“İnsan özgür doğar,

oysa her yerde

zincire vurulmuştur.”[1]

İktisat, siyaset ve insan(lık) hâl(ler)ine ilişkin olarak düşülecek notlar George Orwell’ın, “Tüm sorunlarımızın yanıtı burada; tek bir sözcükte özetlenebilir: İnsan,”[2] saptamasına özel bir önem arz etmekle mükelleftir.

Fyodor Dostoyevski’nin, “Bırakmıyorlar, iyi olamıyorum,” diye betimlediği negatif tabloda dahi hüsrana uğrama korkusuna aslolan başarma umuduyla yaşamaktır; ve unutulmamalı: en kolayı “umutsuzluk”tur.

Albert Camus’nün, “İnsanın umutsuzluğa alışması, umutsuzluktan da beterdir”; Jean Paul Sartre’ın, “Umutsuzluk, insanın kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur, umutsuzluk manevi bir intihardır,” deyişleri “kolay”ın nasıl bir maliyeti olduğunu bize hatırlatırken; yaşam er ya da geç bir noktada insanın kendi bilincine varmasının önünü açar.

Unutulmasın: “İnsanı olumsuzlayan, kendilerine insan olma hakkı tanınmayanlar değil, onlardan insanlığı esirgeyenler”ken;[3] “İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli,”[4] diye uyarır Yaşar Kemal…

Kaldı ki günümüzdeki iktisat, siyaset ve insan(lık) hâl(ler)ini bu eksende ele almak da en doğru olandır…

ÖNCE İKTİSAT

Lev Tolstoy’un, “Ekmek pahalı, emek ucuzdu”;[5] Stefan Zweig’ın, “Birileri ekmek bulamıyorsa; herhâlde, ötekiler fazla tıkındığı içindir”; George Orwell’ın, “Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede, ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilirdi,”[6] tarifindeki üzere “Zenginin parasının, halkın borcunun arttı”ğı;[7] ücretlerin 3 yılda yüzde 50 küçüldüğü;[8] 2021’de faturalarını ödeyemeyen 4.5 milyon yurttaşın elektrik ve doğalgazının kesildiği[9] ve yine 2021’in ilk iki ayda 132 bin kişi kart ve kredi borcundan takibe düşerken 2022’de bu sayının 367 bine çıkıp 2022’nin Şubat sonunda 4 milyon 138 bin vatandaşın yasal takibe düştüğü[10] bir coğrafyada yaşıyoruz![11]

Bilmem biliyor musunuz?

İflas eden Arjantin’de bile enflasyon yüzde 60 civarındayken; Türkiye’de TÜİK’e göre yüzde 78.62, bağımsız araştırma kuruluşu ENAG’a göre yüzde 175.55’tir![12]

2022’nin ilk çeyreğinde resmi verilere göre TÜFE’deki artış yüzde 18.5’ken; buna göre 400 şirketin kâr oranı ilk çeyrek enflasyon oranının 7 katını aşmış durumda![13]

2022’nin ilk altı ayında Genel Sağlık Sigortası primlerini dahi ödeyemeyen 7 milyon 244 bin kişinin hanesine giren ortalama aylık gelir 1668 liranın altında kaldı![14]

‘Genç İşsizler Platformu’na göre geniş tanımlı genç işsiz sayısı 3 milyon 584 bine ulaşıyor. Türkiye’nin 4. büyük ili olacak kadar genç işsiz varken; her 3 gençten 1’i resmen işsiz![15]

‘Esnaf ve Sicil Gazetesi’ne göre, 2022’nin ilk üç ayında 29 bin 360 esnaf iflas etti![16]

‘YÖNEYLEM’in Şubat 2022 Araştırmasına göre halkın çoğunluğu temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor; 2022 Şubat’ında evinde ödeyemediği bir faturası ya da zorunlu ihtiyacı olanların oranı ise yüzde 50’den fazla![17]

Evlenme maliyetlerinin bir yılda 3.5 kat arttığını söyleyen ‘Türkiye Esnaf Konfederasyonu’ Başkanı Bendevi Palandöken de “İnsanlar artık borçlu evleniyorlar,” derken; evlenecek bir çiftin yapacağı masraf 200 bin TL’yi geçiyor![18]

Vatandaşların yüzde 70’inin tatile gidecek parası yok. Genç nüfusu ifade eden Z kuşağının da yüzde 89’u tatile gidemiyor.[19]

Bankalara borç 1 haftada 132 milyar lira artarak 5.7 trilyon liraya yükseldi. Toplam 23 milyon icra dosyası var. Bu sayıya günde 18 bin dosya ekleniyor. 2.5 milyondan fazla konuta ise bankalar tarafından el kondu![20]

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre yurttaşın borçlanma hızı 1 haftada 10 katına çıktı. Yurttaşların bankalara olan bireysel borcu 1 trilyon liranın üzerinde. Merkez Bankası verilerine göre ise kredi kartı harcamalarında rekor kırıldı![21]

HAZİNE VE MALİYE BAKANI NUREDDİN NEBATİ’DEN DOLAR İNCİLERİ[22]

27 Aralık 2021: TL’ye güven tesis edildi

Nebati, 20 Aralık 2021 sonrasında dövizin rayına oturacağını belirterek “Şimdi, Türk lirası mevduatlar 38 milyar lira arttı. Vatandaş dolarını, Euro’sunu bozduruyor TL’ye geçiyor. TL’ye güven tesis edilmiştir” demişti.

29 Aralık 2021: Kıpır kıpır oldum

Bakan, 20 Aralık gecesini şu sözlerle anlatmıştı: “Dövizin düşüşünü gördüğümde kıpır kıpır oldum. Arkadaşlara sordum biz bir şey yaptık mı? Yok efendim. Lan nasıl? Harika, muhteşem bir şey.”

11 Şubat 2022: 10.5 liraya kadar indi

“20 Aralık’ta aynı ekonomik göstergelerle dolar 18.36’ya geldi. Saat 19.00, Sayın Cumhurbaşkanı’mızın manifestosu oldu. Ertesi gün dolar, aynı ekonomik göstergelerle 10.5’lere kadar indi.”

20 Mart 2022: TL’ye güveni artırıyoruz

“Elhamdülillah 2020 yılını da 2021 yılını da dünyanın en fazla büyüyen ülkesi hâline getirdik. Enflasyon ile ilgili bir sıkıntımız var aşıyoruz, aşacağız. Türk Lirası’na güveni artırıyoruz.”

20 Mart 2022: TL ile iş yapıyoruz

“Millet TL ile iş yapmanın güzelliğini yaşamaya başladı ve millet, girişimcilerimiz iş yaparken enflasyonun üzerindeki bir faizle değil enflasyonun çok ama çok altındaki oranlarla iş yapmayı öğrendi.”

21 Mart 2022: Gideceği yer yok

“Bunlar bekliyorlar dolar kuru 20, 25, 30 lira olacak. Bilerek yayıyorlar. Niye olsun? Zaten Türk Lirası şu an en zayıf durumunda. Gideceği bir yer yok bir kere. Vatandaş rahat olsun.”

4 Nisan 2022: Döviz kuru stabil

“Enflasyon, faiz ve kur bu önemli bir kıskaç. Bu üç alanda birincisi, kurların stabil hâle gelmesiydi. Türkiye’de uzun yıllardan sonra kurun stabil olması noktasında döviz kurunda stabilizasyon sağlandı.”

15 Nisan 2022: Döviz kontrol altında

“Sorunları halı altına süpürenlerden değiliz. Döviz kurları kontrol altında, enflasyonun üstesinden geleceğiz. Türk Lirası’na güvenin. Döviz kredisi ve dövizle işlem yapmaktan vazgeçin. Kur stabil hâle geldi.”

5 Mayıs 2022: Kontrol altına aldık

Nebati, Twitter’dan yaptığı paylaşımda 2021’in Aralık’ından 5 Mayıs 2022’ye alınan tüm tedbirlerle birlikte finansal piyasalarda istikrarı sağladıklarını ve döviz kurundaki oynaklığı önemli ölçüde kontrol altına aldıklarını ifade etmişti.

Ayrıca ‘Hazine ve Maliye Bakanlığı’ verilerine göre, 2021 sonu itibarıyla 415.1 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam brüt dış borç stoku, 31 Mart 2022 itibarıyla 36.1 milyar dolar (yüzde 8.7 oranında) artarak beş ay içinde 451.2 milyar dolar düzeyine ve milli gelirin yüzde 59.8’ine yükseldi. Borç stokunun 182.7 milyar doları kamuya, 29.8 milyar doları Merkez Bankası’na, 238.6 milyar doları ise özel sektöre ait bulunuyor. Ayrıca kamunun 29.3 milyar dolar, özel sektörün ise 136.3 milyar dolar dövizli iç borcunun olduğunu hesaba kattığımızda, Türkiye’nin toplam brüt döviz borcunun 617 milyar dolar ile milli gelirin yüzde 78’ine ulaştığını tespit ediyoruz![23]

VERİLİ HÂL(İMİZ)[24]

TL ÇÖKÜŞTE

2018 ve 2022 arasında dolar ve avro kurları ciddi yükseliş gösterdi. 2018 Haziran’da 4.8 TL olan dolar kuru 2022 Haziran’da 17.4 TL’ye, 2018 Haziran’da 5.5 TL olan avro ise 2022 Haziran’da 18.3 TL’ye yükseldi. 4 yılda dolar kuru yaklaşık 4 kat arttı.

ÜÇ HANEYİ ZORLAYAN ENFLASYON

Başkanlık rejimi öncesi, Haziran 2022’de enflasyon yıllık yüzde 15.39 ve gıda enflasyonu ise yüzde 18.89’du. Seçim sonrası artmaya başlayan fiyatlar, ekonomik kriz ve 2021 sonunda başlayan döviz krizi sonrasında TÜFE 2022 Mayıs’ta yıllık yüzde 73.5 ve gıda enflasyonu ise yüzde 91.63 olarak açıklandı. Güvenilirliği her geçen gün daha çok sorgulanan TÜİK rakamları dahi üç haneli enflasyona koşuyor.

ASGARİ ÜCRET ERİDİ

Yüksek enflasyon ve döviz kuru nedeniyle halkın satın alma gücü giderek yok oldu. Asgari ücret döviz cinsinden ciddi biçimde geriledi. 2018’de 1.603.1 TL olan asgari ücret 2022’de 4 bin 253.4 TL olarak belirlendi. Asgari ücret yüzde 156.3 artmış olarak görünse de asgari ücret avro ve dolar karşısında değer kaybetti. Haziran 2018’de asgari ücret 336.8 dolar iken 2022’de 245 dolara geriledi. Benzer şekilde Haziran 2018’de 292 avro olan asgari ücret Haziran 2022’de 233 avroya geriledi. Başkanlık sisteminde asgari ücret 91.8 dolar ve 58.9 avro azaldı.

AÇLIK VE YOKSULLUK SINIRI

2018 Haziran’ından beri artan fiyatlar ve hayat pahalılığı sebebiyle alım gücü düştü ve yaşam zorlaştı; açlık ve yoksulluk sınırı yükseldi. 2018 Mayıs’ta açlık sınırı bin 686 TL ve yoksulluk sınırı ise 5 bin 833 TL’ydi. Açlık sınırının asgari ücrete oranı yüzde 95.1, yoksulluk sınırının asgari ücrete oranı ise yüzde 28.8’di. 2022 Mayıs’ta açlık sınırı 5 bin 557 TL ve yoksulluk sınırı ise 19 bin 220 TL oldu. 2022 Mayıs’ta açlık sınırının asgari ücrete oranı yüzde 72.9 ve yoksulluk sınırına oranı yüzde 22.1’e düştü. Açlık ve yoksulluk sınırı 3.5 katına çıktı.

EŞİTSİZLİK DERİNLEŞTİ

Emeğin milli gelir içindeki payı düştü. Ocak, şubat ve mart aylarını içeren 2018’in 1’inci çeyreğinde GSYH 2017’nin aynı çeyreğine göre yüzde 7.4 büyüdü. 2018’in 1’inci çeyreğinde GSYH içinde emek payı yüzde 37.8, sermaye payı ise yüzde 44.4 oranında paya sahipti. 2022 1. çeyreğinde ise GSYH 2021’in aynı çeyreğine göre yüzde 7.3 oranında gerçekleşti. 2022 1’inci çeyrekte emek GSYH’den yüzde 31.5 oranında pay alırken sermayenin payı yüzde 47.6 oldu. Tek adam döneminde emeğin büyümeden aldığı pay 6.3 puan azalırken sermayenin aldığı pay 3.2 puan arttı. Gelirin sınıfsal dağılımı kötüleşti.

VAHİM İŞSİZLİK TABLOSU

İşsizlik oranları daha da arttı. Haziran 2018’de dar tanımlı işsiz sayısı 3 milyon 444 bin ve dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 10.7’ydi. Nisan 2022’de dar tanımlı işsiz sayısı 3 milyon 853 bine ve dar tanımlı işsizlik oranı ise yüzde 11.3’e yükseldi. Geniş tanımlı işsizliğe bakıldığında durumun daha vahim olduğu görülüyor. 5.5 milyon olan geniş tanımlı işsiz sayısı 8.1 milyon oldu. Haziran 2018’de yüzde 16.3 olan geniş tanımlı işsizlik oranı ise Haziran 2022’de 5.4 puan artarak yüzde 21.7’ye yükseldi.

KREDİYE HÜCUM

Satın alma gücü gerileyen halk kredilere hücum etti. 2018 Haziran’ında halkın bankalara ve finans şirketlerine olan kredi borcu 563 milyar TL’ydi. Aynı dönemde 30.6 milyon kişinin bankalara kredi borcu bulunuyordu. Ortalama kredi bakiyesi ise 18.4 bin TL düzeyindeydi. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin 2022 Nisan’ında açıkladığı raporda halkın bankalara borcunun 1 trilyon 137 milyar TL’ye çıktığı görüldü. 4 yılda kredi borçlusu kişi sayısı 36.1 milyon kişiye çıkarken ortalama kredi bakiyesi de 31.5 bin TL düzeyine yükseldi. Bireysel kredi bakiyesi 2 kat arttı. 2018’de kredi borcunun yüzde 39’unu ihtiyaç kredileri oluştururken tek adam rejimi ile birlikte yurttaş temel ihtiyaçlarını dahi krediyle karşılamak zorunda kaldı. Nisan 2022’de çekilen kredilerin yüzde 44’ünü ihtiyaç kredileri oluşturdu.

KREDİ KARTLARI SIĞINAK

Geliri giderlerini karşılayamayan yurttaşlar kredi kartlarına sığındı. Ocak-Şubat-Mart 2018 döneminde 63.4 milyon olan kredi kartı adedi 2022’in aynı döneminde yüzde 39 artarak 88.1 milyona çıktı. Merkez Bankası verilerine göre 2022 Haziran’ında kredi kartı harcamalarının toplamı 207.1 milyar liraya çıktı. 2018 Haziran’ında kredi kartı harcamalarının toplamı 82.1 milyar lira civarındaydı. Kartlı harcamalardaki artış kalemleri ise sık zamlanan ürünlerden oluşmaya başladı.

Google Trendler, yoksulluktan kurtulmak isteyen yurttaşların çareyi başka yollarda aradığını ortaya koydu. “İş bulma duası”, “Borç duası” gibi ifadelerin aratılması bir yılda önemli oranda artış gösterdi. En çok artış gösteren cümlelerden biri “İş bulma duası” oldu![25]

Diyanet’in ‘Din İşleri Yüksek Kurulu’, fiyat artışlarının yaşandığı süreçte, “Ticarette kâr haddi var mı” sorusu üzerine verdiği fetvada, “Fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren Allah’tır” hadisine işaret etti![26]

Tam da bu arada, ‘Türkiye Diyanet Vakfı’nın kasasına 2021’de gelirini yüzde 65 artırarak 2 milyar 104 milyon TL’ye ulaştırdı![27]

Tüm bu veriler ışığında yurttaşların giderek daha fazla yoksullaştığı rakamlarla sabit. Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından ailelere sosyal ve ekonomik desteğinden (SED) yararlananların yüzde 83.31’i okul öncesi ve ilköğretime devam eden çocuklar. Yoksulluğun en belirgin etkisi ise beslenme yetersizliği ve açlık![28]

‘Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yayımladığı dergideki araştırmaya göre, yoksulluktan etkilenen çocuklar, okullarda arkadaş dahi edinemiyor. Yardım alan yurttaşlar kendilerini “değersiz” hissediyor. Çekinme, korkma, dışlanma ve yalnızlık duygularını yoğunlukla yaşayan yoksul aileler, en yakınlarının bile zaman zaman kendilerini yok saydığından yakınıyor. Araştırmaya göre, yoksulluk sonucu sosyal izolasyona uğrayan aileler, en yakınlarının bile davetlerine çağrılmıyor![29]

Ve nihayet “Yoksulluk, belirsizliğin hâkim olduğu kırılganlığın her an hissedildiği bir hayat demek”ken;[30] Türkiye’de muzun yüzde 48’ini en zengin yüzde 20 tüketiyor![31]

Daha geniş bir bağlamda: Kapitalizmin gündeminde stagflasyon var, ABD ve Avrupa’da faizler artıyor. Gelişmekte olan ülkelerde bir borç krizi gündemde. ABD, SSCB’yi, Afganistan’a çekerek hedef almıştı, şimdi Rusya’yı Ukrayna’ya çekerek hedef aldı. Bugün de bir yeni ekonomik model arayışı var, küresel düzeyde askeri darbeler yeniden sıklaşıyor.

Türkiye yine bunları, “sismograf gibi” yansıtıyor. Enflasyon yüzde 100’e dayandı, tüketimle büyüme modeli hiperenflasyona gidiyor. TL hızla değer kaybediyor. Cari açık 50+ milyar dolar. Bir yıllık borç servisi 180 milyar dolar, dış kredi risk primi 800 baz puanda dolaşıyor. Kısacası gündemde bir borç krizi de var.

Bu kez, ülke “süreç olarak faşizm” içinde, bir “darbe” tehlikesi yok ama, rejimin seçimlerde, bir “autogolpe/ kendine-darbe” üretme riski artıyor…

Bir “felaket yaklaşıyor”. Ne yazık ki hem rejim hem muhalefet “Çukura düştüysen kazmaya devam etme” uyarısına aldırmadan devam ediyor. “Görevlerimiz” kısmında hemen hiçbir gerçekçi öneri yok![32]

O hâlde Mihail Bakunin’in, “Ekonomik eşitlik olmaksızın verilen politik eşitlik bir teranedir, bir sahtekârlıktır, bir yalandır,” uyarısının altını çizerek siyaset faslına geçersek…

SONRA SİYASET

Uğur Bayraktutan’ın, “Paramiliter bir güçtür,”[33] diye tarif ettiği SADAT’lı bir Türkiye’desiniz artık!

Hani; Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlığı’nca, Makine ve Kimya Endüstrisi’nin (MKE) ürettiği silahları yurtdışına sattıklarına ilişkin açıklamaları yalanlanan; ancak resmi sitesinden “Emniyet ve jandarma teşkilâtının teşkilât ve malzeme kadrolarına göre ihtiyaç duyulan modern silah, araç ve gereçlerinin uluslararası temininde müşavirlik ve aracılık yaptığını” duyuran SADAT…[34]

Kocaeli Valisi Seddar Yavuz’un, “Müslümanlar bu ülkede dün de bugün de azınlık değildir... İslâmın önderliği hâlâ bu millette. Laiklik yanlış anlaşılıyor, devletin ideolojisi İslâm’dır,”[35] diyerek laikliğin (resmî ağızlardan) inkâr edildiği bir coğrafyada yaş(atıl)ıyoruz artık…

Örneğin Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, Ulaştırma, Kültür ve Turizm, Ticaret ve İçişleri olmak üzere 4 bakanlığa yazı göndererek seyahat molalarının namaz saatlerine göre ayarlanması talebinde bulunduğu;[36] Bursa’da sınıflarda harem selamlık oturma düzeni talimatıyla, İstanbul’da oruç tutmayan öğrencilerin kantin dışında yemek yemesinin engellenmesinin ardından Afyonkarahisar’da bazı okul yönetimleri ramazan ayını bahane ederek öğrencilerin yemekhane yemeğinin kaldırıldığı[37] coğrafyamızda “Diyanet’in tarikatlarla kol kola”[38] ve “Diyanet medya imparatoru oldu”ğunu[39] bilmeyen var mı hâlâ?!

“Varsa” birkaç şey daha aktaralım!

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en üst danışma organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından hazırlanan “Fetvalar” kitabında, diş tedavisinde kullanılan malzemelere ilişkin de fetva verildiği ortaya çıktı. Fetvada, diş tedavisinde gümüş kullanmak “caiz” olarak nitelendirilirken “zaruret” olmadığı durumlarda ise erkeklerin “altın” kullanmasının haram olduğu belirtildi![40]

Aynı kitapta, “Baldızıyla zina eden kişinin hanımı boş olur mu” sorusuna “Zina büyük günahlardan olmakla beraber eşlerden birinin zina etmesi, nikâhlarına zarar vermez” yanıtı verildi. Gerekçe olarak da “Baldızla yapılan zinanın nikâhı sona erdirmemesi, baldızla olan evlenme yasağının ebedi değil geçici olmasından kaynaklanmaktadır,” denildi![41]

Diyanet İşleri Başkanlığı, sosyal medyada hukuki düzenlemelerin yetersiz kaldığı alanlarda ‘fıkıh’ın devreye girebileceği önerisini, ‘Sosyal Medya Ahlâkı’ adlı kitabında yer verdi![42]

Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’na ilişkin Sayıştay raporunda, kurumun açık ihale ile alması gereken ramazan programı işini, pazarlık usulüyle aldığı belirtildi![43]

Düzce Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Temel İslâm Bölümleri’nde ders verecek öğretim görevlisi için yayımlan ilanda Tefsir (Kur’an okuma ve Kıraat İlmi) Anabilim Dalı için açılan kadronun şartları arasından “Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan hafızlık belgesi ile ‘aşere-i takrib’ veya ‘tashih-i huruf’ belgesi sahibi olmak” şartının aranması dikkat çekti![44]

Bunların yanında Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, ‘107. Dönem Kaymakamlık Kursu’nda verdiği konferansta, “Ne kadar faydalı işler yaparsanız o kadar çok hayırlı bir insan olursunuz. Şimdiden işin başında buna niyet etmek lazım. ‘Rabbim işimi kolaylaştır, zorlaştırma. Rabbim bu işte beni vazifelendirdin, bunu takdir ettin, hayırla tamamlamamı nasip eyle’. Bu dua, mükemmel bir duadır. İnşallah işinizin başında hatta her gün işinize başlarken bu duayı yaparsanız. Cenab-ı Hak işlerinizi kolaylaştırır ve gerek o günü gerekse bütün meslek hayatınızı hayırla tamamlamayı nasip eder. Onu Rabbimizden dilemek, istemek lazım,” dedi![45]

Bir de HEMPA Çocuk Derneği, ‘En Güzel Türk Masalları’ başlıklı çocuk kitabında istismarın meşru gösterildiğini ortaya çıktı. Çocukların okuması için hazırlanan kitapta, babanın, kızını istismara maruz bırakması (“baba ve kız arasındaki evlilik”) ‘Sandık’ başlıklı hikâyede meşru gösterildi![46]

Sadece bu kadar da değil!

Devlet terörünün, kayıt dışı -malum- şiddetin yaygınlaşarak/ derinleştiği malum kesitte ‘Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV), ‘2021 Yılı Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’ başlıklı çalışması, Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin ulaştığı noktayı ortaya koyuyor: İşkence ve kötü muamele gördüğü için vakfa başvuranların sayısının 2021’de son 30 yılın zirvesine ulaştığı, gözaltı sürecinde işkence gördüğünü söyleyen her 10 kişiden yedisinin sokakta ya da toplumsal gösterilerde kötü muameleye maruz kaldığı belirtildi.

Rapora göre 2021’de kendisi veya bir yakınının işkence ya da diğer kötü muameleye maruz kaldığını belirten 984 kişi TİHV’e başvurdu.

TİHV’e başvuranların 616’sının 2021’de işkenceye maruz kaldığını belirttiği bildirildi. 2021’deki başvuru sayısının, vakfın kuruluşundan bu yana “işkence” nedeniyle yapılan en yüksek başvuru sayısı olduğu vurgulandı. Vakfın raporuna göre, gözaltı sürecinde işkenceye maruz kaldığını ifade eden her 10 kişiden yedisi, açık alanda veya toplumsal gösterilerde işkence gördüğünü kaydetti. Başvuruların en küçüğünün beş yaşında, en büyüğünün ise 76 yaşında olması dikkat çekti.

2021’de TİHV’e 56 çocuk başvururken 30’u Türkiye’de, beşi ise yurtdışında işkence gördüğünü kaydetti…[47]

“Çocuklar” derken; 110 bin 606 çocuğun suça sürüklendiği 2021’de 32 bin 131 çocuk hakkında mahkûmiyet kararı alındı Türkiye’de…[48]

Çatalca Pazarı’nda alışveriş yaparken tartıştığı bir kadının şikâyeti üzerine gözaltına alınan 63 yaşındaki Dürdane Ö, “Pazarda tartıştığım bir kadına ‘Millet açlıktan ölüyor, utanmadan hâlâ AKP’ye oy veriyorsunuz’ dedim. İddia edildiği üzere kimseye küfretmedim,” dediği hâlde savcılığa sevk edildi…[49]

Burada durup, “İktidar sahibinin, iktidarını kaybetmemesi için başvurduğu zulmün, aslında yıkılışının habercisi olduğu”nu da söyleyen İbni Haldun’un uyarılarını anımsa(t)makta yarar var:

“Birinin olan bir şeyi alan ya da emeğinin karşılığını tam ödemeyen ya da birine haksız bir istekte bulunan, haksız bir sav ileri süren ya da birini ‘şeriat’ın (hukukun) tanımadığı bir hakkı üstlenmek zorunda bırakan kimse zulmetmiştir. Öyleyse, devlete, hakkı olmayan vergileri toplayanlar zalimdirler, halkın hakkına saldıranlar zalimdirler, halkın hakkını çapullayanlar zalimdirler, halkın kendi hakkını almasına engel olanlar zalimdirler.”[50]

Bunlara eklenmesi gereken çok şeyden bir kaçı da şöyle:[51] “Türkiye toplumu, yolsuzlukta da büyük artış yaşandığını düşünüyor. Haziran 2015’te halkın yüzde 60’ı yolsuzluk arttı derken, bu oran Haziran 2021’e gelindiğinde yüzde 73.3’e kadar çıktı.”[52]

Ve Türkiye ‘Mali Eylem Görev Gücü’ (FATF) tarafından kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede başarılı olamadığı için “gri liste”ye alınırken; FATF Başkanı Marcus Pleyer 21 Ekim 2021’deki basın toplantısında gözlem listesine alınan en büyük ekonomi olan Türkiye’nin bankacılık, gayrimenkul, altın ve kıymetli taş ticareti alanındaki “ciddi gözetim ve denetim sorunlarını” gidermesi gerektiğini belirterek ekledi: “Türkiye karmaşık para aklama olaylarıyla etkin şekilde mücadele ettiğini göstermeli ve terörizmin finansmanı ile ilgili adli kovuşturmaları takip ettiğini göstermeli ve BM tarafından belirlenen IŞİD ve el Kaide gibi terör örgütleri ile ilgili soruşturmalara öncelik vermeli.”[53]

Tüm kamuoyu yoklamalarının bulguları, AKP’nin çekirdek seçmeninin bile tümünün oyunu almasının giderek zorlaştığını düşündürüyor. Halkın, artan yoksulluk, rejimin keyfi yönetimi, lider kadrosunun ve yandaş sermayenin vurgunları, mafyalaşma işaretleri karşısındaki tepkileri, bu bulguları destekliyor. Rejim, seçimleri kazanma olasılığının her gün azaldığını görüyorken; seçim olasılığı da tartışmalı bir hâle geliyor!

Bu ufuk da bir yandan Maximillian Robespierre’in, “Kral, ülkenin yaşayabilmesi için ölmeli”; öte yandan ise Frantz Fanon’un, “Bir hükümet layık olduğu halk tipine sahiptir. Halklar da layık oldukları bir yönetime sahip olurlar,” sözlerini anımsatırken; neyin nasıl olacağını -tüm yerkürede olduğu gibi- bu iki seçenekten birisi karara bağlayacak!

YERKÜRE BAŞKALDIRIYOR

Yerkürede de, coğrafyamızda da Mao Zedung’un deyişiyle, “Gök kubbenin altında tam bir kaos var, koşullar çok iyi.”

Ancak Krizin dünyanın neredeyse tüm bölgelerini etkilediğini belirten Columbia Üniversitesi’nden Jason Bordoff, “Dalgalanma etkileri küresel olarak görülüyor ve henüz en kötüsünü gördüğümüzü sanmıyorum,”[54] derken sürecin ucu açık ve büyük bir kapışmanın arifesindeyiz...

Kolay mı?

Pandemi öncesinde sürdürülemez kapitalizmin sürüklendiği kriz gerçekliği; dünya nüfusunun yüzde 98’inin elindeki birikimin yüzde 2’lik kesimin elindeki sermaye birikimine denk geldiği bir yıkımdı.

Bu ne demek mi?

Emperyalist talanın, dünya nüfusunu sefalete, açlığa mülksüzleşmeye mahkûm ederek, geleceksizlik, kaygı, stres bozukluklarına mahkûm etti.

Dünya halkları buna itiraz ediyor. Ne ki, yerkürede her gün bir yenisi eklenen başkaldırılar henüz bu emsali görülmemiş eşitsizlikler ve talan sistemini, kapitalizmin dizginden boşanmış halini sonlandırabilecek, yeni, eşitlikçi, sosyalist bir sistemle ikame edecek gereçlere sahip gözükmüyor.

Neo-liberal kapitalizme “alternatif” olarak sunulan “yeni sol”cu Podemos’un kurucu lideri Juan Carlos Monedero’nun “XIX. yüzyıl araçları ile bugünün sorunlarını çözmek imkânsız. Devletler dönüşüm içinde. Devletlerin ifade araçları olan partilerin de dönüşmesi kaçınılmaz,”[55] saptamasıyla neo-liberal dünya görüşüne alternatif dayanışmacı yeni bir sol kimlik inşa etmeksizin başarının yakalanamayacağını ve “hedef kitlenin yeryüzü duruşunu yeniden biçimlendirmek”ten[56] söz ettiği “Öfkeliler hareketi/ İndignados”a ilişkin Amy Goodman’ın, “İkinci SYRIZA mı?”[57] sorusu da; “SYRIZA’nın İspanya’daki ruh ikizi Podemos”[58] saptaması da yerli yerindeydi.

Ve SYRIZA: Tarihsel bir kopuşla neo-liberal AB tasarımını elinin tersiyle itip, radikal bir programı uygulama cüretini göstermesi gerekiyorken; AB Troyka’sına teslim oldu!

Immanuel Wallerstein, SYRIZA, Podemos, Kanada’da Ulusal Demokratik Parti, İskoçya’da Ulusal Parti gibi, “protesto hareketleri”nin yükselişinden hareketle, bu partilerin vaatlerini neden uygulayamadığını tartışırken; “Eğer bir protesto hareketi dünya-sistemini değiştirmeye soyunuyorsa, kendini kısa vadeli popülizme hapsetmeden, dünya çapında direnişin bir parçası olma görevini önüne koymalıdır,”[59] uyarısını yaparken; ne Podemos ne de SYRIZA buna cüret edemeyen düzen içi reformist aşureler olarak kaldılar![60]

UMUT İNSAN(LIK)DA

Şimdilerde insan(lık) her koşulda isyan eder elbet. Lakin egemenlerin şiddetle kutsanmış iktidar baskısı altında isyan etme biçimlerinin, farklı farklı olduğunu unutmadan; klasik ve yaygın “Neden İsyan Etmiyorlar?” yüzeyselliklerini bir kenara bırakıp; “Umut İnsan(lık)”da ısrarına sarılmaktan başka bir seçeneğimiz olmadığını unutmak, “olmazsa olmaz”dır.

“Nasıl” mı? Bir parantez açıp, hızla yanıtlayalım…

“İnsanların vicdanını, canlılığını, yaşam sevincini, öldürüyorlar anne. İşte asıl cinayet bu,” diyen Maksim Gorki’nin, “Dünyanın gösterişli hâlleri, yapmacık çıkarcı insanları çekmiyor dikkatimi... Bana bir parça; yüreği güzel, samimi insan lazım,” diye itiraz ettiği kapitalist uygar(sız)lığı Salvador Garmendia’nın, “Kentlerde gelişen kafasız bir orta sınıf, yüksek maaşlarla, aptallığın doruğunda, gereksiz eşyalarla evlerini tıka basa doldurarak yaşıyor,” biçiminde tarifinde hiçbir abartı yoktur.

İvan Gonçarov’un, “İnsan niçin yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin gelmesini beklemekten başka zevki olmuyor. Bugün nasıl yaşadım, sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün gene aynı hayat,” altını çizdiği tekdüzelikte; “Modern hayatta insan, kendi kaderini kabullenmeye şartlandırılır. Böylece patronlar ve politikacılar, kimsenin bir şeyi sorgulamadığı bir dünyada, istedikleri gibi hareket ederler,” diye ekler Aldous Huxley…

Emile Durkheim’ın, “Bir insan ne kadar büyük olursa olsun, kendi özgürlüğünüzü asla çaresiz bir şekilde onun ellerine teslim etmeyin”;[61] Erich Fromm’un, “Anlaşılan şu ki, ortalama insan için büyük bir gruba ait olmamanın hissi kadar dayanılmaz bir his yok,” uyarısını “es” geçen insanlar üzerinde “Bir kez denetim kuruldu mu, onların davranışlarını bir dizi makinevari harekete indirgemeye başlamak mümkün olur”ken;[62] “Esas tehlikeli olanlar sıradan insanlardır. Hiç tartışmadan itaat etmeye ve inanmaya hazır, memur zihniyetli insanlardır.”[63]

Bunlar böyleyken; Sokrates’in, “Kötü insanlar yiyip içmek için yaşarlar… Tokgözlülük doğal zenginliktir. Lüks ise yapay yoksulluktur”; Lucius Annaeus Seneca’nın, “Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir”; “Zengin birinin hayatını boş ve değersiz kılan lüks, insanı doğadan yabancılaştırır. İnsanın haz almasına hizmet eden bütün özgür, insanca ve yozlaşmamış şeyler. Budur zenginlik”;[64] Fyodor Dostoyevski’nin, “Çok şeyi var şimdi insanın ama mutluluğu azaldı”; Theodor Adorno’nun, “İnsanların birbirleriyle ve eşyayla ilişkilerinin artık iyiden iyiye soyutlaştığı bir ortamda, soyutlama yeteneği silinip gidiyor,” ifadelerini hatırlamakta büyük yarar var.

Çünkü sarsıcı bir meta fetişizminde somutlanan “normal/ olağan” rutin “Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anların hem de onların nesnesi”yken;[65] aslında insan(lık), anlam arayışında müsemma bir varlıktır.

İnsan(lık)ın anlam arayışı dünyayı değiştirmenin de önemli saiklerindendir; sorgulanmamış bir var oluş ise, sadece koyunlara uygundur.[66] Ve hiç kimse sorup, tartışan anlam arayışıyla kendisine hâkim olamadıkça özgür olamaz.[67]

Bu çerçevede insan(lık)ı insan yapan, egemen(lik)in biçimlendirmesi karşısında özgür olmasıdır. Yani bir insan(lık)ın kendisi özgürleştirebilmesi, egemen(lik)e karşı mücadeleyle mümkünken;[68] asla unutulmaması gereken şey Federico García Lorca’nın, “Özgür olmayan insan nedir?” sorusudur.

Bu soruyu -olması gereken biçimde[69]- José Julián Martí şöyle yanıtlamaktadır: “İnsan, köleliğin köleliğini ve şerefsizliğini, hürriyet ve onur mücadelelerini acımasızca izlemekte özgür değildir.”

“Hayır”larını çoğaltmayıp, “Evet”lerini eksiltmeyen, yani başkaldırmayıp, korkularını yerle yeksan etmeyen insan(lık) köle olmaya mahkûmdur.

Malum Jean Jacques Rousseau’nun, “İlk köleleri köle yapan kaba güçse, onları kölelikte tutan korkaklıkları olmuştur,”[70] saptamasındaki üzere korku(lar) insanı insan olmaktan çıkararak,[71] “normal/ olağan” denilenin kölesi kılar… Çünkü egemenler, “normal/ olağan” denilen dayatmacı alışılagelmiş ilişkilere karşı çıkıldığı an, insanın insanlaşmaya başladığını, köleliği sorguladığının farkındadırlar.[72]

John Locke’un, “Tuhaf, biz insanlar bukalemun gibiyiz. Ahlâki değerlerimizin rengini, çevremizdekilerinkine bakarak seçiyoruz,” uyarısındaki üzere kapitalizm insan(lık)ı giydirdiği -yabancılaşmış- kimliklerle, duruşlarla biçimlenir.  “Mal-mülk edinmekten, şan ve şöhreti önemsemekten utanmıyorsunuz, ama vicdanınızla ilgilenmekten kaçınıyorsunuz!” ve “Bu dünyada şerefli yaşamanın en iyi yolu göründüğün gibi olmaktır” diyen Sokrates’in; “Başkalarının bana kendim konusunda verdikleri imgeye göre yaşamaktan bıktım. Özerklik kararı alıyorum, bağımsızlık içinde bağımsızlık istiyorum,” diyen Albert Camus’nün saptamasının tam tersine…

Evet, evet “İnsanlar göründükleri gibi olmalıdır. Eğer göründükleri gibi değillerse, hiç görünmesinler daha iyi,” diyen William Shakespeare ile Charles Dickens’ın, “İnsanın bedenini ne örterse örtsün, beyninden geçen düşünceler bunlardan geçerek kendisini ifade eder,” saptamalarına çok büyük değer atfetmelidir insan olmak ve kalmak fiili; tıpkı “Önce dünyayı yerinden oynatacak olan kişi, kendini hareket ettirsin,” çağrısındaki üzere Platon’un…

Başka türlüsü de mümkün değil; elbette, bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendisinden başlamalıdır. Kim bilir belki de en büyük suçumuz, kendi kendimizi değiştirmeden başkalarını değiştirme, başkalarına öğretmeye kalkışmamızdır. Yani değişmeden değiştirmeye kalkışmak yanılgısıdır; yani “Herhangi bir özelliği varmış gibi göstermek, bununla çalım satmak, bu özelliğe sahip olmadığını kendi kendine itiraf etmektir!”[73]

Açıkça ifade etmeliyiz: Düşünebilen herkesin insan olması, insan olan herkesin düşünebildiği manasına gelmiyorken; bireyci egosunu beslemekten, olması gereken karakterinden vazgeçen bir alay insan(cık) var. “Karakteriniz kaderinizdir,” diyen Irvin D. Yalom da buna dikkat çeker.

“İnsan(cıklar)” dedim: Onlar Frantz Fanon’un, “Servetiniz, çevrenizdeki yoksulluğu görmenize engel olan bir zırh içine soktu sizi,” diye tarif ettikleridir.

Oysa insan olmak ve kalmak, erdemin/ vicdanın yeterli olduğundan şüphe etmemekken; Leonardo da Vinci’nin, “Engeller beni yıldıramaz, her engel beni daha iyiye doğru kaçınılmaz bir değişime iter. Gözünü bir yıldıza diken kişi kararını değiştirmez,” ifadesine gereken değeri verebilmektir.

O hâlde kendi için düşünen insanın kendisi olabileceğini unutmadan; insan(lık) bilinçle inandıklarına[74] ve yaptıklarına ait olduğu asla göz ardı edilmemeliyken; “Sen kendini hor gördüğün için, hor görüyorlar seni,” diye uyarır hepimizi Wilhelm Reich ve kesinlikle de haksız değildir!

Bir şey daha: “Alışkanlıklar, köleliğin farklı bir biçimi”[75] olup; “Bir insan kendisinde ne kadar fazla alışkanlığın kökleşmesine izin verirse o denli daha az özgür ve bağımsız hâle gelir”ken;[76] “İnsanın haysiyeti özgürlüğünden gelir,”[77] gerçeğini hatırla(t)makta yarar var: “Umut İnsan(lık)”da kararlılığıyla…

TOPARLARSAK…

“İstibdat, hastalıkların hastalığıdır,”[78] saptamasında billurlaşan totalitarizmin, savaş tehdidinin, ırkçılığın, faşizmin, ekolojik felaketin, yani sürdürülemez kapitalizmde ifadesini bulan tüm melanetlerin karşımıza dikildiği verili insan(sız)lık tablosunda anımsanması gereken ilk şey: Charles Bukowski’nin, “İnsanın aklı başına çok tuhaf zamanlarda gelir,” ifadesi olmalıdır.

Hayır!

Ne Vladimir Bartol’un, “Sence halkın ezici çoğunluğu hakikâtin ne olduğuna aldırıyor mu? Umurlarında bile değil! Sadece rahat bırakılmak ve hayal güçlerini besleyecek masallarla kandırılmak istiyorlar. Peki ya adalet? Şahsi ihtiyaçları karşılandığı sürece onlar için bu kavramın da zerre kadar önemi yok”!

Ne de Immanuel Wallerstein, “İnsanların çoğu günü gününe yaşarlar ve otoriteye meydan okumak gibi tehlikeli bir yola girmeyi istemezler,”[79] türünden analizlerini ciddiye alamayız!

Che Guevara’nın, “Kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin,” uyarısını bir an dahi göz ardı etmeden; kapitalist sınıfların kimi kesimleriyle uzlaşarak hem halkın yaşam koşullarını iyileştirmeye hem de ekonomik kriz yönetmeye uygun politikalar geliştirmek olanaklıdır. Bu da, “sosyal demokrasi”nin paradigmasıdır. Ancak sosyalistlere gelince onların, “kapitalist demokrasi” içinde kendileri var etmek, insanları harekete geçirme imkânları yoktur!

O hâlde insan(lar)ı emek ekseninde -kimseye yedeklenmeden,[80] “seçim”le sınırlanmadan!- harekete geçirecek tercih ve tutumlara ihtiyaç vardır…

8 Ağustos 2022 19:20:54, İzmir.

N O T L A R

[*] Görüş, Eylül 2022…

[1] Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev: Vedat Günyol, Çan Yay., 1974.

[2] George Orwell, Hayvan Çiftliği, çev: Leyla Moralı, İnkılâp Kitapevi, 1974.

[3] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev. Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.40.

[4] Yaşar Kemal, İnce Memed 1, Adam Yay., 2001.

[5] Lev Tolstoy, İnsan Neyle Yaşar, çev: Çağlar Danacı, Can Yay., 2020.

[6] George Orwell, 1984, çev: Celal Üster, Can Yay., 2000.

[7] “Zenginin Parası, Halkın Borcu Arttı”, Birgün, 29 Nisan 2022, s.4.

[8] Rıfat Kırcı, “Ücretimiz 3 Yılda Yüzde 50 Küçüldü”, Birgün, 31 Mayıs 2022, s.5.

[9] Sarp Sağkal, “4.5 Milyon Yurttaşın Elektrik ve Doğalgazı Kesildi”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2022, s.11.

[10] “4.1 Milyon Kişi Bankaların Takibinde”, Sözcü, 20 Nisan 2022, s.6.

[11] “ENAG: 15 Milyon Ölüm Sınırında Yaşıyor”, Atılım, Yıl:2, No: 66, 10 Haziran 2022, s.9.

[12] Zülal Kardelen, “Anomi ve Şiddet”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2022, s.5.

[13] Havva Gümüşkaya, “Kârlar Katlandı”, Birgün, 17 Haziran 2022, s.4.

[14] Mustafa Çakır, “Acı Yoksulluk Gerçeği”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2022, s.13.

[15] Cengiz Karagöz, “Türkiye’nin 4. Büyük İli Olacak Kadar Genç İşsiz Var”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2022, s.10.

[16] Sarp Sağkal, “Kriz Büyüyor, Kepenk İniyor”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2022, s.9.

[17] “Yoksulluğun Fotoğrafı”, Birgün, 17 Mart 2022, s.9.

[18] Ali Can Polat, “Gençler Evlenemiyor”, Cumhuriyet, 8 Haziran 2022, s.11.

[19] Taylan Büyükşahin, “Z Kuşağı Tatili Unuttu”, 4 Temmuz 2022… https://www.sozcu.com.tr/2022/ekonomi/z-kusagi-tatili-unuttu-7230016/

[20] Rıfat Kırcı, “5.7 Trilyon Lira Borç, 23 Milyon İcralı”, Birgün, 21 Mayıs 2022, s.4.

[21] Rıfat Kırcı, “Borçlanma Hızı 10 Kat Arttı”, Birgün, 3 Haziran 2022, s.4.

[22] “Bakan Nebati’den Dolar İncileri”, Sözcü, 12 Mayıs 2022, s.6.

[23] İrfan Hüseyin Yıldız, “Türkiye’nin Borç Yükü Riski Artıyor”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2022, s.9.

[24] “Türkiye’nin Dört Yıllık Çöküşü”, Birgün, 25 Haziran 2022, s.8-9.

[25] Mustafa Kömüş, “Yoksulun İşi de Duaya Bırakıldı”, Birgün, 12 Mayıs 2022, s.6.

[26] Sefa Uyar, “Fiyatı Allah Tayin Eder”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2022, s.4.

[27] Mustafa Bildirci, “Diyanet Vakfı’nın Gelirleri Katlandı”, Birgün, 9 Haziran 2022, s.7.

[28] Ergün Demir-Güray Kılıç, “Yoksulluk Sağlıktan Ediyor”, Birgün, 3 Mart 2022, s.13.

[29] Hüseyin Şimşek, “Yoksulluk Artıyor Travma Büyüyor”, Birgün, 12 Nisan 2022, s.8.

[30] Oğuz Işık, Eşitsizlikler Kitabı, İletişim Yay., 2022.

[31] Semra Kardeşoğlu, “Eşitsizliklerin Röntgeni Çekildi”, Birgün, 19 Nisan 2022, s.11.

[32] Ergin Yıldızoğlu, “Yaklaşan Felaket ve Görevlerimiz”, Cumhuriyet, 13 Haziran 2022, s.11.

[33] “SADAT Paralel Bir Yapılanma”, Cumhuriyet, 16 Temmuz 2022, s.6.

[34] Işık Kansu, “SADAT Silah Sağlıyor”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2022, s.4.

[35] T24’ün haberi, aktaran: Özdemir İnce, “… ‘Devletin İdeolojisi İslâmdır’imiş…”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2022, s.3.

[36] Leyla Kılıç, “Fetva Devleti Olduk”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2021, s.4.

[37] Sefa Uyar, “Ramazan Ayında Öğrencilerin Yemekleri Kesildi”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2022, s.3.

[38] Sefa Uyar, “Diyanet Tarikatlarla Kol Kola”, Cumhuriyet, 24 Mayıs 2022, s.6.

[39] Mustafa Bildircin, “Diyanet Medya İmparatoru Oldu”, Birgün, 14 Eylül 2021, s.4.

[40] Sefa Uyar, “Diyanet, ‘Diş’ Konusuna da Girdi”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2021, s.10.

[41] Sefa Uyar, “Diyanet’ten Baldız Fetvası”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2021, s.4.

[42] Sarp Sağkal, “Diyanet’ten Sosyal Medyaya ‘Fıkıh’la Düzenleme Önerisi”, Cumhuriyet, 7 Eylül 2021, s.4.

[43] “Sayıştay Açıkladı: Diyanette İhalelerde Usulsüzlük”, 29 Eylül 2021… https://halktv.com.tr/gundem/sayistay-acikladi-diyanette-ihalelerde-usulsuzluk-474094h

[44] Sefa Uyar, “Kadro Başvurusu İçin Diyanet’ten Belge İstendi”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2021, s.3.

[45] “Erbaş, Kaymakam Adaylarına Konferans Verdi”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2021, s.9.

[46] “Çocuk Kitabında Skandal”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2021, s.3.

[47] Mustafa Bildircin, “İşkence Zirve Yaptı!”, Birgün, 30 Mayıs 2022, s.6.

[48] Mustafa Bildircin, “110 Bin Çocuk Suça Sürüklendi”, Birgün, 16 Haziran 2022, s.9.

[49] “63 Yaşındaki Kadın ‘Yediler Yediler Doymadılar’ Dediği İçin”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2019, s.4.

[50] İbni Haldun, Mukaddime -43. Bölüm-, Milli Eğitim Bakanlığı, 1989.

[51] Tam 11 aydır atama bekleyen 550 bin sağlık personeli, kadro dışı atama ile buruk müjdenin haberini yeni almışken atamaların yüzde 90’ının mülakatla yapılacağı tartışmalarıyla ayağa kalktı. Sağlık personeli, mülakatla atama kararına isyan etti: Sağlığın sözlüsü olmaz (Şeyma Paşayiğit, “Sağlıkta Atamaya Mülakat İsyanı”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2019, s.3.)

Muhtemel bir depremde Marmara bölgesine yardım malzemelerinin süratle dağıtılabilmesi için Yalova’ya yapılan 2 deponun anahtarının İstanbul’da tutulduğu ortaya çıktı. Öğretmen evinin yan tarafına inşa edilen lojistik depoda 10 bin kişiye yetecek kadar yardım malzemesi bulunuyor. Depoların anahtarları Kızılay Yalova Şubesi yerine İstanbul’da bulunan Marmara İstanbul 2. bölge Müdürlüğü’nde tutuluyor. Bilim adamları muhtemel bir depremin her an meydana gelebileceği uyarısında bulunmasına rağmen, deponun anahtarlarının Yalova’da değil de İstanbul’da tutulmasına vatandaşlar bir anlam veremiyor. Vatandaşlar, “Deprem olduğunda malzemelerin dağıtımı için İstanbul’dan yetkilinin gelmesini mi bekleyeceğiz” diye sordu. (“Yalova’daki Deprem Depolarında Anahtarının İstanbul’da Olduğu Ortaya Çıktı”, Cumhuriyet, 29 Mart 2017, s.2.)

[52] Sayime Başçı, “Halk Yolsuzluğun Arttığına İnanıyor”, Sözcü, 2 Ağustos 2021, s.9.

[53] “Türkiye Gri Listeye Alındı”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2021, s.10.

[54] Zeynep Çam, “Jason Bordoff: Dünyanın Enerjisi Bitti”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2022, s.7.

[55] Nilgün Cerrahoğlu: “Podemos’un ‘Guru’su Juan Carlos Monedero: ‘Egemenliği Ele Geçirmeliyiz!’…”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2015, s.12.

[56] Nilgün Cerrahoğlu, “Sosyal Öfkeyi Siyasi Öfkeye Dönüştürmek...”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2015, s.12.

[57] Amy Goodman, “Pablo Iglesias: İkinci SYRIZA mı?”, Birgün, 23 Şubat 2015, s.10.

[58] Nilgün Cerrahoğlu: “Podemos’un ‘Guru’su Juan Carlos Monedero: ‘Egemenliği Ele Geçirmeliyiz!’…”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2015, s.12.

[59] Hayri Kozanoğlu, “Wallerstein: Protesto Hareketleri ve Seçimler”, Birgün, 16 Haziran 2015, s.5.

[60] “SYRIZA, klasik sosyal demokrasiye benzeyen (kapitalizmi emekçi sınıflar için daha katlanılır kılmak isteyen), içinde radikal (kapitalizmin ufkunun ötesine geçmek isteyen) unsurları da barındıran, henüz evrimini tamamlamamış bir partiydi.” (Ergin Yıldızoğlu, “SYRIZA Dersleri: Yılgınlığa Yer Yok!”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2019, s.11.)

[61] Emile Durkheim, Ahlâk ve Toplum, çev: Duygu Çenesiz, Pinhan Yay., 2019.

[62] George Ritzer, Toplumun Mcdonaldlaştırılması, çev: Şen Süer Kaya, Ayrıntı Yay., 2014.

[63] Primo Levi, Frédéric Gros, İtaat Etmemek, çev: Zeynep Büşra Bölükbaşı, Yapı Kredi Yay., 2020.

[64] Kristin Ross, Ortak Lüks - Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi, çev: Tuncay Birkan, Metis Yay., 2016.

[65] Marcus Aurelius, Düşünceler, çev: Şadan Karadeniz, Yapı Kredi Yay., 2004.

[66] “Düzeltmeye kendinden başla...” (Friedrich Nietzsche.)

[67] “İnsan için özgürlüğün, istediğini yapmaktan çok istemediğini yapmaktan ibaret olduğuna hep inanmışımdır.” (Jean- Jacques Rousseau.)

[68] “Yaşam bize bütün kitapların öğrettiğinden daha çoğunu öğretir. Çünkü yaşam, bize karşı direnir. İnsan, ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir.” (Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, çev: Özgür Sinan, Doğan Yay., 2016.)

[69] “En büyük, en şerefli eserimiz doğru dürüst yaşamaktır.” (Michel de Montaigne, Denemeler, çev: Sabahattin Eyüpoğlu, İş Bankası Kültür Yay., 2008.)

[70] Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev: Vedat Günyol, Çan Yay., 1974.

[71] “Belki de insan korktuğu için kaçmıyor, kaçtığı için korkuyor.” (William James.)

[72] “… ‘O hâlde sen de kendini yargılarsın,’ dedi kral. Bu en zorudur; bir başkasını yargılamaktan daha zordur kendini yargılamak. Kendini yargılamayı becerebilirsen, gerçek bir bilgesin demektir.” (Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, çev: Özgür Sinan, Doğan Yay., 2016.)

[73] Arthur Schopenhauer, Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, çev: Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Yay., 2005.

[74] “İnsan inandıklarıdır.” (Anton Çehov.)

[75] Michel de Montaigne, Denemeler, çev: Sabahattin Eyüpoğlu, İş Bankası Kültür Yay., 2008.

[76] Immanuel Kant, Eğitim Üzerine (Ruhun Eğitimi-Ahlâki Eğitim-Pratik Eğitim), çev: Ahmet Aydoğan, Say Yay., 2007.

[77] Frédéric Gros, İtaat Etmemek, çev: Zeynep Büşra Bölükbaşı, Yapı Kredi Yay., 2020.

[78] Munsis Merzûkî, Diktatörlük ile Devrim Arasında Arap Dünyasının Krizleri, çev: Zahide Tuba Kor, Küre Yay., 2019.

[79] Immanuel Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu-Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim, çev: Tuncay Birkan, Metis Yay., 2000.

[80] “Sosyalist ve devrimci solun önümüzdeki seçimlerde oynayacağı rol, niceliksel değil nitelikseldir. Cumhuriyetçilerin veya sadece cumhuriyetçi solun tek başına yapamayacağı bir iştir bu. Ancak, devrimci ve sosyalist solun öncülük etmesiyle geliştirilecek bir direniş ve karşı hamle hattı oluşturulması hâlinde gericilik ve faşizm sokakta durdurulup yenilgiye uğratılabilir. Yeniden büyük, toplumun kaderinde söz sahibi olacak ve etkin bir siyasal güç hâline gelmenin yolu da buradan geçmektedir.” (Merdan Yanardağ, “Seçimlerde Solun Rolü”, Birgün, 26 Haziran 2022, s.5.)