yazarım, öykü, roman, eleştiri, inceleme ve benzeri tür yazılar da...

Mal-mülk edinme merakım olmadı. Belki beceremedim bu işi, üzgün de değilim, para-sultana boyun eğmedim ekmeğim yavan oldu, çok zaman içim rahat, hasretlerime ihanet etmedim, köyüme küsmedim, kıskandım onu konaklardan.

Yazılarım birçok dilde okunur dünyalı dedim kendime ama en başta Tamzılı'yım.

1980 sonunda yirmi yıllık engelden sonra yurduma vardım her taşı bir hatıraydı.

Emperyalizmin son saldırısıdır insanın hafızasında ne varsa ezip saman etmeye, savurmaya çalışır, parçalayıp talan eder, kendine pay eder. Ancak bizlerin bahtiyarlığı öyle kolay bastırılamaz sevdamız sıcaktır sevdamız deryadır bizim...”

Gerçekten Necati paranın egemenliğine boyun eğmedi, yavan ekmeği tercih etti. Emperyalist güçlerin saldırılarına karşı dik durdu. Ezilen halkları, emekçiyi, emeği savundu.

Gelin birde Necati Mert’in kişiliğini onunla hayatını birleştiren sevdası, inancı uğruna her türlü fırsatı Necati ile birlikte ateşe veren Tülin Arslan'ın bana yazdığı bu cümlelerle Necati’nin sonsuzluğa olan yolculuğunu öğrendim.

Sevgili Tülin Aslan acısını bu cümlelerle bildirdi:

“İyi günler Molla Ağabey,

Necati Mert’le dost olduğunuzu bildiğimde, zaten Die Brücke’de tanıştığımızı bildiğimden kötü haber iletme görevi maalesef bana düştü.

Necati’mi perşembe günü kaybettim. Çok üzgünüm. Haftaya Saarbrücken’de defn edilecek.

Size selamlar…”

Tülin Asan'ın bu cümlelerini okuyunca sözcük dudaklarımda kilitlendi. Parmaklarım zor vardı Leptop’un tuşlarına.

Necati’nin genel yayın yönetmenliğini yaptığı Die Brücke adlı Kültür, Politik, Sanat ve Edebiyat dergisinin Redaksiyonun büyük yükünü Tülin Arslan omuzuna almıştı. Özellikle göçmen kökenli insanlardan gelen yazıların düzeltmenliğini yapmak oldukça zor bir iş. Yazıların içeriğine derginin mutfağına uygunluğuna elbette Necati birikimleri nedeniyle karar vermişte olsa bu yazıların düzeltilmesi, eksiksiz bir Almanca ile yayınlanması Tülin Aslan'ın omuzundaydı. Necati’ye olan sevdası nedeniyle tüm zorluklara göğüs gerdi ve Necati’ye omuz verdi.

Yaptığımız yazışmalarda Tülin Aslan'ın yazdığı bu mektup Necati’nin onurlu kişiliğini bize çok daha iyi tanıtıyor. Okuyalım:

Merhaba değerli Molla Ağabey,

yavaş yavaş misafirler evlerine dönüyor, yalnızlık korkulu geceler boş yerleri birer birer dolduruyorlar. Çok sağ ol var ol sevgili ağabey,

bu yükü bu acıyı nasıl üstümden atarım bilmiyorum. Necati benim için her bir konuda büyük bir desteğimdi. Bana her konuda güvenciyle

destek veriyordu, gücüme güç katıyordu. Hele hele siyasi anlamda benim hocamdı, her şeyi son gününe kadar çok detaylı düşünen,

konuyu çabucak anlayan, siyasi yorumu da bu güne kadar hiç yanlışa düşmeyen bir bilgi zenginliğine sahipti.

Necati, hatta son gününe kadar siyasi düşünür bir insan olarak aramızdan ayrıldı. Necati'nin sağlığı pek yerinde değildi.

Ta baştan çocukluk yıllarında açlık ve sefaletin getirdiği tüberküloz/verem hastalığı geçirmişti. Daha sonra doktorasını yapmak için geldiği

Almanya'da birkaç yanlışlıktan dolayı tutuklanarak hapise atıldığında- RAF ve Olimpiyata katılacak İsrail vatandaşı sporcuları sabote etme amacıyla başlayan Filistinli örgütlerin çevresinden- 1972'de Saarbrücken’de izole edildikten sonra ruhsal ve mide hastalıklarının da başlangıcıydı. Bu ruhsal rahatsızlıklar sonuna kadar kaldı, değişmedi. Midesi daha sonra patladı, son anında ameliyatla kurtarıldı. Ben zaten kendisini 1988'de öyle tanımıştım.

2005'den sonra hastalıkları artmaya başladı. İlk kalp krizini iyi atlatmıştı, biraz olsun Reha'dan öğrendiklerini uyguluyordu. İki sene sonra ikinci kalp krizinin yanına mesane kanseri ve ağır bir depresyon eklendi ve üstünde yük kaldı. Peşinden Bağırsak Enfeksiyonu geçirdi, ağrı kesici bağımlısı oldu, tekrar mesane kanseri oldu ve tedavisini geçirdi. Akciğer kanserinden 2017'de sağ akciğerinin alt parçası alındı. Ve son olarak mesane kanserinin kemiklerine metastazsa serpmesinden 2020'de omurga kemiği protezle onarıldı. Ve mucize dolu ölümden döndükten sonra 07.04.22'ye kadar aklı başında, siyasi inancını yitirmeden yaşadı…”

Dünya halklarının kardeşliği için yaşamını adayan, bu konuda inancından taviz vermeyen bir sosyalist devrimci kültür, sanat ve edebiyat insanı olan Necati Mert, hep doğduğu toprakların da hasretini çekti. Bu cümleler onun büyük hasretinin kanıtıdır:

“Hasretlerime ihanet etmedim, köyüme küsmedim, kıskandım onu konaklardan.

Yazılarım birçok dilde okunur dünyalı dedim kendime ama en başta Tamzılı'yım.”

Huzur içinde sonsuzlukta uyu sevgili Necati Mert. 

Senin kültür, sanat ve edebiyata kapı açtığın insanlar ve yazılarını, şiirlerini okuyanlar seni unutmayacak….

15.04.2022