Katar'da Dünya Kupası maçları başlayalı beri, Avrupa'nın başkenti Brüksel yarışan milli takımlardan birinin üst üste kazandığı üç zaferi kutlama gösterileriyle sarsıldı. Benzeri atmosferi dört yıl önce de yaşamıştık. O kez kazandığı zaferler tüm Belçika'yı sarsan gösterilerle kutlanan takım, Japonya, Brezilya ve Ingiltere'yi yenerek dünya üçüncülüğünü kazanan Belçika'nın "Kızıl Şeytanlar"'ıydı. Valon'u, Flaman'ı, Brüksel'lisi, üç kıtadan gelmiş göçmenleriyle tüm futbolseverler sokaklara ve meydanlara inmişti.
Bu kez, kutlanan takım da, kutlayan kitle de tamamen farklıydı. Kutlanan sadece Kanada ve Portekiz'i değil, dört yıl önceki dünya üçüncüsü Belçika'yı da yenerek yarı finale kalmayı başaran Fas'ın milli takımı "Atlas Arslanları"ydı... Kutlayanlar ise, Belçika'nın yerlisi olanlar değil, başta Fas'lılar olmak üzere bu ülkenin özellikle Afrika ve Ortadoğu coğrafyasından gelmiş göçmenleriydi.
Cumartesi akşamı Faslıların zafer kutlamalarından bir bölümünü, Belçika'daki dostlarımızdan değerli grafik sanatçısı Ali Cabbar'ın tam da Faslı göçmenlerin yoğun bulunduğu Molenbeek belediyesine komşu kanal kıyısındaki atölyesinden izledik. Bir yandan onun bilgisayarında bu yaz dijitalde yayınladığı Deniz Gezmiş üzerine 489 sayfalık "Aşk Olsun Çocuk" adlı foto romanını basılı kitaba dönüştürme çalışmalarını, öte yandan da Faslıların tüm trafiği felce uğratan renk ve ses cümbüşünü izlemek gerçekten heyecan vericiydi.
Bu, sadece futbol sahasında kazanılmış sportif bir zaferin değil, aynı zamanda, yıllarca Batı'nın sömürgesi yapılmış, bağımsızlığı kazandıktan sonra dahi Batı'nın ekonomik sömürüsünden kurtulamamış bir ülkenin insanlarının sömürgeci devletlere karşı infialinin dile gelişiydi.
İspanya, Portekiz ve İngiltere'nin tasallutlarından sonra 1906'da tamamen Fransız egemenliği altına sokulan Fas, yarım yüzyıla yakın süren ulusal direniş mücadelesinden sonra 1956'da bağımsızlığa kavuşmuşsa da, Kraliyet rejimi altında insan hakları ve sosyal adalet her daim hiçe sayıldığı için, milyonlarca Faslı emekçi, tıpkı Türkiyeli kardeşleri gibi Batı ülkelerine ucuz emek gücü olarak göç etmek zorunda kalmıştı.
Fas'lıların kollektif belleğinden asla silinemeyecek olan bir tarihsel gerçek de, 2. Dünya Savaşı sırasında Alman işgaline karşı mücadelede Fas'tan devşirilip getirilmiş askerlerin de cepheye sürülmüş olmasıydı. 1940 Mayıs'ında Belçika'daki Gembloux savaşında yüzlerce Faslı asker Alman kurşunlarıyla can vermişti.
1956'da bağımsızlığa kavuştuktan sonra da Fas halkı bu kez Kraliyet rejiminin uyguladığı devlet terörüne sayısız kurbanlar verecekti. Bu kurbanlardan biri demokratik muhalefetin liderlerinden Ben Barka'nın, 29 Ekim 1965'te, sürgün bulunduğu Paris'in göbeğinde, Fransız polisinin de cürüm ortaklığıyla, Kral Hasan II’nin iki tanınmış celladı, General Oufkir ve Ahmed Dimi tarafından kaçırılarak katledilmesiydi.
Tıpkı, üzerinden 48 yıl geçtikten sonra Kürt ulusal direnişinin kadın militanlarından Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez'in 9 Ocak 2013'te Paris'in göbeğinde Türk Devleti'nin bir tetikçisi tarafından alçakça katledilmesi gibi...
Sürgünde Türkiyeli ve Faslı birlikteliği
Bizim 1971'de başlayan sürgünümüzde, Fransa ve Belçika'daki Faslı dostlarımızla, ülkelerimizdeki baskı rejimlerine ve Avrupa'nın bu merkez ülkesindeki yabancı düşmanlığına karşı baştan beri hem kişisel hem de örgütsel birlikteliğimiz oldu.
Belçika’nın kendi vatandaşlarının inmeyi reddettikleri maden ocaklarında çalıştırılmak üzere ucuz işgücü olarak devşirilip getirilen Faslı ve Türkiyeli işçiler arasında esasen bir yazgı birlikteliği vardı… 70'li yılların başlarında İspanya, Portekiz ve Yunanistan da faşist rejimler altında olduğu için, bu ülkelerden gelen göçmenler ve siyasal sürgünler de bu birlikteliği paylaşmaktaydı.
Ancak bu üç ülkedeki faşist rejimlerin çökmesinden sonra İspanyol, Portekizli ve Yunanlı göçmenlerin Avrupa Birliği üyesi ülkeler vatandaşları olarak farklı bir statüye geçmelerinden sonra Faslılar ve Türkiyeliler birdenbire kendilerini Avrupa’nın kapitalizmi en gelişmiş ülkelerinde iyice yalıtlanmış olarak görmeye başladılar.
80’li yıllarda Belçika’daki ırkçı ve yabancı düşmanı uygulamalar özellikle Türklerin ve Faslıların yoğun yaşadığı Schaerbeek Belediyesi’nde skandal boyutuna ulaşmıştı. Belediye Başkanı Roger Nols, belediyede aşırı sağcı ve ayrımcı bir yönetim kurmakla kalmamış, diğer ülkelerin yeni yeni güçlenmeye başlayan aşırı sağ partileriyle de yakın ilişkilere girmişti.
Belçika’nın Fransızca televizyon kanalı RTBF’de 6 Ekim 1986 tarihli Ecran témoin programı göç ve yabancı düşmanlığı sorunlarına hasredilmişti. Programda, Fransız oyuncusu Roger Hanin’in trende geçen ırkçı bir saldırı üzerine yaptığı “Cehennem Treni” isimli filminin gösterimi de vardı.
Bunu izleyen tartışmada Roger Hanin’le birlikte ben ve Faslı bir arkadaş yer alıyorduk. Bizim karşımızda ise aşırı sağcı Roger Nols vardı. Yabancı düşmanı ve ırkçı uygulamaları konusundaki eleştirilerimize karşı, sayısı gittikçe artan Müslüman toplulukların Belçika’nın geleceği için ciddi bir tehlike oluşturduğunu ileri sürerek belediyesindeki yabancı düşmanı, ayrımcı uygulamaları haklı göstermeğe çalışıyordu.
Faslı arkadaşla birlikte, ucuz emek gücü olarak getirtilip yerli ve İtalyan işçilerin artık çalışmayı reddettikleri maden ocaklarına indirilen Faslı ve Türkiyeli göçmenlere “entegrasyon” konusunda gereken alt yapının sunulmadığını, zaman zaman medyada abartılan bazı uyumsuzlukların sorumluluğunun büyük ölçüde bu ülkenin yöneticilerinde olduğunu vurguladık.
Ayrıca, Belçika yöneticileri tarafından kendi kaderine terkedilen bu göçmen topluluklarının, Türkiye ve Fas’taki anti-demokratik yönetimler tarafından milliyetçi ve köktendinci politikalarla gettolaşmaya mahkum edildiğini, bu da yetmezmiş gibi, büyük petrol krizinden sonra Türkiyeli ve Faslı çocukların din eğitiminin Suudi Arabistan gericiliği tarafından aylığa bağlanmış öğretmenlere bırakıldığını belgelerle ortaya koyduk.
Program Belçika kamuoyunda geniş yankı bulmuştu. Sokakta, tramvayda rastladığım Faslılar beni tanır tanımaz gelip boynuma sarılıyor, Faslı arkadaşla birlikte Nols’un ağzının payını verdiğimiz için hararetle kutluyorlardı.
Üzerinden yedi yıl geçmişti ki, 1993 sonunda Almanya’dan özgürlük yürüyüşüne çıkan bir Kürt grubu Brüksel’e vardığında sürekli beyni yıkanan, Bozkurt işareti yaparak “Saint-Josse Türk mahallesidir!”, “Burada Kürtlere yer yok!”, “Kahrolsun PKK!” diye bağıran Türk gençlerinin saldırısına uğradı.
İlk kez bu saldırı karşısında, Türkiye çıkışlı dört demokratik örgüt, İnfo-Türk, Brüksel Kürt Enstitüsü, Demokrat Ermeniler Derneği ve Mezopotamya Kültür Derneği ortak bir bildiri yayınlayarak Türkiye yöneticilerinin tutumunu protesto ederken, Mohamed El Baroudi başkanlığındaki Faslıların Demokratik Birliği (RDM) de bize büyük destek verdi.
Abdullah Öcalan’ın İtalya’da konakladığı günlerde Türk yöneticilerinin saldırgan demeçleri, Türk gazetelerinin ve televizyonlarının kışkırtıcı yayınları yüzünden Avrupa metropollerinde vahşi gösterilerin ardı arkası kesilmezken 17 Kasım 1998 gecesi Brüksel’deki Kürt Enstitüsü ile bir Kürt derneğinin lokali Belçika polisinin gözleri önünde ateşe verildi.
Bu saldırı karşısında da Faslıların Demokratik Birliği (RDM) dehal bizlerle dayanışma içinde oldu.
12 Mart 1971 darbesinin 35. yıldönümü dolayısıyla 2006 yılında Belçika Demokrat Ermeniler Derneği, Belçika Asuri Dernekleri, İnfo-Türk Vakfı ve Brüksel Kürt Enstitüsü’nün hem Belçika Parlamentosu’nda, hem de Brüksel Anakent Belediyesi salonlarında düzenlediği toplantıların en önemli konuşmacılarından biri yine Faslıların Demokratik Birliği (RDM) başkanı Mohamed El Baroudi idi…
Faslı dostların Filistin'le örnek dayanışması
Filistin halkının maruz bırakıldığı haksızlık ve zulüm karşısında Belçika'da her daim en büyük dayanışmayı gösteren de Faslı göçmenler oldu. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Belçika temsilcisi Naïm Kader 1 Haziran 1981'de Brüksel'in göbeğinde kurşunlanarak katledildiğinde Faslı dostlarımızla birlikte tepki göstermiştik.
1982 yılında İsrail'in hizmetindeki falanjistlerin Sabra ve Şatilla mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil yüzlerce Filistin'liyi katletmesi üzerine Brüksel'de organize edilen büyük protesto yürüyüşüne özellikle Faslı gençlerin kitlesel katılımı Avrupa başkenti sokaklarının Faslılar tarafından işgalinin ilk çarpıcı örneğiydi.
Fas'lıların yarı final zaferi kutlamalarını izlerken hem o 40 yıl önceki Filistin'le dayanışma yürüyüşünü, hem de Türkiye'de 68 kuşağının Filistin halkının haklı davası konusunda gösterdiği duyarlılığı ve özveriyi anımsadım.
1968 direnişleri sırasında ve sonrasında Ant'ın bürosu sadece Türkiyeli sendika ve gençlik liderlerinin, Kürt aydınlarının değil, Türkiye'de eğitim gören Filistin'li, Kıbrıs'lı, İran'lı devrimci gençlerin de başlıca uğrak ve buluşma noktalarından biri haline gelmişti.
Filistin direnişiyle en büyük dayanışmayı gösteren Fas halkının gerek ulusal planda, gerekse uluslararası plandaki direnişi zaman zaman taban tabana zıt farklı açılımlar da gösteriyor.
Uluslararası planda, 2015 ve 2016 yıllarında Paris ve Brüksel'de Işid'in talimatıyla işlenen kitlesel cankırımlarında özellikle Brüksel'deki Faslı göçmen gençlerin örgütleyici ve uygulayıcı olarak yer almaları göç tarihine kara sayfalar olarak yazıldı.
Buna karşılık, 8 Eylül 2021'de yapılan Fas genel seçimlerinde, Türkiye’deki AKP’nin kardeş örgütü olan islamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (PDJ) tam bir hezimete uğradı. Beş yıl önceki seçimlerde 125 milletvekili ile iktidarın büyük ortağı olan bu parti 395 üyeli Temsilciler Meclisi’nde sahip olduğu sandalyelerinin yüzde 90'ından fazlasını kaybederek sadece 13 milletvekiliyle marjinal bir partiye dönüşmüş bulunuyor.
"Atlas Arslanları"'nın Dünya Kupası'ndaki başarıları, gerek Fas iç siyasetini, gerekse Belçika ve Fransa'daki Faslı göçmenlerin siyasal yönelimini nasıl etkileyecektir?
Bu biraz da, Fas takımının başarıları ve bunları izleyen kitlesel kutlamalar karşısında Belçika ve Fransa başta olmak üzere Batı ülkeleri yönetimlerinin ve medyasının takınacağı tavra bağlı...
2021 seçimlerinde büyük hezimete uğrayan Fas AKP'sinin bu ülke yaşamında yeniden varlık gösterip gösteremeyeceği ise, büyük ölçüde Türkiye'deki kardeş örgütünün önümüzdeki cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerinde alacağı sonuç belirleyecek...
"Kızıl Şeytanlar" ülkesine gelince, Dünya Kupası'ndaki hezimetlerin yarattığı moral çöküntünün üzerine şimdilerde bir de Valon Meclisi'ndeki yolsuzluk skandallları eklenmiş durumda...
Brüksel'in göbeğindeki Avrupa Parlamentosu ve Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu yöneticilerinin cepledikleri Katar rüşveti skandalları da cabası…